Annemin papağanı Osman

Abone Ol

Rahmetli annemin bir papağanı vardı. Adı Osman’dı. Yaklaşık 25 santimetre boyunda, açık ve koyu tonlarda yeşil renklere sahip, arada bir “gak gak” diye bağıran bir kuştu. Onu 70 santimetre yüksekliğinde, kocaman bir kafeste beslerdi. Bütün gün tuzsuz ay çekirdeği yer, kabuklarını da üfleyerek çıkarırdı. Her gün, sabahtan akşama kadar kafesin tabanında bir yığın çekirdek kabuğu birikirdi.

Papağan denince insanın aklına konuşan bir canlı gelse de, annemin papağanı ne yazık ki konuşmayan bir cinsmiş. Bunu da uzun bir süre sonra öğrenmişti. Ancak bu durum, annemin Osman’a olan sevgisini hiçbir şekilde değiştirmedi. Gün geçtikçe ona olan sevgisi artarak devam etti.

Gel zaman git zaman, yaklaşık üç yıl boyunca büyük bir özenle Osman’a baktı. O yıllarda bir buçuk yaşında olan kızıma da bakmaya başlayınca, her ikisinin bakımı onu yordu. Sonunda Osman’ı evden göndermeye karar verdi ve kendisi gibi iyi bakacak birini aramaya başladı. Fakat kimse, amaçsızca çekirdek çitleyen bu kocaman kafesteki kuşu almak istemedi.

Gülhane Parkı’ndaki hayvanat bahçesi henüz kapanmamıştı. Bir gün, annem yine kimsenin Osman’ı almak istemediğinden yakınırken aklıma hayvanat bahçesi geldi.

“Anne,” dedim, “istersen Osman’ı hayvanat bahçesine götürüp bağışlayalım. Orada senden bile iyi bakarlar. Ne dersin?”

Söylediklerimi dinledi ama ilk etapta pek samimi bulmadı. Osman onun öyle kıymetlisiydi ki bana bile güvenmedi:

“Sen onu alıp oraya götürüyorum diye başka bir yerde salıverirsin,” dedi.

Baktım ikna olmuyor, konuşmaya devam ettim:

“O zaman götürüp vereyim, hatta verdiğime dair sana bir evrak getireyim. Ne dersin?”

Evrakla teslim edeceğime ve Osman’a orada iyi bakılacağına ikna olunca, nihayet kabul etti.

O sıralarda oğlum Aksaray’da anaokuluna gidiyordu. Onu sabahları işe gitmeden önce ben bırakıyordum. Osman’ı, oğlumu okula bıraktıktan sonra Gülhane Parkı’ndaki hayvanat bahçesine teslim etmeye karar verdim.

Ertesi sabah kızımı anneme bıraktım. Bizim yeşil papağan Osman’ı alıp kafesiyle birlikte güçlükle arabaya yerleştirdim. Oğlumu okula bıraktıktan sonra doğruca Gülhane Parkı’na gittim.

Elimde kocaman kafes, içinde papağan Osman, hayvanat bahçesine girdim. Sabahın erken saati olduğundan etraf hâlâ sessizdi. Biraz ilerledikten sonra uzaktan birinin geldiğini gördüm ve hızlıca yanına gittim.

“Günaydın. Ben bu papağanı buraya bağışlamak istiyorum. Bu şekilde bağış kabul ediyor musunuz?” diye sordum.

Adam, “Tabii ki kabul ederiz,” dedi ve karşıdaki duvarın yanını işaret ederek,
“Kafesi şuraya bırakabilirsiniz,” diye ekledi.

Osman’ı bırakmadan önce anneme verdiğim sözü hatırladım:

“Bu papağan annemin. Annem, onu buraya teslim ettiğime dair bir evrak istedi. Bana imzalı kaşeli bir belge verebilir misiniz?” dedim.

Adam, “Veririz,” diyerek yandaki odaya girdi. Ben de arkasından girdim. Hayvanat bahçesinin antetli kâğıdına, “Bir adet ‘kriği papağan’ teslim alınmıştır.” diye yazıp altını imzalayarak bana uzattı.

O anda heyecanla,

“Aaa! Bizim Osman’ın cinsi ‘kriği papağan’ mıymış?” diye yüksek sesle sordum.

Adam, “Cinsi değil, adı öyle. Kriği, kriği,” dedi.

“‘Kriği’ yani gri…” diye geveledim. Sonra anladım ki adam aslında “gri” demek istiyordu, sadece şivesi yüzünden öyle söylüyordu. Aldı mı beni bir gülmek! Adamın yanında gülmemek için kendimi zor tuttum. Alelacele makbuzumu alıp dışarı çıktım. Parkın içinde yürüyerek arabaya zar zor ulaştım. Gülmekten karnım ağrıyordu; deliler gibi kahkahalar atarak iş yerime vardım.

O gün yaşadığım bizim yeşil papağan Osman’ın “kriği–gri” karışıklığını hâlâ yüzümde tebessümle anarım. Bazı hatıralar vardır, insanın yüreğine hem hüzün, hem gülümseme bırakır; Osman da benim için öyleydi.

Sevgimle kalın…