KAYNAK: MANŞET GAZETESİ
SÖYLEŞİ: PINAR TURHANOĞLU GÜCÜYENER


Bu ay Manşet gazetesi olarak Fazlı Türker’in çiftliğindeyiz. Nasip, azim, hayal, irade ve ümitsizliğe düşmemek hangi oranda karışıyor bulmak için. Bulsak kutulara doldurup satacağız sanki… Merak işte…
 
Ülkesine, şehrine değer katan bir marka Hisarlar… Kurucusu Fazlı Bey ile söyleşi yapmak üzere randevu almıştık, bizi Fazlı usta karşıladı halbuki. Yeşile dalıp, hayal kurmaya devam eden…
İsmini Çukurhisar’dan alan Eskişehirli firma “Hisarlar” ülkemizin önde gelen ihracatçı firmaları içinde, şu an tarımsal mekanizasyon, otomotiv, altyapı ve inşaat makineleri, raylı sistemler ve savunma sanayi sektörlerinde faaliyet gösteriyorlar.
 
Fazlı Türker’in yönetim kurulu başkanı olduğu “Hisarlar” yaklaşık bin kişiye istihdam sağlıyor… Birleşik Arap Emirlikleri’ne askeri araç aksamları ve şase üretimi son dönemde yurt dışı pazar payını arttırdığı sektörlerden…
 
“Ülkemizin 2023 hedefi doğrultusunda bilim ve teknoloji alanında yapılan yeniliklere destek olmak üzere sahip olduğumuz iş kollarında yatırıma devam ediyoruz” diyor Fazlı Türker. Son olarak tesislerini ziyaretinden onur duydukları Eskişehir Garnizon Komutanı Hv. Korg. Sayın Mehmet Şanver’e, Öncelikle Bağımsız Devletler Topluluğu için geliştirip ürettikleri “Bizon ve Bufolu" isimli Turkar markalı askeri araçlarını tanıtmışlar…Elektrikli araç konusunda, destek vermeye yeterli ve istekli olduklarını belirtiyorlar…
 
BAŞARINIZIN SIRRI NE? ÇALIŞMA HAYATINA NASIL BAŞLADINIZ?
 
1950 doğumluyum. 10 yaşındayken, köyde demircinin yanına çırak olarak girdim. Sıfırdan işe başladığınız zaman, gerçekten sıfırdan zaten hayal gücü ile başlıyorsunuz. Önce zihnen üretiyorsunuz ve zihnen üretme yönünüz gelişiyor. Zihnen üretme, aklınızı emanete veremezsiniz. Ancak bilenlerin ve ekibinizin aklını alır kendi aklınızı da ilave ederek ekip ile sonuç elde edersiniz. 
Siz duruyorsanız birileri sizi çekiyorsa lider değilsinizdir. Şöyle bir söz var. Lider baltayı eline alır ormanı açar gider, ekip arkadan yolu yapar gider. Ben 14 yaşındaydım, köyde ustamın yanındaydım. Ustam at arabaları yapıyordu. Fakat 1964-65 yıllarında artık bu meslek eski özelliğini yitirmeye başladı. Ben ustama dedim ki; bizim bu yaptığımız iş özelliğini yitiriyor. Her geçen gün at arabası kullanan azalıyor, iş azalıyor. Biz traktörlere iş yapalım dediğimde ustam biz o günleri görmeyiz, ben yoruldum zaten dedi. Ben bu işin duracağını yeni bir işe başlamamız gerektiğini düşündüm o zaman.
10 yumurta ile ticarete başladım. Bu yumurtaları satarak bir bisiklet alma hayaline kapıldım. Gerçekleşti…
 
