Bu gün Psychologies Türkiye Dergisi Ağustos 2018 sayısında yayımlanmak üzere Nihan Karahan tarafından Uzman Dr. Arzu Erkan Yüce ile yapılan ÇOCUK CİNSEL İSTİSMARI ile ilgili bir röportajı aynen buraya koyuyorum. Toplumun utanç kaynağı olduğu halde bunu normalleştirmeye çalışan sapkınların hala aramızda nasıl dolaşabildiği gerçeği…

Çocuk cinsel istismarı karşısında neden susuyoruz?

Mağdurlar bu şiddetli travmayı dile getiremiyorlar. Yakınları ise duyacak gücü gösteremiyorlar. Toplumun genelinde öğrenilmiş çaresizlik hakim. Çocuk cinsel istismarları üzerindeki ağır sessizliği Psikiyatrist ve Psikoterapist Uzman Dr. Arzu Erkan Yüce ile görüştük.

Psychologies: Cinsel istismar hem çocuklar hem de yetişkinler için konuşulması çok zor bir gerçeklik. Mağdurlar seneler sonra acılarını paylaşabiliyor, belki de hiç anlatamıyorlar. Bunun sebepleri nelerdir?

Psikiyatrist ve Psikoterapist Dr. Arzu Erkan Yüce: Çocuklara ya da yetişkinlere yönelik cinsel şiddetin son günlerde yaşananlarla daha sık gündeme gelir olması ve istismar olgusunun çok çeşitli boyutlarıyla konuşulabilir düzleme gelmesi, bu büyük sorunun çözülebilmesi yolunda en önemli adım.

Dünya genelindeki pek çok çalışmanın ortak sonucuna göre, çocuk istismarlarının onda birini cinsel istismar oluşturuyor. Kadınların %19’unun, erkeklerin %8’inin 18 yaşından önce cinsel istismara maruz kaldığı kaydedilmiş. Ne yazık ki her yüz istismar olgusundan sadece on tanesi bu istismarı bildirebilirken, doksanının sessiz kaldığını görüyoruz. Çocukken istismar yaşayan pek çok erişkinin, yıllarca bunu bir sır olarak sakladıktan sonra ilk kez terapi odasında dile getirdiğini biliyoruz. Bu olguların çoğunun, istismar yaşantılarını resmi kayıtlara geçmemesi koşuluyla paylaştıkları düşünüldüğünde, cinsel istismarın yaygınlığına ilişkin verilen yüzdelerin var olan olguların çok daha azını yansıttığını tahmin etmekteyiz.

Cinsel istismar vakalarında kız ve erkek çocuk mağdurlar arasında farklılıklar var mı?

A.E.Y. : Kız çocuklarda ve kadınlarda istismarın hem bildirimi daha fazla hem de istismar sonucu oluşan gebelikler istismarı daha görünür kılıyor. Erkek istismar olgularında ise bildirim daha az. Hem eril kültürel kodlar, hem istismarın erkeklerin başına gelmeyeceği ön yargısıyla dikkatlerden kaçan olgular, hem de istismar sonucu gebe kalma şeklinde gözle görülür işaretlerin olmaması nedeniyle erkek istismar mağdurlarının daha da gizli kaldığını, daha az bildirildiğini tahmin ediyoruz.

Peki bu durumda ataerkil kültürün etkisi var mıdır?

A.E.Y. : Her türden cinsel şiddet; varoluşunu ve sürdürülmesini; açığa çıktığında gerekli yasal yaptırımların uygulanmamasını ve suçun cezasız kalmasını, toplumlarda egemen olan ataerkil bakış açısına borçludur. Temel sorumlu, eril üstünlüğü tanıyan toplumsal düzendir.

İşlenen suçlara baktığımızda failin çok büyük bir yüzde ile erkek olduğunu görürüz. Burada yüzyıllardır “erkeklik” kavramına yüklenen anlamın büyük etkisi vardır. Cinsel şiddet olaylarının altında, alınan cinsel hazdan ve bir cinsel “zaafiyet” ya da “ihtiyaç”tan çok, bir başka canlı üzerine baskınlık kurma ve kendini üstün hissetme arzusu yatmaktadır. Çünkü “erkek” cinsine ancak bu şekilde var olabileceği, değerli hissedebilmesi ve güçlü kalabilmesi için buna mecbur olduğu, kadınlara ve çocuklara da hayatta kalabilmek için bu düzene boyun eğmeleri gerektiği öğretilmektedir. Bu yine de cinsel şiddetin bir suç olduğu gerçeğini değiştirmez.

