Dünyada ve ülkemizde, yılın on iki ayı içerisinde önemli gün ve haftaların olmadığı ay yok!

Üzerinize afiyet, ülkemizin gündemi öyle hale geldi ki! Çizgi film mi dersiniz, korku filmi mi, yoksa kader mi? Yorum sizindir.

Biri başlamadan öteki, katar gibi. Çuf çuf çuf!

Bir Katar daha var. 2022 Dünya Kupası’na ev sahipliği yapacak olan, Dünya’nın en zengin ülkelerinden. Ezgi’min Amerika’dan gönderdiği ince bir kitabı andıran kargo, iki aya yakın zamanda Eskişehir’e geldi. Paket; yolculuğu sırasında nedendir bilinmez, Katar’a da uğramış!

2021 yılının ikinci yarısına geçiş yaptık hayırlısı ile. Pandemi, iklim değişikliği, deprem, siyasi, sosyal, ekonomik dalgalanmalar, aşı, müsilaj derken…

Haziran ayının gezegenimizde kutlanan önemli günlerinden biridir 5’i. Dünya Çevre Günü. Her yıl farklı temalar ile etkinlikler yapılmaktadır. Ne için?

Yaşanabilir bir Dünya için tabii ki!

2021 yılı teması “Ekosistem Restorasyonu”. Bu yıl Birleşmiş Milletler, “On Yıllık Ekosistem Restorasyonu” programını hayata geçirdi.

Ekosistem; bir bölgedeki canlılar ile bu canlıların etrafındaki cansız varlıkların birbirleriyle ilişkisinden oluşan, süreklilik arz eden sistem demektir.

Restorasyon(eski haline getirme-yenileme) yapılırken en önemli ilke; çalışılan alanın çevresindeki canlılar ile bütünleşebilmesidir. İnsanoğlunun var oluşundan itibaren kahrımızı çeken, hatta son yıllarda yörüngesi değişen dünyamızın on yılda restore olacağı hususunda maalesef karamsarım.

Evrenimizde en bilinen ve hayata geçmiş restorasyon projesi; New York’ta Fresh Kills Park. Dönüşümü yaklaşık 15 yıl önce başlayan, zamanında Amerika’nın en büyük çöplüğü olan park, bugün nefes alan ve aldıran kamusal alan olmuş.

Darısı Marmara Denizi’mize!

Haziran’ın ilk günlerinde görülmeye başlayan “Deniz Salyası” akıntıya kapıldı gidiyor.  İstanbul, İzmit, Yalova, Gemlik, Mudanya, Karacabey, Bandırma, Çanakkale, Ege ve hey gidi Karadeniz…

Kısa süre önce Ata Demirer’in çekip, sosyal medya hesabında Bozcaada’dan paylaştığı görüntüler endişe verici. Ada halkı, poyraz estiği günlerde, Çanakkale Boğazı’ndan Kuzey Ege’ye doğru akan müsilajın, adayı teğet geçip, Yunanistan sularına doğru ilerlediğini belirtiyor. Ancak lodos hâkim olduğunda, balıkçı barınağı ile liman içinde biriktiğini ifade ediyorlar.

Avşa Adası’ndan gelen haber vahim. Doğal su kaynakları yetersiz olduğundan deniz suyu arıtılıyormuş. Lakin müsilaj su şebekesini tıkamış.

Mudanya açıklarında, teknesi ile açılan bir vatandaşın beyaz spor ayakkabıları ile suyun üzerinde gri renkli, saç örgüsü gibi görünen salyalara bastığı çekimi izleyenleriniz vardır mutlaka!

Bandırma On yedi Eylül Üniversitesi Denizcilik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mustafa Sarı’nın ifadesine göre: “Bandırma ve Erdek’te 150 bin insanın atığı hiç arıtılmadan kanalizasyon şebekesiyle denizin kıyısında toplanıyor. Atıklar kıyıda sıvılaştırılıyor ve 1 kilometre açığa denizin dibine bırakılıyor”.

Bakan Kurum, ilk günden itibaren yapılanları ve kaç metre küp müsilaj, balıkçıların söylemiyle “kay kay” topladıklarını paylaşıyor. Bu durumu Pandemi başından bu güne, Bakan Koca’nın açıklamalarına benzetiyorum kimi zaman!

Süreci şeffaf ve katılımcı anlayışla, konunun tüm taraflarıyla istişare ederek, kısa, orta ve uzun vadeli planlarla yürüttüklerini belirtiyor. Marmara Belediyeler Birliği bünyesinde “Bilim ve Teknik Kurulu” hızla çalışmalarına başlamış.

Yıllardır Bilim insanlarımız fedakârca çalışıyorlar. Tespitlerini, öngörülerini dile getirdiklerinde değil de, neden iş işten geçtikten sonra bu tür çalışmalar için harekete geçiyoruz?

Çanlar kimin için çalıyor?

İçinde barındırdığı haddi hesabı olmayan canlısı ile ölen Marmara için mi?

