Söyleşi:Şaban Bağcı
Kukla sanatının ciddiye alınmasını ve akademik bir kimlik kazanmasını isteyen “Ters Ağaç Kukla Tiyatrosu”nu Eskişehir’e kazandıran  Adem Dağlar ve Şafak Dağlar ile söyleşi yaptık. Dağlar çiftini dinlediğinizde kukla ile ilgili bilgileriniz alt üst olabilir. Kuklanın nasıl bir nefes aldığını hissedebilirsiniz.
-Kukla denince çocuklar geliyor akıllara ama sizin genellikle yetişkinler için performans sergilediğinizi biliyoruz. Kukla tiyatrosu bilinen ve bilinmeyen yönleriyle nedir?
Aslına bakılırsa bu bakış açısı, yani kukla denince her zaman çocuklarla ilgili bir tür eğlendirme halinin akla gelmesi, bizim ülkemiz ve benzer özelliklere sahip olduğumuz yakın coğrafya ülkeleri için söz konusu. Bu anlayışın daha çok Cumhuriyet Türkiye’si belki biraz daha öncesinden başlamış olacağını söyleyebiliriz. Konu hakkında elimizde belge vs. yok. Bunu peşinen söyleyelim. Yalnızca meseleyle ilgili kafa patlatıp kendi kendimize bulduğumuz bir sonuç. Batı tipi seyirlik eğlencelerin ve gösteri formlarının imparatorluğun son dönemlerinde bu topraklarda hayat bulmasıyla ve sonrasında Cumhuriyet elitlerinin modernleşme ve batıcılaşma politikalarının tepeden inmeci yöntemleriyle tercih edilen formların dışında kalan bazı sanat anlayışlarının kaderi olsa gerek bu durum.
Halk olarak resmi bir üniforma giymemiş şeyleri hafifseme, küçümseme ya da küçültme alışkanlığımız yerleşmiş. Örneğin; babamın beni en ciddiye aldığı zaman kravat taktığım zamandır. Kukla sanatının ülkemizdeki kaderi de aynen bu şekilde, bize göre. Kravatsız bir sanat formu olmasından kaynaklanmaktadır. Geçtiğimiz yıllarda bir üniversitenin konservatuar bölüm başkanı ile yaptığımız sohbette ısrarla şunu dile getirmeye çalıştık. “Kukla sanatının ülkemizde ciddiye alınmasını, yaygınlaşmasını ve gelişmesini istiyorsak, akademik bir kimlik kazandırmamız gerekiyor.” Buna gerçekten inanıyoruz. Akademik eğitimi önemsediğimizden değil. Bilakis ömrümüz bunu reddetmekle geçti. Akademik eğitimin sakıncalı olduğunu düşünüyoruz. Lakin söz konusu durumla ilgili gerçekse bunun tam tersi. Kuklanın bu ülkede hak ettiği önemi kazanabilmesinin en öncül koşulu, akademik bir kimlik kazanmasına bağlı bizce. Yoksa bizim gibi ‘Don Kişot’ların becerebileceği bir durum değil. 
Anlaşılmıyor olmak yetmiyor, üstüne bir de yeriliyorsunuz. Bizce çözüm, tekrar edecek olursak, kukla tiyatrosuna kravat takmamızla olacak. Bunu yapmadığımız sürece biz şununla hep karşılaşacağız. “Aaa, kuklacı mısınız? Bir ara bizim çocukları da gelip eğlendirsenize.” Aynı şey palyaço/clown figürü için de söz konusu.
-Türkiye’de kukla tiyatrosunun durumu nedir?
Ülkemizde kukla sanatının ve kukla tiyatrosunun son on yıldır yaygınlaştığı açıkça gözlemlenebiliyor.  Buna paralel olarak geliştiğinden ve ilerlediğinden bahsetmek ise çok zor. Ülkemizin son dönemlerinin yansıması aslında bu durum. Her şey gibi bu alan da piyasacı anlayışların eteğine yapışmış ve bu anlayışlara koşut olarak yaygınlaşıyor. Sanatsal bir üretim, gelişim ve ilerlemeden bahsetmek neredeyse çok zor. Haksızlık etmek istemeyiz. İstisnalar yok mu? Elbette var ama kaideyi bozamıyoruz işte. Bu durum bilim, kültür, sanat, siyaset, eğitim, sağlık vb. hepsi için geçerli değil mi? İşin niteliğiyle kimse ilgilenmiyor. Devlet, bürokrasi ve yerel yönetimler bu işlerden el etek çekerse durum biraz toparlanabilir bizce. Bürokratik yapılar bir şeyi desteklemeyi yanlış anlaşılmış, en başından itibaren. Destekten anlaşılan şey kendi istediğini yaptırmak. Yani destek vereceği kişi ya da kurumlara memuru gibi davranıyorlar. Yaratım, üretim ve bunların niteliğiyle ilgilenmek yerine, işin istatistiğiyle, sayısal yararıyla, tanıtım potansiyeli ve oya tahvil olasılığıyla ilgileniyorlar.
