Söyleşi: Tuğba Koçal 
Haber Kaynağı: Manşet Gazetesi 
Eskişehir Tabip Odası Başkanı Hamit Güçlüer ve yönetim kurulu üyeleri ile sağlık sistemi ve sağlık çalışanların sorunları gibi konular hakkında söyleşi yaptık.
Soru:Sayın Başkan  Türkiye sağlık ortamıyla ilgili neler söylemek istersiniz?
 
Dr.Hamit Güçlüer: 14 Mart Tıp Bayramını kutlayacağımız güne dikkat çekerken, sağlık ortamımız çizilen pembe tablonun oldukça uzağındadır. Sağlıkta tartışılması gereken pek çok sorun olmakla birlikte bunlar şu temel başlıklarda toplanabilir:
Haksız ve hukuksuz ihraç edilen meslektaşlarımızın durumu, OHAL altında hekimlik yapmak, ücret güvencemiz, tehdit altındaki mesleki bağımsızlığımız, emekliliğe yansımayan düşük ücretler, buna karşılık ağır çalışma şartları ve artan hasta yükü, aile hekimlerine dayatılan angaryalar, ülkede tüm alanlarda olduğu gibi sağlık alanında da gittikçe artan şiddet ve olmayan can güvenliğimiz.
Son günlerde sağlık alanında en çok konuşulan konulardan biri şehir hastaneleri. Referandumun yaklaşmasıyla birlikte öne çıkarılan şehir hastanelerini siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Dr. Hamit Güçlüer: 2005 yılı Temmuz ayında 5396 Sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanununa eklenen bir madde ile “Sağlık tesislerinin Sağlık Bakanlığınca verilecek ön proje ve belirlenecek temel standartlar çerçevesinde kendisine veya Hazineye ait taşınmazlar üzerinde 49 yılı geçmemek şartıyla belirli süre ve bedel üzerinden kiralama karşılığı devredilmesi” kanunlaşmış, 2007 yılında Sağlık Bakanlığı bünyesinde "Kamu Özel Ortaklığı Daire Başkanlığı" kurulmuştur. Böylelikle kamudan özel sektöre kaynak aktarmanın yeni bir yolu açılmıştır. Bu nasıl olacak derseniz; kredi kullanan şirketlerin zora girmesi durumunda ortaya çıkacak riski devlet üstleniyor. Devlet hastane yataklarına %70 doluluk garantisi veriyor. Yapılacak 17 şehir hastanesi için ihale alan şirketlerden çıkacak para yaklaşık 10 milyar dolar; devletin bu şirketlere kira olarak ödeyeceği para ise 27 milyar dolar. Bu 17 milyar dolar dolaylı olarak vatandaşın cebinden çıkacak ve özel sektöre kaynak olarak aktarılacak. Bunu örnekleyecek olursak Erzurum’da klasik ihale yöntemiyle yapılan 1.200 yataklı, içinde 7 adet ameliyathanesi, yoğun bakım ünitesi de olan hastane maliyeti 213 milyon lira. Bu hesapla Türkiye’nin 81 iline aynı büyüklükte birer tane hastane yapılsa toplam maliyeti yaklaşık 17 milyar TL olacaktır. Bu hastaneler şehir merkezinden uzak olduğu için ciddi ulaşım problemlerine sebep olacaktır. İyi otelcilik hizmeti, çok tetkik, gösterişli binalar, kapıda vale bu hastanelerin görünen yaldızlı yüzüdür. Oysa özel sektör tarafından işletileceklerinden gereksiz tetkiklerde artış, kar getirmeyecek hastaların başka hastanelere sevk edilmesi, çalışanların artmış iş yükü gibi daha önce bu modeli denemiş ülkelerde karşılaşılan sorunlara sebep olacaktır.
Türkiye’de çok sayıda tıp fakültesi açıldı ancak buralarda verilen eğitimin kalitesi de ciddi bir tartışma konusu. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? 
Dr. Murat .S Erol:Tıp eğitimi ciddi bir zafiyete uğradı. Bu konuda deneyimli birçok akademisyen sağlık politikaları ve üniversitelere uygulanan dayatmalar nedeniyle – zira bir dönem akademisyenlere “ya ameliyat yapmadan, hasta bakmadan sadece ders vermek için kalırsınız ya da hastaneden ayrılırsınız denilmişti- mesleğinden uzaklaştı o insanlar, ekonomik olarak mağdur edildi. Çapa ve Cerrahpaşa’da birikimli akademik kadrolarının büyük bir kısmı özel üniversitelere veya özel hastanelere geçmek zorunda kaldılar. Az bir kısmı kalmaya devam ediyor. Bu durum, eğitim niteliğinde ciddi bir düşmeye sebebiyet verdi. Bunun yanında hızla açılan vakıf ve özel üniversiteler, tıp fakültelerinin gerekliliğini karşılayamadılar. İnsanlar çok hızlı bir şekilde mezun edildi, hızlandırılmış bir şekilde yardımcı doçentlik kadroları açıldı, yayınların kimin ve nasıl yaptığı belli olmayan şekilde insanlar doçent oldu. Orada eğitim görevlisi hizmeti vermiş kabul edilerek profesör kabul edildi bu insanlar.