GAZOZ SATTIK BİR TANE BİLE İÇMEDİK
 
Ben çocukken köye bir sinema geldi. Biz hiç sinemaya gitmedik. Köyde elektrik de yok nasıl olacak dedik. Bir jeneratör getirdiler. Pat pat ses çıkartıyor o jeneratör. İnsanlar o sesten rahatsızlık duyarken, jeneratörün sesi bana çok cazip geldi, çok hoşuma gitti. Benzin kokusu bile hoşuma gitti.
Sinemaya gidebilme hayali kurdum. Param yok. Yumurtadan kazandığım 10 kuruşu da sinemaya verirsem sermayeyi yiyeceğim. Sinema sahipleri ile konuştuk biz burada çalışalım dedik. Sinemada gazoz sattık. Hem de bedavaya film seyrettik. Ve sermayemizi eksiltmemek için sattığımız gazozlardan bir tanesini bile içmedik… Siz gazoz satıp da içememenin ne oldunu bilir misiniz. 
Bilek gücü ile çalışmaya mutlaka zihnen üretmeyi eklemeliyiz. Günlük çalıştığınız iş karnınızı doyurmaya yettiği zaman bu kez ben bu işi nasıl daha iyi yapabilirim, nasıl daha üretken olabilirim diye düşünmeye başlıyorsunuz.
 
BAŞARIYA GÖTÜREN HAYAL NASIL KURULUYOR?
 
Hayal olmadan, hayalini kuramadan bir sonuca varılmaz. Hayal kurduktan sonra da sizi bu sonuca götürecek adımların peşinde olmak lazım. İlk günden bu anın hayalini kurmam mümkün değildi. O günkü hayaller daha çok ayakta durabilmek, ailemi geçindirebilmek için kurduğum hayallerdi. Eve ekmek götürebilme hayali idi onlar. İlki yakalandıktan sonra, bu insanı bir sonraki adımı hayal etmeye sürüklüyor. Burada bulunduğumuz ortam benim yıllarca hayalimdi (yemyeşil arazinin ortasında, çok dingin bir ortam) Benim 20 sene önce şöyle bir hayalim vardı: İşimi geliştirecek rahat bir düşünme ortamında yaşamak istedim. Dinlenme değil, düşünme ortamı hayal ettim. Bazı başarılı insanlar için şanslı idi denilir. Halbuki siz hazır olmadıkça şans sizi bulmaz. Hazır olmak çok önemli. İnsanların yaşam tarzı sevdikleri farklı farklı, boş zamanlarını değerlendirme yöntemleri farklı. Benim boş zamanım olmadı, ben dinlendiğim zaman dahi bunun, işimizi desteklemesine dikkat ettim. Burada kuş seslerini dinlerken bundan sonra yapacaklarımızı hayal ediyorum. Çok kazanınca çok harcayacağım düşüncesi bir ideal değildir.
 
SONRASI NASIL GELDİ ÜRETİME NASIL GİRDİNİZ?
 
1973’te Renault fabrikasına işçi olarak girdim. İşçi olmama rağmen beni mühendis ücretiyle işe aldılar. Ama bu iş beni tatmin etmedi. Para değil, gelişmek daha önemliydi. Bursa'da Heriş  diye bir işyeri kurdum. Tekrar Eskişehir’e döndüm ve Heriş ismini Hisar ismiyle değiştirerek çalışmaya devam ettim. 1974’te köylülerden biri yeni bir traktör almış, ancak soğuk havalarda kullanamıyordu. Bunun üzerine ona bir kabin yapmak üzere anlaştım. 15 günde kabini yaptım. Bir fotoğraf makinem vardı. Yaptığım kabinin fotoğraflarını çektim, A4 saman kağıdına bastırdım. Üzerine de “Soğuktan, sıcaktan korur” diye bir slogan yazdım ve köylere dağıtmaya başladım. Siparişler birbirini izledi… 
 
 
ÇOK İSTEMEK Mİ? ÇOK ÇALIŞMAK MI?
 