Topraklarımız, havamız, suyumuz için mi?

Yoksa farkında değiliz, biz insanoğlu için mi?  

Son duruma göre; 9 fabrika atıklarını kontrolsüz şekilde denize bıraktıkları için kapatılmış. Yıllardır bırakıyorlar. Sadece Marmara’da mı? Karadeniz de aynı…

Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum’un ifadesine göre; “Marmara Bölgesi’ndeki atık suların % 53’ü ön arıtım, % 42’si ileri biyolojik arıtım ve % 5’i biyolojik olarak arıtılmaktadır. Tüm bu arıtma tesislerimizi, yapacağımız teknolojik dönüşümle ileri biyolojik arıtma ve membran arıtma sistemlerine dönüştüreceğiz. Bilim insanlarımıza göre; azot miktarını % 40 oranında düşürürsek, bu işi kökten çözeriz”.

Konuyu seferberlik kapsamında ele almalı ve vatandaşlarımızın eğitimine de öncelik vermeliyiz. Doğal kaynaklarımız çöplük değildir!

Bir zamanların Arabesk şarkısı İmparator İbrahim Tatlıses’ten gelsin.

Düşmüşüz bir zalim dünya eline, kapılmışız onun devran seline.

Bir gün gideceğiz mutlak ölüme, işte o her şeyi siler de geçer.

Hepsi geçer, hepsi geçer.

Böler de geçer, her bağrı ikiye böler de geçer.

Bu parçayı bugünün koşullarına uyarlarsak; Dünya zalim değil, İnsanoğlu zalim!

Değerli Okurlarım; müsilajın ilk günlerinde TV’deki şu görüntü hafızamdan bir türlü çıkmıyor. İşçi; elektrik süpürgesi hortumu büyüklüğündeki boru ile iskele kenarından salyaları çekiyor, çevresinde bulunan yetkililer bakıyor.

“İğne ile kuyu kazmak” tabiri vardır ya, işte aynen öyle.

Gelelim Selma’ya. Üç buçuk, dört yaşlarında iken, Mudanya’ya babasının tayini çıkıyor. Oh mis mis, masmavi deniz, yem yeşil doğa ve ben.

Yüzmeyi Marmara’da öğrendim. Minik balık sürülerini, başımı suya bile sokmadan görürdüm. Üç dört kulaç atıp, boyumu geçen yerlere gittiğimde, balıklar büyürdü. Denizin içindeki kayalar, taşlar, yosunlar, midyeler hepsi ayna gibi parlardı. Bazen denizanaları gelirdi kıyıya yakın yerlere. Ufacık avuçlarımla alırdım, kayıp düşerlerdi “cup” diye. Tırnaklarım, dudaklarım morarıncaya kadar denizden çıkmadığımı çok net hatırlıyorum. Taş sektirirdim abimle ya da en uzağa kim atabilecek taşı der, oluşan halkaları seyrederdim. Her yıl mutlaka yunuslar gelirdi. Martılarımız ise;  hep bizimle…

12 Eylül İlkokulu’nun bulunduğu durağın adı “Kanal” idi. TV kanalı sanmayın.

Keyif olsun diye, balık tutanların gittiği küçük iskelenin yanı başında, içine basketbol topu girecek kadar büyük boru vardı denize uzanan. Yıllar geçtikçe, boydan boya sahil gezinti yolu yapıldı. Boru da gitti, iskele de. Adı aynı kaldı, Kanal.

Geçen hafta Mudanya’da idim. Denizden gözlerimi alamadım bir süre, daldım gri ile karışmış maviliklerde. Kim bilir denizin içi nasıl dedim. Tarifsiz duygular içinde,  çocukluğumun Marmara’sına gittim.   

İnsanoğlu olarak, biricik gezegenimizin ekosistemlerine uzun zamandır zarar veriyoruz.

Marmara Denizi’nin yenilenmesine “5 yıl yeter” deniliyor. Ümit ederim yeter!

Ancak, Ekolojik restorasyon için uzun süreçler gerekiyor. Bu da, arkasında sağlam duran bir iradeyi şart koşuyor. İşin özü; balıkların, kuşların, karıncaların oksijenin ya da bitki örtüsünün doğal halinin kaybolduğu, bozulmuş bir ekosistemi arıtmalarla, iki kamyon bir kepçe ile geri getirmek mümkün değil. Alt üst olan dengeleri yeniden tasarlamak, flora ve faunada yok olmuş türleri tespit edip, geri gelmelerini sağlayacak stratejileri belirlemek, popülasyon ekolojilerini anlamak ve aşamaları takip etmek gibi çok yönlü olarak, bilimin ışığında sürdürülebilir kılmak gerekiyor.

Tüm bunları düşününce, Dünya Çevre Günü’nün 2021 temasının neden Ekosistem Restorasyonu olarak seçildiğini anlamak güç değil!

Sağlıcakla kalın!

Hepsi geçer…