Özetle kadın da erkek de bu eril sistemden payına düşen hasarı almaktadır. Bu düzene başkaldıran kadın erkek her kim varsa, sistemin bekasını sağlamaya koşullu ezici güç tarafından saldırıya uğramaktadır. İşte sessiz kalmaların en büyük nedeni budur. Geriye kalan her neden, bunun üzerinde bir piramit gibi yükselmektedir.

Sessizliğin bir sebebi de yaşanılan travmatik olayın hafızayı etkilemesi midir?

A.E.Y. : İnsan eliyle gerçekleşen son derece ağır travmalardan biri olan cinsel istismarda, beden ve zihin, olayın yaşandığı anlarda nörobiyolojik olarak; inkar, bastırma, disosiasyon (çözülme) gibi savunma düzeneklerini devreye sokarak olayın sanki yaşanmamışçasına yok sayılmasına neden olabilir. Bu durumlarda kişinin kendisi bile istismara uğradığının farkında değildir. O sırada korkunç olanı kabul edip dile getirmek zor olduğu için, beynimiz zihinden atmayı seçer. Fakat inkar edilen gerçeklik ruhsallığa alttan zarar vermeye başlar. Travmatik anı kendisini kimi zaman bedensel belirtilerle, kimi zaman da parça parça hatırlamalar ve “yeniden yaşantılama”larla gösterir. Hem bir sırrı saklar zihnimiz; hem de bu sırrı aşırı duygusal uyuşukluk ya da duygusallıkla sergilenen, çoğunlukla inandırıcılığı düşük, zaman ve mekandan kopmalar gösteren, tutarsız bir hikaye şeklinde karşımıza çıkarabilir. İstismar mağdurlarının yapılan muayeneler, soruşturma aşamaları ve davalar sırasında kendilerini etkili bir biçimde savunamamaları, yaşadıklarını inandırıcı ve tutarlı bir biçimde, bir akış halinde aktaramamaları bundandır.

Biz bireysel psikoterapi seanslarında kimi danışanlarımızın aylarca sevgi ve hayranlıkla bahsettikleri aile büyüklerinden birinin aslında yıllarca kendisini istismar ettiğini bir anda fark ettikleri ve hatırladıkları anlara tanıklık etmeye oldukça aşinayız. Bu danışanlarımızla taciz, istismar, ensest öyküsü olup olmadığını anlamak üzere yaptığımız daha önceki görüşmelerde bize defalarca “Hayır asla, hiç öyle bir şey yaşamadım, hatırlamıyorum” demiş olmalarına rağmen, yapılan terapiler yardımıyla açığa ve bilince çıkan anıları karşısında kendileri de şaşkınlığa uğruyorlar. Bunu şok, öfke, isyan ve derin bir yas süreci izliyor.

Şiddetle mücadelede en önemli adımlardan olan travmanın açığa çıkmasından sonra, travmanın yarattığı hasarlar yavaş yavaş onarılır. Kişi güçlenir ve travmatik yaşantısının esiri olmaktan kurtulur. Bellek kusurları ortadan kalkmıştır ve travmatik olay başı ortası ve sonu olan bir anıya dönüştürülüp etkisiz hale getirilmiştir. Kişi ancak bu noktadan sonra sağlıklı bir biçimde yaşamına devam edebilir.

Bazen de mağdur yaşadıklarından dolayı suçluluk duygusu hissederek susuyor. Suçluluk duygusunun saldırganı değil de mağduru etkilemesi nasıl bir psikolojik denklemdir?

A.E.Y. : Failin duymadığı suçluluğu mağdur ödünç alır.

Mağdur, durumun farkına varıp rahatsızlık dile getirmeye ve karşı koymaya başladığında, fail aslında onun da bunu istediğine, bu suça ortak olduklarına, kendisini baştan çıkaranın o olduğuna ikna etmeye başlıyor. Bazı olgularda da korkutularak, uyuşturularak ya da gizlice alınan bir takım görüntülerle şantaj yapılarak da kişi bir süre daha istismara boyun eğmek zorunda kalıyor. Bu süreçte kendisini sorgulayarak bunu bir rıza gibi algılıyor ve failin suçunu üstlenmeye başlıyor.