Bakın, biz ne kadar hekimsek bir o kadar da potansiyel hastayız. Açık söylemek gerekirse ben acil durumda nerede kimin eline düşeceğimden kaygı duyuyorum. Her şey çok hızlandırılmış, kağıt üzerindeki belgelerin konuştuğu bir dönemden geçiyoruz.
OHAL ihraçları sağlık alanında nasıl karşılık buldu?
Dr. M. Akif Aladağ: OHAL başladığından bu yana 2 bin 761 hekim ihraç edildi; ki bunların büyük bir kısmı da akademisyen. Bu insanların bir anda hizmet dışı bırakılması sağlık alanında büyük bir talihsizliktir. Bunların suçluluğu ya da suçsuzluğundan bağımsız olmakla birlikte ihraç edilme şekilleri başlı başına hukuk garabetidir. Ne bir idari soruşturma, ne bir ceza soruşturması, ne yargılama var, öne sürülen somut hiçbir gerekçe yok. Örneğin Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin çok değerli akademisyeni ve bilim insanı Prof. Dr Cem Kaptanoğlu 686 No.lu KHK ile ihraç edilmiştir. Cem hocamız sadece üniversitesinden, öğrencilerinden değil hastalarından da uzaklaştırılmıştır. Aslında uzaklaştırılmak istenen hocalarımızın gururla taşıdığı hekimlik değerleridir. Ne yazık ki bu hukuksuz ihraçlar genç hekimin ölümüne sebep olmuştur. İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Eğitim Araştırma Hastanesi Biyokimya Anabilim Dalı’nda asistan olan Hasan Orhan Çetin OHAL kararnamesiyle uzaklaştırıldığını öğrendikten sonra 19 Şubatta çalıştığı hastanenin 10. katından atlayarak yaşamına son vermiştir.
 Acil servislerin her zaman yoğun olduğunu biliyoruz. Peki aciller neden bu kadar kalabalık?
Dr. Seçil Biçer: Gerçekten de acil servislere başvuran hasta sayısı, acil servislerin iş yükü her geçen artmaktadır.  2015 yılında Türkiye genelinde acil servislere başvuru sayısı 110.915.407 kişidir. 2016 yılında Eskişehir Devlet Hastanesi acil servisinde 500 bin hasta tedavi olmuştur. Bu sayı 2015’te hizmet alan hasta sayısından %9.6 daha fazladır. Yunus Emre Devlet Hastanesi acil servisinde ise 258 bin hasta muayene edilmiştir.  Bu rakama Sivrihisar ve Çifteler Devlet Hastaneleri’nin acil servislerinde muayene olan yaklaşık 80 bin hasta da eklendiğinde sayı Eskişehir nüfusuna neredeyse eşittir.  Acil servislere başvurulardaki artışın sebeplerinden biri kişi başı hekim müracaat sayısının genel olarak artmış olması ve bu yükü polikliniklerin kaldıramayarak tıkanmasıdır. 2002’de bir kişi yılda ortalama 3 kere hekime başvururken şu an 8.4 kez hekime başvurmaktadır. Bu rakam OECD ülkelerinde 6.8'dir. Birinci basamak başvuruları giderek azalırken, hastalar istedikleri kuruma sevk zinciri, denetleme mekanizması olmaksızın başvurabildiklerinden aynı şikayet için başlanan tedaviyi dahi tamamlamadan tekrar tekrar 2. Hatta 3. Basamağa başvurmaktadır. Bu rakam artışı hekime ulaşımın kolaylaşması ile açıklanabilecek bir artış değildir. Aksine muayene için hastalara ayrılan süre azaldıkça, hasta memnuniyeti de azalmakta, 5 dakikaya inmiş muayene sürelerinde hastalığını ve tedavisini dahi anlayamayan hastalar tekrar hekime başvurmaktadır. Hizmetin çoğunun acil serviste verilmesinin bir sebebi de sağlık güvencesi olmayan, prim ödemelerini yapamayan hastaların acil servisten başka muayene olma imkanı bulamamasıdır. Bu aşırı iş yükü uzayan bekleme sürelerine, gerçek acile yeterli vakit ayrılamamasına dolayısıyla da gerginliğin ve şiddetin artmasına sebep olmaktadır. Acil servisler sağlık personeline şiddetin en yoğun yaşandığı yerlerden biridir.
Sağlık çalışanına yönelik şiddet ne durumda?
