Ömür saati dur durak bilmiyor. Zaman su misali akıp gidiyor.

Geriye döndüm, babasız geçen 7 yıla şöyle bir baktım. Sanki bir buluta üflemişim. Ve dağılıp gitmiş hepsi bu…

Her 12 Aralık gelip çattığında ailemiz için matem günüdür. İçimizde biriktirdiğimiz denizlerin kapaklarını açarız ailece… Baştan aşağı göz yaşı ile sulanır bedenimiz.

Ağarmış saçlarımın dibinde ince bir sızı.

Acılarla başlayıp, yaşattığı derin üzüntülerle bitmesini istediğimiz 2020 yılında da bu kural değişmedi …

Bu haftaki yazımda, özlemle ve de rahmetle andığımız Babama ayırıyorum köşemi.

Kolay değil onsuz geçen tam yedi yıl. Her telefon açtığında “Oğlum…Hüseyin” diye başlayan cümlelerini öyle özledim ki! Sormayın…

Neylersin hayat ölümlü gün akşamlı…Dörtkonak köyünün “Hasan Babası”!

Oniki Aralık günü sosyal medya hesabından paylaştığım üç dakikalık videonun altına ülkenin dört bir köşesinden yüzlerce yorum yazanlar söylüyor.

İki heceli “Baba” sözcüğünün hakkını veren, tanıyanların gönlünde müstesna yer edinen bir gönül insanı olduğunu…

Dostlara bu vesile ile çok teşekkür ediyorum. İyi ki varsınız.

Evet...Canım sıkılmış, vaziyette babamla olan anılarım hatıralarım film şeridi gibi gözlerimin önünden geçiyor. Evin içinde değil de sanki sinema salonunda tek perdelik dramatik sessiz bir film izliyorum gibi.

Elde değil…Böyle duyguların yoğun yaşandığı zamanlarda anılar depreşir!

Hep o güneşli haliyle düşleyip toprağında elendiğim beşiğinde belendiğim Dörtkonak köyündeyim…

Başka yerde babamı göremiyorum çünkü!

Her şey hayalimde öylesine yer etmiş ki! Unutamıyorum…

Yazı yazmak için bilgisayarımın başına geçtiğimde vakit ilerledi. Göz kapaklarımın üzerine çöken uykuya daha fazla dayanamayıp dalmışım…

Köyümde mahalleler arasında babamın nasırlı ellerinden tutarak yürüyorum.

Önce Emine halama misafir oluyoruz. Osman enişte, Almanya maceralarını anlatıyor.

Anlattıklarından etkilenmiş olacak ki babam, bir ara söze girerek “Osman ben de çok istedim sizlerle birlikte Almanya’ya gitmeyi. Ancak annemi razı edemedim” cümleleri dökülüyor dudaklarından.

Bir anda bulunduğumuz evin havası buz kesiyor. Kelimeler babamın boğazına düğümleniyor sanki. Hayaliydi Almanya’ya gitmek. Ama maalesef…Yutkunuyor ama konuşamıyor.

Daha fazla dayanamayıp kalkıyoruz. Sonraki durağımız Sallahlı Mahallesinde bulunan Şükrü Dedem.

Mahalle içerisinde ilerlerken Hüsnü amcaya, Başefendi İlyas dayıya rastlıyoruz. Zennube Bibi az ileriden el sallayıp hoş geldiniz diyor. Ayaküstü her birisiyle sohbet ederek varıyoruz dedemlere…

Ahşap merdivenlerden evin üst katına çıkıyoruz usulca…

Anneannem her zamanki gibi hasta yatağında bizi karşılıyor. Yeşil gözlerini üzerimizde gezdirerek kısık ses tonuyla annemi soruyor.

Hoca dedem sobanın karşısına geçip elinde “eski yazılı” kitaptan bir şeyler okuyor. Bizi görünce kitabı kapatıp sohbete başlıyor babamla.

Babam kayınpederinin birkaç işini halledip sonrasında çayları yudumladıktan sonra izin isteyip ayrılıyoruz.

İstikametimiz Kıran Mahallesi

Niyazi Demirel namı değer Şef Dede elinde sigara ile karşılıyor bizi.  Başında kasketi, yüzündeki derin çizgiler, beli bükülmüş vaziyette…Yanında kardeşi komik İbrahim amca var.

Selam verip “Şeyh Ali” amcaya gideceğimizi söylüyor babam.

Hanımcık teyze kapıyı açıyor. Beyaz çemberini düzelttikten sonra o naif sesiyle eşine seslenerek “Ali gel. Bak kim geldi?” diyor. Oturduğu yerden kalkıp gelen Ali amca babamın boynuna sarılıyor.

