Hikaye İstanbul'da.. Komik ve düşündürücü.  Hikaye dediğin de böyle olmalı değil mi ? Gülerken düşündürmeli....


1968 Yılı. O yıl Marmara Üniversitesi Diş Hekimliği fakültesinde okuyan bir kısım genç , koruluğun hemen yanındaki, kuytu ve gözden uzak bu yeri buluşma yeri yaptılar. Orada gündüz ders çalışıp gece şarap içiyorlar. Tahta bir masa, birkaç sandalye, dört beş bardak, yanına da bir damacana su. Grup üyeleri zamanla çoğalmaya başladı. Doğal olarak bardaklar da çoğalmaya başladı. Artan nüfusa paralel olarak yer kolay bulunsun diye tahtadan bir tabela yaptılar, bir isim de verdiler ve tümseğin yanına diktiler..

Gece toplantılarından birinde birinin aklına bir muziplik geldi. Kız arkadaşlarını korkutmak. Bunun için tabelanın yanına mezar görüntülü bir tümsek yaptılar.. Ders çalışmak için okuldan getirdikleri çene kemiklerini ve kuru kafaları bu tümseğin üzerine koydular.. İlk defa görenlerin ödü patlıyordu. O gece kızlar çok korktu, oğlanlar da çok güldü. Zamanla okulda herkes alıştı..

Gel zaman, git zaman gençler mezun oldular.. Hayata atıldılar. Ama “Bardakçı Baba” adını verdikleri o kuytu köşedeki tabela tümseğin yanında kaldı gitti.
Zaman geçtikçe boş bir arsa halinde olan türbeye benzetilen bu küçük yapının etrafı Belediye tarafından çevrildi, Tabela bile asıldı..

Bu gün yolu Fulya’ya düşenler orta yerde bir türbe göreceklerdir. Adı “Bardakçı Baba Türbesi” Her gün dolup taşıyor.. Evlenmek isteyen.. Çocuğu olmayan.. Eşiyle kavga eden.. İş arayan.. Hastalığına çare arayan.., Sınav kazanmak isteyen.. Kısacası umut dilenen herkes geliyor, dilek tutuyor, mum yakıyor, bardak kırıyor.

Bir süre sonra bu arsayı Terrace Residans, oteli için bir firma satın aldı. Residansın tam karşısına gelen türbeyi kaldırmak istedi ama halkın tepkisinden korktu. Bunun üzerine binayla uyum sağlaması için mezarı siyah mermerle kapladı. Etrafını da camla kapattı ve ışıklandırdı. Ve türbenin yan mermerine yaldızlı şık harflerle yazısını da koydu.
BARDAKÇI BABA, RUHUNA FATİHA.. !!!

Artık yanından geçenler birer Fatiha okumadan geçmiyor. Adak adayanlar, getirdiği bardağı sürüp geçenler, dilek tutanlar ve sayısız yurdum insanı keramet bekleyerek dualar ediyorlar.
O dönemin şahitlerinden Diş Hekimi Hüseyin Cahit Dursun yıllar sonra gerçeği şöyle açıklamıştı ;

“Ders çalışırken su ve bazen de şarap içmek için koyduğumuz bardaklara kimse dokunmazdı… Bu nedenle tahtadan yaptığımız tabelaya muziplik olsun diye Bardakçı Baba yazdık.. Sonraları, biz orada yokken birileri damacanaya su doldurmaya başladı. Bir süre sonra da türbe oldu. Ağaçların kesilmemesi için sırrı açıklamadım. Fakat ağaçlar kesildi. Devletimiz de bir yatır olduğuna inandı. Oysa burası kesinlikle boş.. Mezarda yatan falan yok.”
Sonun da Beşiktaş Müftülüğü bir açıklama yaptı ve “Kayıtlarımızda Bardakçı Baba ile ilgili hiçbir bilgi yoktur”..

Güzel bir okul anısının insanları getirdiği gülünç , komik ama bir o kadar da trajik bir durum.
Başlangıçta güldüren bu ritüel artık yerleşti. Bütün bunları tane tane anlatsanız bile orada bir yatır olmadığına inanmayacak ciddi bir kitle var. Çünkü şu inanç dediğimiz kelepçeyi birileri onların kollarına takmış. Çıkarmaları çok zor. Onlar bilmek istemiyorlar ,inanmak istiyorlar, Bizim hayatlarımızı da böyle şekillendirmeye çalışıyorlar.

Aslında orada okunan Fatihalar , Bardakçı Baba’dan çok bu ülkenin geleceğine okunmaktadır..…