Dr. Aslı Ünügür: Bakın, sağlıkta şiddetin artışı bile memnuniyetsizliğin parametrelerinden biridir. Bir de, sağlık çalışanlarını vatandaşın gözünde ötekileştiren söylemler çok etkili. Yaptığımız çalışmalar, sağlık çalışanlarının sağlık çalışanları dışındaki nedenlerden kaynaklandığını ortaya koyuyor. Ve Türkiye’de resmi olarak adli makamlara yansıyan günlük ortalama sağlıkta şiddet vakası sayısı 30 civarındadır.
Bunun temel sebebi sağlıkta dönüşüşüm politikası kağıt üzerinde, ekranlarda, kamu spotlarında mükemmel olarak gösterilirken, aksayan tüm yönlerinin sağlık çalışanlarına yüklenmesidir. Oysa sağlık çalışanı da bu aksayan sistemin hasta kadar mağdurudur. Muayene olamayan, derdini anlatamayan, tedavisini anlayamayan hasta sorunu hekimde görmektedir. Bir hasta için ayrılması gereken muayene süresi 20 dakikadır. Hastaya uygun sürenin ayrılması gereksiz veya mükerrer tetkik, tedavi uyumsuzluğu gibi sorunlar kadar iletişim kazalarını da ortadan kaldıracaktır. Bir yandan da şiddet ülkemizde her alanda giderek artmakta, sağlık çalışanları da bu durumdan payını almaktadır.
Hep hastanelerden bahsettik, aile hekimliği de sağlıkta dönüşümün önemli bir parçası. Aile hekimlerinin sorunları neler?
Dr. Mehtap Yıldız:Biliyorsunuz sağlık ocağı sistemi kaldırılırken, eski binaları aile hekimlerine verilmişti. Aile hekimleri bu binalardan çıkarılarak kendi binalarına, bir nevi muayenehanelerine geçmektedir. Son dönemde belirli bölgelerde sıfır nüfuslu, binasız aile hekimliği birimleri açılmakta ve bu birimlerin 1 yıl içinde 1000 nüfusa ulaşması beklenmektedir.  Yeni aile hekimleri bu sayıya mevcut aile hekimlerinin nüfuslarından kendi çabalarıyla hasta kazanarak ulaşmak zorundadır. Bu durum zaman zaman etik olmayan yöntemlerin kullanılmasına, çalışma barışının bozulmasına sebep olmaktadır. Aile hekimleri adli nöbet, otopsi, enjeksiyon nöbeti gibi başlangıçta tanımlanmamış angaryalar altında ezilmekte, birinci basamağın esas görevi olan koruyucu hekimlik çalışmalarına vakit bulamamaktadır.
Birinci basamağın bir diğer bileşeni de iş yeri hekimliği. İş yeri hekimlerinin sorunları neler?
Dr. Murat S. Erol: İş yeri hekimliği ve iş güvenliği alanında da durum çok farklı değil. Çalışma Bakanlığı bu alanda onlarca yasa, yüzlerce yönetmelik yaptı. Türk Tabipleri Birliği’nin bu alandaki yetkinliğini yok sayarak alanı özel sektöre devretti. Ancak bu durum denetimsizliğe neden oldu. 2002’de 1300 civarında olan ölümlü iş kazası sayısı 2016’da 1900'lere ulaştı. Her alanda olduğu gibi bu alanda da denetimsiz ve kaotik bir yapı hakim. Bundan iş yeri hekimleri de etkilendi ve ciddi ücret kaybına uğradı.
Bu kadar çok sorun var, TTB bunlar için ne öneriyor? Bir çözüm önerisi var mı?
Dr.Hamit Güçlüer: Türk Tabipleri Birliği bütüncül bir sağlık hizmetini öncelemektedir. Bu hizmet kar getiren tetkik tedavi hizmetlerine değil, uzun vadede toplumun sağlıklı kalmasını sağlayacak koruyucu sağlık hizmetlerine de odaklanmalıdır. Aşılama, temiz içme suyu, gıda güvenliği, ücretsiz taramalar, anne bebek sağlığı, üreme sağlığı  gibi hizmetlere  önem verilmelidir. Genel bütçeden herkese koşulsuz, eşit, kolay ulaşılabilir, ücretsiz sağlık hizmeti sağlanmalıdır. Hasta insanın bir kazanç kapısı olarak görüldüğü Dünya Bankası’ndan ithal mevcut sağlık sistemimiz bizi bu sorunun çözümünde bizi bir paydaş olarak göremese de aslında bu konularda TTB’nin önemli bir birikimi ve ciddi çalışmaları vardır.
Son olarak ne söylemek istersiniz?
14 Mart’a girerken TTB olarak 4 talebimiz var:
Haksız hukuksuz ihraç edilenler görevlerine iade edilsin.
Hastaya yeterli süre ayırmak istiyoruz.
Çalışırken ve emeklilikte insanca ücret talep ediyoruz.
Sağlıkta şiddet sona ersin diyoruz
Her şeye rağmen iyi hekimlikten, özlük haklarımızdan, demokrasi talebimizden vazgeçmiyoruz.
 
Editör: TE Bilişim