97 yıl evvel dün..15 Mayıs 1919 İstanbul …Harbiye Nezareti telgrafhanesine düşen acil kayıtlı bir tel ;
-Paşam ; İzmir Limanına girip demirleyen itilaf donanmasından Amirali Caltrop mütarekenin 7.ci maddesine göre İzmir istihkamlarının teslimini istedi. Karaburun’dan gelen haberlere göre körfez dışında asker dolu bir çok Yunan nakliye gemileri beklemektedir. İstihkamları biz verir vermez Yunanlılar işgal edecekler. Halk galeyandadır. Müsaade ederseniz biz bu talebi reddederek elimizdeki kuvvetlerle İzmir’i müdafaa edeceğiz . Kuvvetimiz de buna elverişlidir. Ferman sizindir….
Telgraf , İzmir Kolordu Askerlik Dairesi Reisi Albay Süleyman Fethi Beyden İstanbuldaki Harbiye Nazırı (bu günün savunma bakanı) Müşir (Mareşal) Şakir Paşa ‘yadır.. Şakir Paşa’nın yanında büyük Fevzi Paşa (Çakmak) ve küçük Fevzi Paşa (Ahmet Fevzi) da vardır.. Dialoglar ve hikaye Harbiye Nazırlığı telgraf memurunun ağzındandır.
Şakir Paşa bu notu okur okumaz ayağa kalktı ve ;
-Haydi evlatlar Allah muvaffakiyet versin. Tanrı yardımcınız olsun…dedi ve yaşlı gözlerini silerek bana ;
-Onlara bu sözlerimi yaz…dedi.
-Paşam bu sözlerinizi bir kağıda yazınız da tekrar edeyim…dedim..
Kağıda yazmak sırası gelince toplandılar. 
-Nasıl olur da mütarekenin 7. Maddesinin tatbik edilmesine karşı koyarız ? meselesi çıktı..Şakir Paşa ;
-İzmir’i Yunanlılara teslim etmek olur mu ? diyordu.
Ahmet Fevzi Paşa ;
-7. Madde meydandadır. Şayet yunanlılar İzmire çıkacak olurlarsa Bab-ı Ali vasıtası ile protesto ederiz…diyordu…
Tartışma uzadıkça uzadı.. Nihayet Şakir Paşa sapsarı kesilmiş halde benden yana döndü ve asabiyetten titreyen elindeki kalemiyle eski notu çizerek şunları yazdı ve imzaladı. Sonra bana bakarak ;
-Oğul bunu yaz , inna lillah ve inna ileyhi raciun.. dedi ( Şüphesiz Biz Allah’tan Geldik ve Şüphesiz Dönüşümüz O’nadır) Yazı şu idi ;
-Amiral Carltrop’un müterekenamenin 7.ci maddesine istinaden vukubulan talebini yerine getiriniz..Ben Bab-ı aliye gidiyorum, lazım gelen teşebbüsatta bulunacağım…(Çankaya/Falih Rıfkı Atay)
Telgrafın iki tarafında İki asker vardır. Birisi düşmanla yüz yüze emir verin savaşalım diyor , diğeri o zamanın ulaşım imkanına göre iki günlük mesafede Damat Ferit’in Harp Bakanı “hayır teslim olun” diyor..
Biz de Askerlik böyle bir şey.. her ne şart altında olursa olsun cesaret ,onur, silah arkadaşlığı, vefa, ve gerekirse veda gerektirir… Nitekim telgrafı çeken Albay Süleyman Fethi Bey Kordon’da ahalinin özellikle Rum ahalinin içinde Yunanların tüm zorlamalarına rağmen "Zito Venizelos" diye bağırmayı reddetmesi üzerine yirmiiki süngü darbesi ile öldürülmüş bir Osmanlı subayıdır. Biz böyle askerleri tanıyoruz, tarih onları yazıyor, korkakları kimse hatırlamıyor. Şakir Paşa’yı kimse hatırlamaz.. Ahmet Fevzi Paşayı’da kimse hatırlamaz.. Ama Albay Süleyman Fethi Bey’i , tarih tüm hikayesi ile yazar.. Çünkü o askerdir, gerçek bir asker..
“Her Türk asker doğar”  diye bir söz vardır. Hamasi bir laf gibi gözükse de bu söz doğrudur. Çünkü biz 1071’den bu yana hep savaştık. Asyadan yola çıkıp göçebe topluluktan yerleşik topluma geçmeye başlayınca  nereye gitsek rahat bırakmadılar. Hep tehlike ve tehdit altında yaşadık. Osmanlı Hanedanı zaten Türk tebaa’yı  savaş zamanlarında hatırlardı. O yüzden biz hep “asker” doğmak zorunda kaldık..
Bu nedenle bizde Askerlik sivilliğe benzemez ..Askerlik memurluk değildir, işçilikte değildir, salonlarda icra edilmez.. Silah arkadaşların toprağa girerken, bir kısmı da henüz şehit olmuşken sen salonlarda gülücük dağıtamazsın. Mutluluk tablolarında poz veremezsin....
Omuzunda yıldızlar değil istersen galaksiyi taşı, bu değerleri taşımıyorsan  asker olamazsın..
Bize İzmir’deki Albay Süleyman Fethi Bey gibi, Çanakkale’de şarapnel  parçası ile kör olmuş Denizli’li Ömer’in “benim gözlerim göreceğini gördü” sözleri üzerine hüngür hüngür ağlayan Cevat Paşa gibi, Mustafa Kemal gibi asker lazım..
Nazım Hikmet demiş ki….
Kaldırınca gocuklu celep sopasını … 
Sürüye katılıverirsin…
Türk Asker’i  böyle olmamalı..