Düzenlenen festivaller ise yine piyasacı anlayışla her şeye başlıyor. Yani niyetin, Kukla Sanatı ve Kukla Tiyatrosunun ülkemizde pozitif anlamda yaygınlaşması ve gelişmesi olmayınca bir kıymeti olmuyor. Güzel haberler de gelmiyor değil. Örneğin; Antalya Şehir Tiyatroları bu yıl Kukla Tiyatrosu adına çok güzel bir adım attı. Bildiğimiz kadarıyla kukla ile ilgili ayrı bir birim kurup, bu birime aldıkları kişileri uluslararası camiada markalaşmış isimlerin öncülüğünde yetiştirerek kukla tiyatrosunun gelişimine pozitif katkı sağlamak için öncülük yapıyor. Bu gelişme bizim adımıza çok sevindirici ve bu işe öncülük edenlere buradan teşekkür etmemiz gerek.
- Kukla tiyatrosuna ilginiz nasıl başladı? Ters Ağaç Kukla Tiyatrosunun hikâyesi nedir?
Kukla yolculuğumuz İzmir'de başladı.  
Hikâyemiz kısaca şöyle; herkes gibi biz de fazla şey istemeden tertemiz vicdanla hayata tutunmaya çalışırken çok zorlandık. Bir sürü şey denedik. Bizden istenenlerle bizim istediklerimiz arasında kocaman mesafeler vardı. Bizimki ciğerlerini oksijenle doldurup dibe dalmak gibiydi. Denedik, belki mümkündür diye denedik. Her seferinde de boğulmaktan son anda kurtulduk. Suya direnmenin imkanı yoktu. O daha güçlüydü ve bizi içimizdeki nefesle asla kabul etmeyecekti. İnsanca yaşamaktan başka isteğimiz yoktu. Bugün de namuslu, ahlaklı ve vicdanlı olmaktan başka isteğimiz yok.
Yeni yollar ararken tesadüfen 2008 yılında, kulakları çınlasın, 9 Eylül Üniversitesi'nde Öğretim Görevlisi olan Ayten Öğütçü'nün Kukla Yapımıyla ilgili workshopuna katıldık. Hemen ardından İzmir Kukla Festivalini yakından takip etme ve ufak da olsa o yıl kukla yapımıyla ilgili festival bünyesinde görev alma fırsatımız oldu. Derken kukla tiyatrosu yapmak isteyen yeni birileriyle tanıştık ve sonrasında, beraberliğimiz çok uzun sürmese de, 'İpler Gölgeler Kukla Tiyatrosu'nu kurarak amatörce bu alana adım attık. Ardından yaptığımız işlerin beğenilmesi üzerine gelen teklifler bizi boğulmaktan kurtaran can simidine dönüştü. Bu işle profesyonelce ilgilenen yerli ve yabancı sanatçıların işlerimize dair olumlu tepkileri ve bizi yönlendirmelerinin cesaretiyle 2009 yılında bir aile tiyatrosu olan 'Ters Ağaç Kukla Tiyatrosu'nu kurduk.
2007 yılında evlenmeden hemen önce İstanbul'dan kaçıp yerleştiğimiz İzmir'in bize iyi gelmediğini anladık ve 2011 yılında Eskişehir'e taşındık. Eskişehir'e gelir gelmez 'Kukla Tiyatrosu' adına ilk profesyonel tekliflerimizi almaya başladık. Daha önce evimizin bir odasını atölye olarak kullanırken bu gelişmeler üzerine Yalaman Sokakta şuan tiyatromuzun, sahne ve fuayemizin bulunduğu yeri tutarak atölyemizi biraz daha profesyonel hale getirdik. Birkaç ortak yapımın ardından 2013 yılında iç yapımımız olan “Son İncir” adlı oyunumuz doğdu. Bir süre nadasa bıraktığımız oyunu, 2014 yılı başında yeniden rejisini yaparak hazırladık. Fakat bu kez oyunu sergileyecek yerimiz yoktu. Hemen atölyeye bir sahne ilave etmeye karar verdik ve 2014 Mayısında 20 kişilik minik sahnemizin açılışını yaparak oyunumuzu sergilemeye başladık.