Zorluklar sizi sıkıştırdıkça onları atlamak için yeni çözümler buluyorsunuz. Rahmetli Turgut Özal iktidarında ben 25-26 yaşında delikanlıyım. Hisar kaporta zamanlarım. O zaman televizyonda duydum. Özal diyor ki bu ülkenin ihracata ihtiyacı var. İhracat yapılmalı.
Biz ihracat nedir. Olur mu olmaz mı nasıl yapılır? Hiçbir şey bilmiyoruz. Ben tuttum atölyenin önüne böyle uzun bir branda gerdim. Üzerinde “Ya ihracat, ya hiçbir şey” yazdım. Tamam da İstanbul’a zor gidiyoruz. Avrupa’yı falan nereden bileceğiz. Bizden yaşça büyük insanlar da bize diyor ki, bunu size yedirmezler. Lobiler var. Kimler kimler var. Siz nasıl ihracat yapacaksınız diyorlar. Hakikaten bakıyorsunuz yurt dışından bazı büyük talepler gelmiş, onları karşılayanlar belli, bize bir şey kalması mümkün değil.
 
BAKLİYATLARI KAVANOZA KOYUP YOLA ÇIKTI
 
Hayal bu. Tarım makineleri ile ilgili yurtdışına bir fuara gidip görmek istedim. Fakat masrafları çok ağır. Aylarca tasarruf yapmamız lazım o masrafları çıkartmak için. Ben dedim ki benim bu seyahati çok ekonomik yapmam lazım. Taşbaşına çıktım. Şu elimdeki bardak kadar küçük kavanozlara bakliyatlar aldım. Nohut, fasulye, mercimek, bulgur… Bunları valizime koydum. Eskişehir gibi sanıyorum. Orada bakliyatçılar olacak. Gidip onlara numune göstereceğim bak Türkiye’de bunlar var diye, satacağım o hayalle gittim. Böylece masraflarım da çıkacak.
 
“YA İHRACAT YA HİÇ BİR ŞEY”

 
Beni Fransa’da buradan giden Türkler karşıladı, tanıdıklarımız. Gittim ama çok heyecanlıyım, bir an evvel gidip çantamdaki numuneleri göstererek sipariş alıp satmak istiyorum. Ama arkadaşlarımda o heyecan yok. Diyorlar ki bu akşam maç var gel maça bakalım. Yarın akşam gösteri var oraya gideriz. Zorladım ama dediler ki Fransa’da böyle Eskişehir Taşbaşı gibi bir yer yok. Burada bakliyat satamazsınız. Nasipse gelir Hintten yemenden, nasip değilse gelir elden. Bu söz çok hoşumuza gider ama nasibin peşine takılacaksınız, asılacaksınız, oturup beklemeyeceksiniz. Yazdık atölyenin önüne “Ya ihracat ya hiçbir şey…”. O zamana kadar hassasiyetle yaptığımız ürünleri, ülkenin çeşitli şehirlerine satıyoruz. Samsun’a ürün satmışız. Ürünümüzü gören biri de Avrupa’da bir fabrikada çalışıyor, traktör bakımı yapan bir yerde. O fabrikada traktör kabini de alıyorlar. Samsunlu Türk, Hollandalı patronuna diyor ki bunları Türkiye’de çok güzel yapıyorlar. Biz burada çok pahalıya alıyoruz. Türkiye’den alalım. Patronu da bu fikre itibar ediyor. Çıkıp geliyorlar. Ben o yazıyı yazdıktan 15 gün sonra. Ben işyerinde değildim. Arazide yeni bir tarım makinesi deniyordum. Çalışanlarımızdan biri koşa koşa geldi. Fazlı usta, Fazlı usta bir gavur geldi seni soruyor, bizden kabin alacakmış diyor. Ben de diyorum ki Allah Allah ne çabuk bizim kapının üzerine yazdığımız yazıyı gördü ki bu adam. İlk aklıma o geldi (Çok güldük burada).
Oturduk, anlaştık. Adam siparişi verdi, parayı verdi. Fakat biz ihracat nasıl yapılır, bunun yolu yöntemi nedir bilmiyoruz. Ahmet ağaya satar gibi satacağız sandık Hollandalılara. Adamlar da bilmiyormuş meğer. 20 gün sonra TIR’a yükledik siparişleri göndereceğiz. Gönderemeyince öğrendik ki yolu yöntemi varmış, kuralları varmış. Paranın banka hesabına resmi olarak yatması gerekiyormuş. Bunların hepsini öğrendik. Öğrendiklerimiz de bizi yeni hayaller kurmaya itti.


