Ünsal Kınıklı, ülkemizin tanınmış ressamlarından ve sanat eğitimcilerinden biridir. Anadolu Üniversitesi’nde güzel sanatlar eğitimi başladığında Eskişehir’e gelmiş sanatçılarımızdandır. Doğrularını çekinmeden söylemesi ile de bilinir.
2002 yılında Eskişehir’de sanat örgütlenmesi Eskişehir Sanat Derneği’nin kurulmuş ve ilk karma sergi düzenlenmişti. Sergide eseri de olan Ünsal Kınıklı da gelmiş, kendi başına tek tek eserlere bakıyordu. Sergideki eserlerin bazıları üniversite öğretim üyelerinindi, bazıları da şehirdeki ressamlarındı. Şehirdeki ressamlar dediklerimde; üniversitedeki öğretim üyelerinin Devlet Güzel Sanatlar Galerisindeki kurslarından ya da üniversite hocalarının atölyelerinden ressamlardı. Bugün bu ressamları yurt dışındaki sergilerde adını görüyoruz.
Ünsal Kınıklı, kimse ile konuşmadan sergiyi gezerken, birden bire yanında beni gördü ve “Bebeler turşu yemez” dedi ve arkasından da, her doğruyu söylediğinde; anladın mı, dercesine hafif gülüşüyle yüzüme baktı.
Konu, o sergide bir abartı idi. Eskişehir, Devlet Güzel Sanatlar Galerisi 1966 yılında açılmış ama yılda üç, dört sergi açılan bir yerdi. İnsanımız kitaplardan, bankaların yılbaşında verdiği takvimlerdeki Türk ressamlarının manzar, natürmort, porte resimlerine alışıktılar ve resim deyince onları biliyordu. Oysa sergideki eserlerin bazıları genç öğretim üyelerinin resimleri idi ve resimlere bakınca bir şey bulamayan renk harmanlaması soyut resimlerdi. Ünsal Kınıklı da bunu yorumlamıştı. Hangi sergiye ne giderdi… Sergi sonrası üniversitede neler konuşuldu bilmiyorum. Sergi sonrası eserini almaya gelmiş, kendisini dev aynasında gören, genç öğretim üyelerinden biri “Bizi resim öğrettiklerimizle aynı sergide yan yana getirdiniz” diyerek bir daha sergilere katılmayacaklarını söyledi. Onlara Eskişehir’de bir geçiş dönemi yaşanması gerektiğini anlatmak istedim. Bir de şu gerçeği anlattım. Karma sergiler; dünyanın her yerinde en eski, en ünlü üstad sanatçı ile en yeni sanatçının bir araya geldiği, değişik sanat anlayışlarının da yan yana sergilendiği sergiler olduğunu, amacın topluma farklı renkleri farklı anlayışları sunmak ve en önemlisinin de bir araya gelmek olduğunu anlattım.
Öte tarafta Prof.Dr. Yılmaz Büyükerşen Büyükşehir Belediye Başkanı olarak Köprübaşı’na, Reşadiye Camisinin tarafına heykeller dikiyordu. Bu heykeller ülkemizin önde gelen sanat dergilerinde tartışılıyordu. Hatta Eskişehir’deki heyleller diye özel sayı yapanlar bile vardı. Yerel gazetelerden arkadaşlar Büyükerşen’e bu tartışmalarını sorduğunda, Büyükerşen “Ben geçiş dönemi yapıyorum, yarın yerine modern heykeller yer alır. Benden sonra gelenler Eskişehir’e yakışanı koysunlar” demişti. O günler üniversiteden heykellere hiç sesleri çıkmıyordu. Hatta; Sivrihisar’da Açık Hava Heykel Müzesi olan Berlin’den Tokyo’ya heykelleri bulunan bu şehrin çocuğu heykeltıraşı heykeltıraş, sanatçı olarak kabul etmeyenler sanki Eskişehir’de değiller, tartışmalardan habersizlerdi. Belediyelerin danışmanları olmalarına karşın Belediyelerin kursları hiçbir şey söyledikleri yok ama uluslararası sergileri olan Eskişehir’in sivil sanat ökurumu Eskişehir Sanat Derneği ile kursları aynı görüyorlar. 20 yıldır Eskişehir’de kişisel ya da karma sergilerini açmıyorlar. Kusura bakmayın ama şimdi soruyorum: Ulusal, uluslararası etkinlikleriyle Eskişehir’de sanat etkinliklerinin %43nü gerçekleştiren ülkemizin en aktıif ve Avrupa’daki sivil sanat kurumları ile aynı olan Eskişehir Sanat Derneği varken Eskişehir’in sanat sorunlarını üniversiteye soralım mı?. .