14 yıl geçti 17 Ağustos üzerinden.
Binlerce can gitti... Yüzlerce ev yerle bir oldu. Onlarca ev toprağa gömüldü.
’Kimse var mı’ diyen ses hep kulaklarımızda çınladı.
Hele hele toprak altında olan ve hayata yeniden tutunmaya çalışan insanların yardım çığlıklarını anımsıyor musunuz?
17 Ağustos yıldönümü ya, yine yetkililer nutuk atacaklar.
Yıllarca şehirlerin ’rant’ uğruna betonlaştırılmadı mı?
Oy uğruna, dere yatakları, nehir kıyıları imara açılmadı mı?
Veya buralara yapılan kaçak konutlara göz yumulmadı mı?
Yüzlerce insan ölünce yetkililer ya vatandaşı suçladılar ya da ’ilahi takdir’ deyip işi Allah’a havale etmediler mi...
Gelişmemiş, suskun, haklarını aramayan toplumlarda ve hala din uğruna kandırılan, bir paket makarnaya, yarım ton kömüre, birkaç beyaz eşya için oyunu satan kişilerin çok olduğu toplumlarda ’Çabuk unutulur ölüler’...
Çünkü, aslında böyle toplumlarda ne yaşadığının farkında olmayan yürüyen ölülerin çokluğundan olur her şey...
Sadece kendilerini kurtarmak için herşeyi yapabilecek düzeyde olan kişilerin çok olduğu toplumlarda herşey olur ve ’Çabuk unutulur Ölüler’...
Nazım Hikmet’in şiiri aklıma gelir.
"Akrep gibisin kardeşim, 
korkak bir karanlık içindesin akrep gibi. 
Serçe gibisin kardeşim, 
serçenin telaşı içindesin. 
Midye gibisin kardeşim, 
midye gibi kapalı, rahat. 
Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim. 
Bir değil, 
beş değil, 
yüz milyonlarlasın maalesef. 
Koyun gibisin kardeşim, 
gocuklu celep kaldırınca sopasını 
sürüye katılıverirsin hemen 
ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye. 
Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani, 
hani şu derya içre olup 
deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf. 
Ve bu dünyada, bu zulüm 
senin sayende. 
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer 
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak 
kabahat senin, 
— demeğe de dilim varmıyor ama — 
kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!"
YAŞIYOR MUSUN, YOKSA YÜRÜYEN BİR ÖLÜ MÜ?
NE DİYEYİM KARDEŞİM....