Sohbetleri ayakta başlayıp evin içinde devam ediyor. Ama ne sohbet…Baldan tatlı. Ben ise bu muhabbetin izleyicisiyim. Ne espriler ne şakalar havada uçuşuyor.

Hanımcık teyzenin ikram ettiği kuşburnu çayı ile sohbet daha da demleniyor. Ali amcada lafta söz de bitmez…

Çayları içtikten sonra babam bana dönerek “Bu Ali amcan hem akrabamız olur hem de iyi dostum.” cümlesini fısıldıyor kulaklarıma.

Vakit hayli ilerlemiş. Neredeyse gün ağarmak üzeredir. Buradan çıkıp eve dönmeyi hayal ederken babam son olarak Çakırlı Mahallesine gideceğimizi söylüyor.

“Baba akşam oldu evimize gidelim. Annem bizi merak eder” desem de fayda etmiyor. “Gel benimle” diyor.

Çakırlı Mahallesinde bir evin kapısına vardığımızda babam yüksek sesle “Ali Çavuş evde misin?” diye seslendi.

İçeriden “Buradayım. Geliyorum.”  Diye sesler geldi kulağımıza.

Birkaç saniye sonra evin kapısı açıldı. Karşımızda kısa boylu başında şapka. Güler yüzlü gözlüklü bir amca. “Vay Hasanım hoş geldin. Sefa geldin, Hangi rüzgar getirdi seni buralara…” diyerek babamı elinden tutup içeriye buyur eden Ali amcayla birlikte eve girdik.

Meğer babamın uzun süre Bayındırlık Müdürlüğünde birlikte görev yaptığı Ali amca buymuş diye içimden geçiriyorum.

İş hayatına ait ne anılar hatıralar anlatıp eski günlerini kahkahayla yad ediyorlar. Dinledikçe dinleyesi geliyor insanın.

Bir anda evin kapısı çaldı. Fikriye teyze kapıyı açınca gelen kişinin köyün muhtarı Şaban amca olduğunu öğrendik.

Muhtar amca babamın içeride olduğunu öğrenince yanımıza geldi.  

Sohbete ortak olunca söz sözü açıyor, muhabbet derinleşiyor Ali amcanın hanesinde… Babam uzun süredir görmediği dostu muhtar Şabanı ’da bu sayede görmüş oldu.

Vakit hayli ilerlemiş dışarıda hava kararmıştı.

Ali amcadan müsaade alıp baba-oğul evin yolunu tuttuk. Bastıran karanlıktan önümüzü zor görüyorduk.

Çocuk aklımla sıkıca babamın elini tutarak gavrelden geçip mezarlığın önünde durduk. Babam annesi ve babası için Fatihalar okuyup dualar etti. Sokak lambasının aydınlattığı mezarlık içerisine doğru işaret parmağını çevirerek “Bak evlat öldüğümde beni şuraya babamın yanına defnedersiniz” dedi.

Evimize vardığımızda bizleri merak eden annem kapının önünde komşuları Kezban hala, Rüküş yenge, Seher nine ile toplanmışlar kışa hazırlık için bir yandan erişte doğruyorlar diğer yandan sohbet ediyorlar. Ablalarım Hamiye ile Hakime onlara hizmet ediyor istedikleri malzemeyi veriyorlar. Küçük kardeşim Önder ise uykuya yenik düşmüş.

Annem öfkeli ses tonuyla!

-Nerede kaldınız? Saat kaç oldu? Merak ettim sizi?

Babam tam cevap verecek ti ki…!

Cep telefonumun alarm zili uzun uzun çalmaya başladı. Şaşkın biçimde uyandım. Mahmurlu gözlerle yataktan kalkıp doğrulduğumda yanımda ne babam vardı ne de anam…

Keşke telefonun alarm zilini kurmasaydım da babamla biraz daha vakit geçirebilseydim… Ahhh… Nerden bilebilirdim!

Takvimler her 12 Aralık’ı gösterdiğinde derin bir acı gelir yüreğimin tam orta yerine sevgili okuyucular…

Tam yedi yıl önce yine böyle bir kış mevsiminde zemheri soğuğunda, kanatlanıp uçtu Rabbi ’ne babam…

Ve geride sadece 81 yıllık yaşam öyküsünde bir faniyi tarif edecek iki anlamlı kelime bırakarak…” Hasan Baba”.

BİNLERCE RAHMET... BABAMA VE BÜTÜN BABALARA