-İsmin çok özel, ilgi uyandırma potansiyeli var. Niye Ters Ağaç? İsmin sizin açınızdan özel bir mesajı var mı?
Aslına bakarsanız isim ararken özellikle pek alt metin içermeyen, yalın, sade, hatta basit bir isim olmasına dikkat etmeye çalıştık. Salyangoz gibi, böcek gibi, ağaç gibi bir şeydi aradığımız. Ağaç, kuklanın, geleneksel anlamda, en temel malzemesi olduğu için, üzerine çokça düşündüğümüz bir kelimeydi. Fakat tek başına yeterli durmuyor ve hoş bir fonetiğe de sahip değildi. “Ağaç” kelimesi etrafında uzunca bir süre dönüp dolaştık. Biz genelde meselelere, anlamlara, kavramlara tersinden bakmayı ve tersinden okumayı seviyoruz. Performanslarımıza da fazlasıyla yansıyor bu bakışımız. İsim arama sürecinde de bu bakış açısını doğrudan en kaba haliyle denemek istedik. “Ters Ağaç” ismi ilk ağzımızdan çıktığı andan itibaren çok hoşumuza gitti ve hemen benimsedik. Bir süre hakkında araştırma yapmaktan bilinçli olarak uzak durduk. Çünkü tiyatromuzun isminin derinlikli bir mana içermesini istemiyorduk.
-Oyunlarınız, turneleriniz hakkında neler söylersiniz?
“Kukla Fiko” adlı performansımızı saymazsak, çünkü “Kukla Fiko” ya da “Fiko'nun Kulübesi” adlı performansımız bir sahne performansı değil, gezici bir kukla gösterisi, 'Ters Ağaç Kukla Tiyatrosu' olarak bizim şimdilik yalnızca “Son İncir” adlı performansımız var. “Son İncir”, gösterim tekniği, anlatı dili ve hikayenin içeriği bakımından yetişkin yani 15-16 yaş üzeri izleyicilerin seyredebileceği bir oyun. Aslında aynı gerekçelerden ötürü ve sözsüz bir oyun olması nedeniyle bir performans. Hikayenin aktarım tarzı, anlatı dili, gösterim tekniği klasik tiyatral bir performansın dışında ve hatta bilinen, tanımlı bir formda olmadığından, bizim de kukla sanatıyla tanıştığımız ilk günden beri denemek ve yapmak istediklerimize uygun bir zemin yarattığı için yeni bir tür olarak tanımladık. Bu türe de “Ritüelistik Kukla Performansı” adını verdik.
 -Sanırım kukla üretimi de yapıyorsunuz? Yalnızca kendi projeleriniz için mi kukla yapıyorsunuz?  
Evet. Aslına bakarsanız kukla tiyatrosunun en temel karakteri, yani kukla tiyatrosu yapmanın en doğru yolu, başından sonuna yapılan tüm işlerin sizin elinizden çıkmasıdır. Yani, kuklacı ya da kukla sanatçısı dediğimizde, bu alanın gelişmiş olduğu ülkelerdeki insanlar genelde şunu anlar: Kuklasını yapan, kuklayı yaparken karakterini ve hikayesini yazan, karakterin ve hikayenin ihtiyaç duyduğu diğer yan karakterleri ve aksesuar, obje, dekor vb. her şeyi hazırlayan, mümkünse tüm bunları performans, gösteri ya da oyuna çevirirken müziğini ve ışığını da tasarlayan kişidir.
Biz kendi projelerimiz için tasarım ve uygulamalar yapmanın yanında farklı kurum ve topluluklar için de tasarım ve uygulamalar yapıyoruz. Ters Ağaç Kukla Tiyatrosu sanatçıları olarak bizim bu alandaki en büyük avantajımız, hemen hemen her türde kukla tasarımı ve uygulaması yapabiliyor olmamız. (Yaptığımız tasarım ve uygulamalarla ilgili görsel ve bilgilere web sayfamızdan ve sosyal medya hesabımızdan ulaşabilirsiniz.) Dolayısıyla kukla oyunu yapmak isteyen topluluk ya da kurumların, eğer kendi bünyelerinde bunu çözemiyorlarsa, ülkemizde çalacağı kapı sayısı çok az. Bir elin parmaklarını pek geçmez. Bunlardan biri de biziz ve Eskişehir'deyiz. Yurtiçi ve yurtdışındaki birçok tiyatro kurumu ve topluluğuna kukla tasarımları ve uygulamaları yapmakla beraber kukla manipülasyonu ve rejisi konusunda da danışmanlık yaptık. 