Özellikle çocuklarda bu türden cinsel yakınlaşmalarda istemsiz olarak bedenlerde haz duygusu ortaya çıkabilir. Bunu fark eden çocuklar da bu nedenle bu suçun ortağı olduklarına inanmaya başlayabilirler. Oysaki bu uyarılmalar kalp atışı gibi otomatiktir, çocuğun elinde değildir ve asla rıza gösterdiği anlamına gelmez. Ancak hem fail hem mahkemelerdeki kimi avukat ve hakimler hem de toplumun bir kesimi, bunları çocuğun rızası gibi gösterme, çocuğu suçlama ve failin cezasını ortadan kaldırma gayretinde bulunmaktadırlar. Bu da aslında bir istismar ve suçtur. Toplumun istismara uğrayanlar hakkındaki “O saatte orada ne işi varmış? O da öyle giyinmeseymiş! Bağırsaymış! En başından niye söylememiş? Niye bunca yıl susmuş?” gibi söylemleri de istismara uğrayanlar tarafından içselleştirilerek failin suçu bir nevi üstlenilmiş, benimsenmiş olur. Bu nedenle failin suç ortağı olmamıza neden olabilecek söylemlerimize çok dikkat etmeliyiz.

Mağdurların yanı sıra çevresi de bu suskunlukta rol oynayabilir mi?

A.E.Y. : Cinsel istismarın gizli tutulmasının en önemli nedenlerinden biri de, her üç cinsel şiddet olgusundan birinin failinin aile bireylerinden biri olmasıdır. Geri kalanların büyük çoğunluğu yakın çevreden biridir. Yüz olgudan doksanında fail tanıdıktır ve genelde toplum tarafından sevilen ve kabul gören, sözü dinlenen, belli saygınlığı olan kimselerdir. Mağdur, olayı açığa çıkarırsa kimsenin kendisine inanmayacağına fail tarafından inandırılır. İstismarın açığa çıkarıldığı çoğu olguda da ne yazık ki böyle olduğunu görmekteyiz: “Hayır, o dini bütün biridir. Aile babasıdır boyunca çocukları var. Önemli bir iş adamıdır. Hayırseverdir. İyi bir öğretmendir. Ödüllü bir antrenördür. Saygın bir doktordur. . .” diyenleri, failin suçlu olabileceğine ikna etmek çok güçtür.

Suçun inkarına hazır bir toplum varken ve de istismara uğrayan bir çocuksa bu sistemle tek başına nasıl mücadele edebilir?

A.E.Y. : Özellikle çocuk istismarında, failin önce çocuğun ve ailenin güvenini kazandığını, son derece ustaca ve sistemli bir biçimde, uzun zamana yayarak eylemlerini gerçekleştirdiğini, önce masum bir sevgi ve ilgi çerçevesinde bir ilişki geliştirdiğini, cinsel nitelikteki eylemleri ise daha sonra gerçekleştirdiğini gözlemliyoruz. Cinsellik ya da beden sınırları konusunda bilgisi olmayan, istismar ihtimalini faile konduramayan, bu konuda henüz yeterli zihinsel olgunluğa erişmemiş olan çocuk ya da genç, aylar hatta yıllar boyunca kademeli olarak uğradığı sistematik tacizin farkına çok sonra varabiliyor. Bu zaman kadar da fail, çocuk hakkında pek çok bilgi ediniyor. Onu ailesiyle ve ifşa etmekle tehdit etmeye devam ediyor ve istismara uğrayanı çaresizce kapana kısıldığına ve başka seçeneği olmadığına inandırıyor.

Fail baba, dayı, ağabey gibi aileden biri ise, çocuk sevme ve güvenme ihtiyacı duyduğu bu aile bireyinin kendisini “sevme” biçimindeki çarpıklığı ayırt edemiyor. Yapılanların yanlış olduğunu anlayamıyor, çünkü fail diğer bireylerin yanında iken son derece olağan davranma becerisine sahiptir. Ve daha önce de belirttiğim gibi cinsel temaslar, belli belirsiz, temkinli, silik ve çok sonra başlıyor. Büsbütün kafası karışan çocuk, şüphe hissetse de kime neyi nasıl söyleyeceğini, kime ne soracağını bilemiyor.

Kimi olgular istismarı açık ettiğinde ise mağdur ailenin dirençli inkarı ile karşılaşıyor, konu örtbas edilmeye çalışılıyor. Çok daha üzücüsü, bu suça göz yuman, istismara ortaklık eden başka aile bireyleri de olabiliyor işin içinde. O ailelerin bir kısmının da geçmişte istismar ya da enseste maruz kalmış olması olasıdır.

