Bir adam ölür ...

Öldüğünü fark ettiğinde, Tanrı'nın elinde bir çanta ile kendisine yaklaştığını fark eder. Tanrı ile adam arasında şöyle bir konuşma geçer.

Tanrı: Haydi oğlum gitmek zamanı.

Adam: Bu kadar mı erken? Daha bir sürü planım vardı...

Tanrı: Üzgünüm ama gitmek zamanı.

Adam: O çantada ne var?

Tanrı: Sahip oldukların!

 Adam: Sahip olduklarım mı? Yani eşyalarım mı? Elbiselerim, param...

Tanrı: Onlar asla sana ait değildi, onlar dünyaya aitti.

Adam: Anılarım mı?

Tanrı: Hayır. Onlar zamana ait.

Adam: Yeteneklerim mi?

Tanrı: Hayır. Onlar koşullara ait

Adam: Arkadaşlarım ve ailem mi?

Tanrı: Hayır oğlum. Onlar yürüdüğün yola ait.

Adam: Karım ve çocuklarım mı?

Tanrı: Hayır. Onlar kalbine ait.

Adam: O zaman bedenim olmalı?

Tanrı: Hayır hayır. O toprağa ait.

Adam: O zaman kesinlikle ruhum olmalı!

Tanrı: Üzücü bir hata yapıyorsun oğlum. Ruhun bana ait.

Adam gözlerinde yaşlar ve kalbinde korkuyla çantayı Tanrı'nın elinden alıp açtı. Boştu! Kalbi kırık, göz yaşları yanaklarından akarak Tanrı'ya sordu...

Hiçbir şeye sahip değil miyim?

Tanrı: Doğru. Asla bir şeye sahip değildin.

Adam: O halde, benim olan ne vardı?

Tanrı: Anlar... Yaşadığın anlar senindi. Hayat sadece bir andır. İşte o anı yaşayın, her anınızı sevin ve her anınızın tadını çıkarın.

***

'An'ı yaşamak, günü yaşamak gibi algılansa da aslında 'an'ı yaşamak, insanın yaşarken kendi hayatının farkında olması demektir. Bulunduğu 'an'ı, sadece hayatın ne kadar da kısa olduğunu fark edebilenler, yaşayabilir ve yaşatabilir ancak.

Şöyle bir düşündüğünüzde 'an'ı anlamanızın bile an meselesi olduğunu göreceksiniz. Bunu anlayabilenler için dün geçmiştir, yarın da mutlaka gelecektir. Elinde  ise sadece bugün vardır. Doğası gereği, başına gelen ani ve  acı bir kayıpla öğrenir çok kişi 'an'ının kıymetini... Ne yazık ki, yaşadığı o acı tecrübeden sonra bugününü  doyasıya yaşamak gerektiğini anlar,  insanoğlu...

Ah, İnsanoğlu! Keşke, geleceğin tedirginliklerinde yaşlanmanın  ne kadar da  gereksiz bir şey olduğunu  acı bir şekilde tecrübe etmeden anlasan...!!!

Belki de  insan, en çok yaşlandıkça 'an'ı yaşamanın gerekliliğini,  yaş kemale erdikçe anlıyor hayatının kıymetini, kim bilir ?  Gün geliyor, bir de bakıyorsunuz ki, gelecek var mı,  yok mu ?  Anlamsız ve belirsiz...  Geçmiş ise çok ama çok gerilerde kalmış. Elde kalan mı? Şimdi, şu an, sadece bugün var...

Sahip olduğunuz ve kontrol edebildiğiniz tek zaman, içinde bulunduğunuz 'an'dır. Yaşınız ilerledikçe, içinde bulunduğunuz durum ile arzuladığınız durum arasındaki boşluk ve bir türlü boyunduruğundan kaçamadığınız düşüncelerinizle başbaşa kalıverirsiniz.
Öyle ki;  bazen de bütün bu düşüncelerinizle, yaşadığınız 'an'ın tadını çıkarmayı bir türlü beceremezsiniz.  Yaşamaya çalışırken bir taraftan da sahip olduklarınızı kaybedeceğinizin kaygısıyla bunalımdan bunalıma sürüklenirsiniz.

Elbette 'an'ı yaşamak demek, öyle sanıldığı gibi her aklınıza eseni çılgınca gerçekleştirmeye çalışmak demek değil.  'An'ı yaşamak demek, bu hayatta, yaşamaya değecek olan ne varsa onu özgürce gerçekleştirmeniz demek. Tabi ki burada kastedilen özgürlük,  sınırsızlık demek değil.

'An'ı yaşamak, doğru yanlış demeden hayatın içinden geçip giden ne varsa onları değiştirmenin mümkün olmadığının bilincine varmanız demek.

Yarınınızı bilememenin bilincinde olmanız ve yaşadığınız günün tadını çıkarabilmeniz demek.  

Yani kısacası,  geçmişin pişmanlıklarından ve geleceğin bilinmeyen  kaygısından kurtulup  içinde bulunduğunuz zamana odaklanıp  keyif almayı becerebilmeniz demek.

Sanırım bu mottonun en güzel açıklamasını  Lao Tsu yapmıştır: ''Ölmek için yaşamak gerekir, unutma!  Anı yaşa, yarını da unutma.''

Haa, bir de unutmadan söyleyeyim, 'an'ı yaşamayı en iyi  çocuklar, aşıklar, bir de kayıpları olanlar bilir. Hayatınızda her daim,  nice  güzel  'an'ları birlikte paylaşıp, yaşamaktan keyif alacağınız insanlar olsun.  

Ne mi yapalım?  Sadece hayatınızın  farkında olun, yeter efendim !