-Geçtiğimiz günlerde Ters Ağaç Fuaye Cafe açılışı yaptınız. Fuaye Cafe hangi ihtiyacın sonucudur?
Yeni açtığımız Fuaye Cafe şöyle doğdu aslına bakarsanız. Tiyatro ve atölyemizin bulunduğu bu mekanı yaklaşık beş yıl önce açtık. Bu süreçten daha önce bahsetmiştik. Kukla tasarım ve üretim süreçlerini gerçekleştireceğimiz yer olan bu atölyeyi gerçek manada hiçbir zaman kendi işlevi için doğru dürüst kullanamadık. Burası daha çok arkadaşlarımızı, misafirlerimizi ve burayı merak edenleri ağırladığımız, ikramlarda bulunduğumuz bir mekan oldu. Tasarım ve uygulama işlerini yine önceden olduğu gibi hep evde yapmak durumunda kaldık. Burada çalışmak istediğimizde bizi seven ve bizi merak edenlerin geliş gidişinden ötürü 3 saatlik bir iş 3 - 5 gün sürebiliyordu. Bazen perdeleri kapayıp ışıkları açmaya korktuğumuz bile oluyordu. Lakin insanların gelip gitmesinden de çok mutlu oluyorduk. Çünkü bu bir paylaşım yoluydu. Paylaştıkça gelişip çoğalabiliyor ve mutlu oluyoruz. Biz neredeyse Eskişehir’deki arkadaşlarımız ve tanıdığımız diğer insanların çoğunu burası sayesinde tanıdık. Üç yıl kadar önce kurduğumuz sahne ise bu durumu biraz daha hızlandırıp çoğalttı. Gelen herkes buradan çok etkileniyor ve burayı büyüleyici buluyordu.  Onlarında ısrarı üzerine uzun süre buna dirensek de sonunda dayanamayıp bu mekana bir de Fuaye Cafe ilave etmemiz gerektiğine karar verdik. Yine kendi dünyamızı ve tercihlerimizi yansıtmak ve sunmak istedik. Bunu paylaşmak isteyenlerle de burada yani Fuaye Cafemizde şimdi rahat rahat buluşabiliyoruz.
Fuaye Cafe aynı zamanda yavaşlamak, şehrin hızından, gürültüsünden ve hengamesinden uzaklaşmak, kendine ve başkalarına zaman ayırmak, şömine ve soba keyfi yapmak isteyenler için keyifli bir mekan bizce. Tasarım sürecinde ve dekorasyon aşamasında tüm bunlara dikkat etmekle birlikte, mekanın kendi ambiyansını da bozmak istemedik. En başta burası, atölyesi ve sahnesi olan bir kukla tiyatrosu. Daha önce sabit olan sahnemizi portatif hale getirdik. Performans günlerinde kurulup sonrasında kaldırılabilecek. Mekanın aydınlatmasını da insanların kendilerini sahnedeymiş gibi hissetmeleri için tiyatro ışıklandırması mantığıyla yaptık. Günün gündüz ve gece farkını burada yaşayabiliyorsunuz. İçecek ve yiyecek tercihlerimizi de dikkatli seçmeye çalıştık. Doğal ürünler olmasına dikkat ediyor, mümkünse yerel üreticilerden alış-veriş yapmayı çalışıyoruz. Kalabak suyu konusunda sonuna kadar ısrar edeceğiz. Bu şehir için önemli bir değer çünkü. Soda ve gazoz dışında gazlı ve ambalajlı içecek bulundurmuyoruz. Sodalarımız ve gazozumuz da zaten glikoz içermiyor. Tatlı çeşitlerimiz ve atıştırmalıklarımız burada yapılıyor.
Son olarak şunu söyleyebiliriz. Önceden de gönlümüz insana açıktı, şimdi de… Şimdi sadece biraz bedeli var o kadar.


 
 

 
Editör: TE Bilişim