Cinsel eğitim sadece aile içinde konuşulmaya terk edilecek kadar basit bir konu değildir. Ülkenin her bir hanesine ulaşacak sistematik eğitimler, bu konuda uzmanlaşmış kuruluş ve derneklerle işbirliği içinde tıpkı bir aşılama kampanyası gibi devlet eliyle, titizlikle yapılmalıdır.

Sessiz Kalma Nedenlerimiz

Psikiyatrist ve Psikoterapist Dr. Arzu Erkan Yüce cinsel istismar karşısında sessizliğin nedenlerini sıralıyor ve kulağımıza çok tanıdık gelen ifadeleri hatırlatıyor.

  1. Egemen güç ve eril sistem: “Benim gücüm yetmez.”
  2. Travmanın etkisi ile nörobiyolojik tepkiler: Disosiasyon (çözülme), donakalma, bellek kayıpları.
  3. İnkar: Travmatik olayların etkisini inkar etmek neredeyse evrensel bir tepki. “O benim dayım, beni çok seviyor, bu cinsel amaçlı bir dokunuş olamaz!”, “O benim oğlum, öz kardeşini hamile bırakmış olamaz!”.
  4. Öğrenilmiş çaresizlik: “Çocuğumun öğretmeni taciz etmiş. İspat edemeyiz”, “Bundan asla kurtulamam.”, “Kötü bir çocuk olduğum için bunu hak ettim.”, “O vazgeçene kadar buna katlanmak zorundayım.”
  5. Aile içi yetersiz iletişim, yoksulluk ve eğitimsizlik: “Cinsellik nasıl konuşulur, istismardan nasıl korunulur bilseydim evlatlarımla konuşmaz mıydım hiç?”, “Anlatsam beni suçlarlar.”, “Annem duysa kahrından ölür.”

  1. Bilinçsizlik: Yapılanın istismar ve suç olduğunu, haklarını, suçu nereye ne şekilde bildireceğini bilmeme. “Çocuğumu istismar eden kişi kocammış, bununla nasıl baş ederim?”, “Öğretmenimin beni sürekli kucağına oturtması normal mi?”, “Patronum taciz ediyor, bildirirsem işten atılır mıyım?”
  2. Beyana inanılmaması: İstismarın bildirildiği kişilerin konuyu kapatmaları. “Çocuk aklı, kurgu yapıyor”, “İftiradır!”, “Yapsaydı herkese yapardı, diğerlerine niye yapmıyor?”, “Abartıyorsun işyerinde erkeklerin ufak tefek tacizlerine alış.”
  3. Eksik, hatalı, geç müdahale: İstismarın bildirildiği kişi ya da kurumun, nasıl bir yol izleyeceğini bilmemesi. “Öğrencimin istismara uğradığından kuşkulanıyorum, ne yapmalıyım?”, “Öğretmenime anlattım, hiçbir şey yapamadı, öğretmenim de çaresiz.”, “Bu konudan hiç bahsetmemişim ve bir daha bahsetmemeliymişim gibi davranıyorlar.”
  4. Sosyal ve hukuki sistemlerin yetersizliği: Mağdur ve yakınları korunamıyor. “Kocamı öz çocuklarımızı taciz ettiği için şikayet edeceğim, ne bir gelirim ne gidecek yerimiz var.”, “Amcamı şikayet ettik, hala altlı üstlü oturuyoruz, karşılaşmamak için evden çıkamıyoruz”, “Şikayet ettiğimiz kişi telefonumuzu, evimizi öğrenmiş bizi tehdit ediyor.”, “Zorla çekilen görüntülerimi davayı geri çekmezsem sosyal medyada paylaşacaklarmış.”
  5. Mağdurun suçlanması: Gerek toplumda gerek mahkemelerde, istismara uğrayanın “Rızasının olduğunun, yeterince karşı koymadığının, bağırmadığının”… iddia edilmesi.
  6. Tehditlerden korkma: Kan davaları ve intikam cinayetlerinden korkma.
  7. Dışlanma ve itibar kaybetme kaygısı: Damgalanma, iftiraya uğrama, aile ve arkadaş çevresinden destek görmeme. Eğitim, çalışma ve özel hayatın engelleneceği şeklinde kaygılar. “İş arkadaşımı şikayet ettiğim için arkadaşlarım beni dışladı”, “‘Dava edersen basına malzeme olursun seninle kimse evlenmez artık’ dedi”, “Basına verilen çıplak görüntülerin utancından sokağa çıkamıyorum.”, “Patronumu şikayet edersem mimlenirim, başka kimse bana iş vermez.”
  8. Aile bireylerinin sessiz kalması ya da istismarı desteklemesi: “Evde herkes abimin bana tecavüz ettiğini biliyordu, kızkardeşlerime de yapmasın diye annem göz yumdu.”, “Öz kızına tecavüzden yargılanan baba: "Hakim Bey bahçemdeki ağacın ilk meyvesi, sen olsan başkasına tattırır mısın? Tabii kızın tadına ilk ben bakacaktım" dedi.”, “Urfa’da doğum yapan 14 yaşındaki kıza bebeğin babası kim diye soruldu: Ya dayım, ya abim, dedi.”
  9. Aile içi infaz gerçekleşme riski: Bildirimde bulunanların intihara zorlanmaktan, öldürülmekten, istismar edenle ya da bir başkasıyla zorla evlendirilmekten, failin kendi yakınları tarafından öldürülmesi sonucu yakınının ceza alacağından çekinmesi. “Beni ihbar edersen baban beni öldürür ve hapse girer.”, “Tecavüz edenle evlendirelim dava kapansın.”, “Kendini öldür ailemizin namusunu temizle!”
  10. Faillerin güç ve baskı uygulaması: Kişiye, aileye ya da kamuoyuna güç ve baskı uygulayarak mağdur ve yakınlarını sindirmesi.
  11. Şantaj: Zorla ya da gizlice çekilmiş çıplak görüntüler aracılığıyla şantaj yapılması. Mahkemeye delil olarak sunulan verilerin gizliliğinin sağlanamaması, bunların dava sürecini etkilemek ve davacıyı yıldırmak için ifşa edilmesi.
  12. Zorlu dava süreci: Bildirimden sonra adli işlemler, muayeneler, raporlar ve dava sürecinde, mağdurun deşifre edilmek ve faille defalarca karşı karşıya gelmek zorunda kalmak istememesi.