PATENT ALINACAK BİR BULUŞ NASIL GERÇEKLEŞTİRİLİR?
 
Hiç yoktan bir şey icat etmeyi değil, önce iyileştirilmiş ürünü amaçlamak lazım. Mevcudu daha iyi duruma getirmelisiniz. Basamakları hemen çıkmaya çalışmak yerine, yapılanın daha iyisini nasıl yaparım diye düşünerek başlayabilir gençler. Tamam bu yapılmış, ihtiyaca da karşılık veriyor, fakat daha iyisi nasıl olur nasıl yapılabilir diye düşünerek başlanabilir.
 
İLK YERLİ 4X4 ARAZİ ARACI TURKAR’I ÜRETME DÜŞÜNCESİ NASIL ORTAYA ÇIKTI?



Aslında bu benim çocukluğundan beri içimde olan bir şey. O zamanlar pancardan oyarak bir şeyler yapardım. Zaman içinde yan sanayici olunca markanın önemini daha iyi anladık. 1992’den beri böyle bir araç üretme düşüncem vardı. TÜBİTAK’ desteği ile 2005 yılında Ar-Ge’sine başladık ve bu çalışma tam yedi yıl sürdü. 2005’de Turkar’a yatırıma başladık. 2011’de satışa başladı. Çok ciddi bir de sabır istiyor. Bu yıl ihracatına başladık. Yıl 2016 sabretmenin karşılığını alıyorsunuz. Yeni ürün geliştirmenin ticari karşılığını hemen alamayabilirsiniz. Ar-Ge anında ticari karşılık almak için yapılmaz. Patent şehrimizin marka değerine yatırım her şeyden önce. Bu nedenle ülkemizin, en çok patent alan kuruluşlarından biri olmaktan dolayı gururluyuz. İlkleri yapabilme azmi bugünden yarına ben köşeyi döneyim, para kazanayım, kazandığımı da harcayayım hevesi ile yapılmaz. Ben para kazanacağım, gezeceğim, tatillere gideceğim, daireler alacağım diye bu işlere girerseniz zaten başarılı olamazsınız. Öyle bir şey yok. Hayatın gerçeğinde yok.
 
YORULMAZSAM AKŞAM RAHAT EDEMEM
 
ŞU AN EN ÇOK “İYİ Kİ” DEDİĞİNİZ NE VAR?
 
Günü dolu dolu çalışıp, akşam eve geldiğimde o günün yorgunluğunu keyif ile çıkarttığımın bir tadı var. Yorgunluktan şikayet etmem, mutluluk duyarım. Eğer yorulmazsam geçirdiğim o gün verimli değil ise akşam rahat edemiyorum. Bugün ile göre yarınımın eşit olmaması için sağlığımın yerinde olmasına ve yarın faydalı yeni bir şeyler yapabilme imkanınım olmasının mutluluğunu yaşıyorum.  İyi ki varsınız diyebildiğim bir aileye ve başarılarda her zaman birlik beraberlik içinde olmamıza Allah’a çok şükür iyi ki bunlar var diyebiliyorum. İyi ki ülkemde huzurla çalışabildiğim bir ortam var diyebiliyor ve daha iyi olması için çaba sarf edebiliyorum. 
 
ÖNGÖRÜ MÜ PROFESYONELLİK Mİ? EĞİTİM Mİ TECRÜBE Mİ?
 
Kurallar, kurumsallık, profesyonellik bunlar da her zaman gerçek hayatla birebir gitmiyor.
Kurumsallaşma esnasında kendi öz değerlerinizden, gelenek ve göreneklerinizden bir şey kaybetmemeniz önemli. Kurumsallaşmadan 40-50 yıllık tecrübeyi bir kenara atmak anlaşılmamalı. Tecrübe en önemli değerdir. Bazen kurumsallaşma derken bu tecrübe göz ardı ediliyor. Geçmişe yaşanana değer vermediğinizde ilerlemeniz mümkün olmaz. Geçmişinden ders almayan, geleceğini tesis edemez.

