Dünyada gerçeği bulmaya giden yolda uzun zamandır didinip duruyor ve hala gidecek bir yolunuz olduğunu mu düşünüyorsunuz?  Her ne kadar düşünseniz de bu yolun bir sonu olmadığını  biliyorsunuz. Geldiğiniz nokta itibariyle asıl önemli olanın varmak değil de yolda kalmak olduğunu anladıysanız,  işte o vakit Tolstoy'un 'Savaş ve Barış' isimli kitabını mutlaka okumalısınız.

Yazmaya, Ataol Behramoğlu'nun güzel bir şiiriyle devam edelim ve Savaş-Barış diyalektiğini yanlış anlayanları  bir de böyle karşılayalım ne dersiniz?

***

"Hazır ol savaşa
barış istiyorsan eğer..."
Bize bunu böyle öğrettiler

Bir terslik yok mu sizce bu anlayışta?
Barış nasıl uzlaşır savaşla

Savaşa hazır olmanın anlamı ne:
Beklemek her an parmak tetikte

Ve silahlanmak tepeden tırnağa
En yeni yöntemlerle ve durmamacasına

Ve boğazlaşmanın hünerlerini
Herkes iyice öğrenmeli

Bir terslik yok mu sizce bu anlayışta?
Ölüm nasıl bağdaşır yaşamla?

***

Savaş ve ölüm kavramları nasıl da hayatınızın orta yerinde duruyor, değil mi? Oysa ki barış, görebilenler için bembeyaz bir güvercin misali, her daim yürekleri aydınlatıyor. Savaş mı? Savaş ise insanlığı karanlığa sürükleyip, onca hayatı mahveden kavramlardan birisi. Savaş ve barış birbirine zıt iki kelime. Tüm zıt kavramlarda olduğu gibi, biri olmadan diğerinin kıymetinin bilinemeyeceği söylenir.

Tolstoy demişken O, hayatı boyunca gerçeği arayan birisi. Yazılarında görünenin altında ne var ne yok onu keşfetmenin yollarını arar. Söz konusu kitabında, insan davranışlarının özellikle savaş esnasında komutanların, siyasetçilerin nasıl ve ne kadar sıklıkla mantık dışına çıktıklarını anlatmaya çalışır. Ona göre, mantığın en gerekli olduğu zamanlarda bile liderler anlamsız davranışlar gösterebilmektedirler. Diğer taraftan aynı liderler sadece savaş zamanlarında değil, barış zamanlarında da doğru bir mantık yürütemeden  hareket edebilmektedirler. Bütün bunlar olup biterken olayların dışındaki diğer kişiler ise başlarına gelenleri  kendilerince değerlendirip anlamlandırma çabası içine girerler.

'İnsanlık Tarihi' sayısız savaşlarla doludur. Tarihi, geniş bir görüş açısıyla incelediğinizde, savaşlara neden olan her olayın önemsiz sayılabilecek bir nedenden ortaya çıktığını görmeniz mümkündür. Ancak aynı tarihi, kişisel bir görüş açısıyla ele aldığınız zaman tam aksini düşünürsünüz. Yani savaşları mutlaka bir nedene bağlamak ihtiyacına girersiniz. Savaş, bir taraftan çok insana göre hala tanımsız bir olgu, herkes kendince bir şeyler söyler savaş ve savaşmak hakkında. Söylenenler, özellikle de yeni nesil için oldukça yabancı kavramlardan oluşur. Çoğu genç, hayatı boyunca sıradan bir mahalle kavgasına  bile şahit olmamışken onların lugatında savaş denilen şey nasıl tanımlanabilir ki!

Dünya kuruldu kurulalı insan öldürmek fiziksel açıdan da, ahlaksal açıdan da kötü bir durum, Aristoteles 'insan akıl sahibi bir varlıktır' der. İnsanı hayvanlardan ayıran en büyük özelliği düşünmek yetisidir. Nasıl oluyor da düşünebilen insanoğlu, savaşlarda yer alıp onca insanın ölümüne neden olabiliyor ? Elbette düşünebilen herkesin, bu dünyada yapıp ettiklerini akla uydurmak gibi bir hedefi olmalıdır.

Barış, ne yazık ki tarih boyunca, insanlığın ulaşamadığı hayali,  savaş ise ne yaparsa yapsın, bir türlü uzak duramadığı eylemlerinden biri olmuş. İnsan yaşamında, insanlığın değerine göre bir denge durumudur barış. Eğer kişi bu dengeyi tutturacak şekilde yaşarsa ahlaki bir davranış sergilemiş olur. İnsanın düşünsel ve erdemli tarafı bu şekilde davranmakla ortaya çıkar. İnsanoğlu yaşarken hem  kendinin hem de diğer insanların hayatına sahip çıkmalıdır. Ne zamanki insanlar kendi hayatlarıyla birlikte diğer kişilerin hayatlarına sahip çıkarlar, işte o gün nihai barışın arifesi demektir.  

Herkes istiyor barışı ama bizimkisi istek değil, hasret olmuş artık.

Ne demiştik, dünya hepimize yeter!

Sevgiyle kalın efendim...!