  1. Adaletteki sorunlar: Yargılama sürecindeki aksaklıklar, haksız tahrik indirimleri, adaletin sağlanmaması ya da çok gecikmesi.
  2. Medyanın olumsuz etkisi: İstismar bildiriminde bulunan birey ya da ailelerin, dava ve kovuşturmalar sırasında başlarına gelen travmatik olayların medyada uygun olmayan biçimlerde sunulması, bunların yıldırıcı örnek teşkil etmesi, adaletin geleceğine olan inancın sarsılması.
  3. İkincil mağduriyet: Tekrar tekrar travmatize olan örneklerin ve haberlerin basında veriliş biçimlerinin cesaret kırıcı ve caydırıcı nitelik taşıması.
  4. Çocuk yaşta evlilikler ve yakın akraba evlilikleri: Çocuk istismarı ve ensesti meşrulaştırmaları.
  5. Toplumdaki bilinç ve bilgi eksikliği: Her meslekten kurum ve bireylerin bu konuda bilinçlendirilmesindeki yetersizlikler.
  6. Devlet politikasındaki eksikler: Şiddetle mücadelenin etkin bir devlet politikası olmaması. Kadın bakanlığı, çocuk bakanlığı gibi bakanlıkların olmaması, yasal düzenlemelerdeki yetersizlikler, devletin bu konuda çalışan sivil toplum kuruluşları ile yeterli işbirliğini sağlamaması.
  7. Denetimsizlik: Ebeveyn okulları ve çocuklar için devlet destekli yaz okullarının olmaması, yurt ve yuvaların yeterince ve gereğince denetlenmemesi.
  8. Toplumun öğrenilmiş çaresizliği: Tüm bunların sonucudur.

Kısa biyografi

Psikiyatrist ve Psikoterapist Dr. Arzu Erkan Yüce.

Türkiye Psikiyatri Derneği, Türk Tabipler Odası, Kognitif ve Davranışçı Psikoterapiler Derneği, Bilişsel Davranışçı Psikoterapiler Derneği üyesidir. Türkiye Psikiyatri Derneği Bilişsel Davranışçı Psikoterapi Eğiticisidir. İzmir’deki muayenehanesinde psikiyatrist ve psikoterapist olarak hizmet vermektedir. (http://arzuerkan.com/ )

Bu röportaj Psychologies Türkiye Dergisi Ağustos 2018 sayısında yayımlanmak üzere Nihan Karahan tarafından yapılmıştır.