AHMET USTA’NIN HİKAYESİ…

Kurumsallaşırken kurum bağlanmamalıdır.  Hikaye bu ya bizim bundan 30-40 yıl önce başladığımız gibi bir atölye işe başlıyor. Git gide büyüyor. Artık profesyonellerle çalışma zamanı geliyor. İş yerinde bir de kuruluşundan beri çalışan bir Ahmet usta var. Profesyonellerle çalışmaya başlandıktan sonra zamanla Ahmet usta bu profesyoneller tarafından istenmemeye başlanıyor. Ahmet usta 40 yıllık Ahmet usta, işin içinde. Profesyoneller ise aşağıda işler yürürken aşağıyı camlı bölmelerinden seyrediyorlar. Ahmet usta ise makinelerin sesini alacak, o işyerinin kokusunu duyacak. Ona melodi gibi gelen makine seslerinden bir tanesi aksasa problem olduğunu daha sesinden anlayacak. Çalıştığı insanların yüzlerine bakacak, mutlu mu değil mi daha mimiklerinden anlayacak. Bir üzüntüsü olan arkadaşına gidip dokunacak. Ahmet usta bakıyor ki yukarıdaki profesyoneller hiç aşağıya inmiyorlar. Arada Ahmet usta yukarı çıkıyor, onları çalışma ortamına çekmeye çalışıyor, ilgilensinler istiyor ama nafile. Yukarıdakiler Ahmet ustanın bu geliş gidişinden de rahatsız. Ahmet ustanın sakalları uzamış, ayakkabının topuğuna basmış, sırtında beyaz gömlek değil yağlı bir tulum var. Ahmet ustanın görünüşünden dahi hoşlanmıyorlar. Bu sefer bir giyim kuşam talimatı asıyorlar. Bu şekilde giyinmeyen bu kapıdan giremez diye. Ahmet ustayı içeri sokmuyorlar, patrona da kötülüyorlar. Ahmet usta artık burada durmamalı biz profesyoneller olarak kadroyu değiştiriyoruz. Ahmet ustayı işte çıkartıyorlar. Bir zaman sonra ise fabrikadaki çok önemli bir makine çalışmamaya başlıyor. Günlerce araştırıyorlar çözüm bulamıyorlar. Üretim aksıyor, firma zarar görüyor. Pek çok uzman getirtiliyor yine çözüm yok. Patron diyor ki bizim Ahmet usta bunu yapabilir. Ama bir tarafta da gurur var. Halbuki nefis, gurur ve ego işin önünde olursa ilerleme mümkün olmaz. Profesyoneller diyor ki gönderdiğimiz Ahmet ustayı nasıl çağıracağız. Patron ise Ahmet ustayı çağırıyor. Ahmet usta çok kırılmış. Fakat orada çalışanları düşünüyor. Bir taraftan milli servet bu diyor, geliyor. Sırtında eski bir çuval, içinde bir urgan bir tokmak, yine ayakkabılarının ökçesine basmış. Profesyoneller patrona diyor ki bize güvenmeyip bu adama mı güveniyorsun. Ahmet usta makinenin sağına bakıyor, soluna bakıyor. Kendince bir hedef alıyor. Balyozu bir vuruyor makine çalışıyor. Herkes şaşkın. Bu kez profesyoneller diyor ki kes faturanı paranı al. Ahmet usta bin lira fatura kesiyor. Bu kez diyorlar ki sen ne yaptın kardeşim, bir balyoz vurdun makine çalıştı, olay bundan ibaret. Ahmet usta diyor ki o zaman ben size 1 lirasını ikram ediyorum. 999 Lirasını tahsil etmek istiyorum diyor.  Çünkü balyozun bedeli 1 TL’dir. 999 TL nereden vuracağını bilmenin tecrübenin bedelidir. Siz de denediniz oldu mu?
Eğer eğitim ve tecrübeyi buluşturamazsanız problem orada başlar. Tecrübeye de eğitime de gereken değeri verdiğinizde gelişme yaşanır. 


Niyet halis olursa, akibet halis olur. Nefis ve kişisel egolar bir tarafa bırakıldığında akıbet hayır olur. 
 
