3500 yıllık bir tarihi yaşamak mümkün müdür? Antik dönemden,  Osmanlıdan ve günümüz Cumhuriyetdönemine uzanan kendinehas efsunuyla sizi içine çeken antik çağdan bu güne zamanda yolculuk yapmanıza olanak sağlayan nadir kentlerden Strotenikeia, Muğla’ya bağlı Yatağan-Milas karayolu 7. Kilometresinde Eskihisar köyünde bulunmaktadır. M.Ö 281-261 yılları arasında kurulduğu tarihten bu güne yerleşim alanı olması en büyük özelliği.

Kent girişinde adımlarınızı attığınız anda başka bir dünyanın kapıları ardına kadar açılıyor.

Ah StratonikeiaAntiochos’un aşkının ölümsüzlüğünde

Gökyüzünde süzülen Şahintanıklık ediyor duygularıma

Emekliye ayrılmış bir gladyatörün hayatta kalmak için aldığı hayatların

İsyan çığlıklarını duyuyorum sütunların arasından

Tiyatroda son perde Romalı bir oyuncu diz çöküyor ensesine dayanmış kılıcın huzurunda

Tanrılara sunulan sunaktaki son kurbanınçırpınışlarını hissederken

Beylikler döneminden kalma camiden yükselen ezan sesiyle

Hasan Şar ağanın evinden kilim dokuyan kadınların söylediği türküler kesilir biranda  

Eskihisar’lı bir köylü bahçesindeki zeytin ağacının altında duran

 Üzerinde kabartmalar olan binlerce yıllık taş bloğa oturuyor Öğle vaktini uğurlamak için…

Ah Stratonikeia sen aşkı bulmuş kadın

Ben senin efsaneleşmiş aşkının gölgesinde                                                                                                              Kaybolan yalnızlığımla noktalıyorum son dizemi.   Selda Davran

Kent sokaklarında ilerliyoruz. Biraz şanslıyım çünkü yanımda Stratonikeia kazılarında bulunmuş arkeolog olan ablam Funda Davran var. Gezi boyunca bize rehberlik ediyor ve kendisinden ilginç ve kıymetli bilgiler alıyorum. Stratonikeia’nın en büyük şanssızlığı TKİ’nin kömür sahalarında yer alması.                  Kentin giriş kapısının önündeki kutsal yolun kenarında yer alan oda mezarlar kömür ocakları havzasının altında kalarak yok olmuş. Sadece bir tanesi kalan oda mezar kesme taşlardan her hangi bir harç malzemesi kullanılmadan birbirine geçirilerek inşa edilmiş. Hırsızlar tarafından üst tarafındaki taş bloklardan birisi çıkarılarak mezar soyulmuş. Arkeologlar mezara girdiğinde sadece bir kaç sikke ve eşya kalıntısına ulaşmışlar. Antik tiyatrodaki çalışmalar henüz tamamlanmamasına rağmen bu haliyle bile muhteşem görünüyor.  Tiyatronun sahne kısmı yağan yağmurlardan dolayı sular altında, bataklığa benzer gölet oluşturmuş. Gölet kendi halinde kolay kuruyacağa benzemiyor. İçim sızlayarak ablama neden bu suyun çekilmediğini soruyorum.  ‘’Maalesef’’   diye başladığı cümleyle sadece Stratonikeia’yı kapsamadığını anlıyorum… ‘’Türkiye açık hava müzesi olmasına rağmen gerekli önem verilmiyor. Bakanlığın yetersiz bütçe ayırmasıyla sadece kazı sezonunda bir şeyler yapılabilir. Şuan buraya kimse dokunamaz. Bakanlığın atadığı komiser gözetiminde arkeolojik çalışmalara önce temizlik ve bakımla başlanılıyor.’’ Diyor. Anlayacağınız bakanlıktan kazı için ruhsat çıkacağı ana kadar antik kent  ‘’Saldım çayıra Mevla kayıra’’  mantığıyla kaderine terkedilmiş. Sadece kazı çalışmaları sırasında korunuyor olması da ülkemize has bir ironiyi ortaya koyuyor…  Kent meclisinin toplandığı (bouleuterion) binanın girişinde rastladığımız yılan arkeologların ne denli zor koşullar altında çalıştığının ispatı. Sayısız yılan, kene, örümcek gibi zehirli ısırılma risklerine rağmen kazı alanlarında ki derme çatma yaşam koşullarında ailelerinden sevdiklerinden ayrı kalarak onca özveri içerisinde tarihi gün ışığına çıkaran bu bilim insanlarına hayran kalmamak elde değil. Maalesef ülkemizde arkeologlara gereken önem verilmiyor.  Karia kurtarma çalışmaları son beş yıldır durmuş durumda.  Sit alanı olduğu bahane edilip kaçak kazı yapıldığı öne sürülerek Karia paha biçilmez bir tarih kaderine terkedilmesiyle orada çalışan arkeologlardan birçoğu da işsiz kalmış. Geçimlerini sağlamak adına buldukları işlerde çalışmak zorunda kalmışlardır.  Bir bilim insanı kolay yetişmiyor.  Ne acıdır ki bölgede yer alan termik santral ve linyit yataklarına önem vermekten binlerce yıllık tarih gözler önünde çürüyor. Neredeyse bütün bölgeyi kaplayan antik kentler, tapınaklar bürokrasi, ödeneksizlik, linyit yatağında olması gibi bahanelere takılıyor…

Gezimiz sırasında kazıbaşkanı SayınBilal Söğütle karşılaşıyoruz.  Neyse ki ülkemizde bu denli kıymetli bilim insanlarımızın oluşu bir nebze içimize su serpiyor.  Bilal Hoca’nın sayesinde bu alanda kendisi ve ekibi tamamen hayatlarından ödün vererek, kendi çaba ve emekleriyle fedakârlıklar yaparak, tarihi aydınlatarak, tarihi hazinemize sahip çıkarak, bilimin önünü açıyorlar. Türkiye bu insanlara çok şey borçlu…