 
BUGÜNDEN SONRASI İÇİN HAYALLERİNİZ NELER?
 
15 günde bir buluştuğumuz Eskişehir Düşünce Dostları diye bir dostlar topluluğu var. Dün akşamki konu da Ankara'dan Doç. Dr. Mehmet Akif Okur beyin Dünya Düzenindeki Değişiklikler ve Türkiye konulu sohbetini keyifle dinleyerek, kısa, orta ve uzun vadede dünyada ve ülkemizde neler olacağına dair, bilim adamının projeksiyonunu  ile geleceğin hayallerini kurma imkanına kavuştuk. Hayalleri kurarken, ayaklar yere basmalı ve hayallerin peşinden gidilecek bilgiye sahip olmak hayalinizin gerçekleşmesinde önemli rolü olacağı muhakkaktır. 
 
Ürettiğimiz askeri araç için ben dünden bugüne çok daha fazla heyecan duydum. Ülkemizin kendi teknolojisini geliştirmesi lazım. Dünyanın globalleşmekten uzaklaştığını görüyoruz. Bugün bir Alman, ben Alman vatandaşıyım diyor. Avrupa Birliği vatandaşıyım desin diye yıllarca uğraşıldı ortak para politikası yapıldı. Ama hayır, olmadı. Yapılan araştırmalar bugün bunu gösteriyor. Ben Fransızım, diyor, milli duygularından vazgeçmiyor.Bu nedenle ülkemizi koruma anlamında da artık bize uluslar üstü birlikler çok fazla şey vaad etmiyor. Ülkemiz adına da doğru yatırımlar yaptığımızı gördük. Dışa olan bağımlılığımızı azaltmalıyız. Hem savunma sanayi hem tarımsal üretim için bu geçerli.
 
ÜLKEMİZ HAYALLERİ OLAN BİRİ İÇİN GELECEK VAAD EDİYOR MU?
 
Bizim jenerasyonumuz zeytin, soğan ekmek yerdi. En kötüsünü gördük. Bizden öncekiler daha kötülerini gördü.Şimdikiler ülkenin çok iyi günlerine gözlerini açtılar. Bugün ülkemizde de her şeyin en iyisi var. Önceden yurt dışına giderken bize sipariş verirlerdi. Geçen yıllarda bir ayakkabı aldım Amerika’dan, baktım burada fiyatı daha uygunmuş boşuna taşımışım.
 


LİDER VE EKİP

 
İktidarımız ekonomiyi çok iyi noktalara getirdi. Fakat devletin yıpranmış artık iyi işlemeyen noktaları var. Uluslararası arenada ülkemizin masanın başına oturabilmesi için çok daha süratli hareket edebilen bir yapıya sahip olması lazım. Cumhurbaşkanımızın en büyük rakibimiz bürokratik oligarşi sözü çok haklı ve yerinde bir söz. Bunu aşmamız lazım. Burada da yetişmiş insan kadroları öne çıkmalı. Tamam lider baltayı alıyor ve ormanda yolu açıyor. Ekip arkasından yolu yaparak gelmeli. İşte bu ekibe ihtiyacımız var. Ekip zayıf olmamalı. Lider günde üç kilometre giderse, ekip bir kilometre giderse bu olmaz.
Ülkemizin çevresinde bir ateş çemberi var. Ülkemizin yararına olacak gelişmeler bu yüzden önemli. Kaynaklarımızın sarf olmaması için terörün bitmesi gerekli. Bu konuda kararlı olunduğunu görüyorum. Memnun oluyorum. Milli birlik duygusu yüksek  insanlarız. Aksi olsa idi bugün bölücülük yapan güçlerin istediği gerçekleşirdi, fakat tam tersine ülkemiz bütünlüğünden taviz vermiyor. Diyarbakır kırsalında 12 kahraman köylü, düşünün parçaları dahi kalmamış, silahların karşısında ve patlayıcı yüklü kamyonun yanında durup, hayır yapamazsınız diyebiliyor. Bu toprağın insanı böyle. Bu çok önemli.

 
Editör: TE Bilişim