Kendi mesleğim olduğu ve 44 yıldır içinde yaşadığım için son günlerde gelişen “ilaç yokluğu” meselesinin tam göbeğindeyim. Aralık ayından bu yana önce pahalı klinik ilaçlar yavaş yavaş çekildi , son günlerde de evde bulundurduğunuz basit ağrı kesiciler bile bulunmaz hale geldi. Neden böyle oldu ?

Bizim halkımız sebep sonuç ilişkisine bakmaz. Mesela tanzim satışla tarım meselesinin çözüleceğini zanneder. Siyasiler bir kurban belirler halkın önüne atar. Linç başlar.

İlaç yokluğunun temel sebebi ithal ilaçların payının çok yüksek olması ve devletinde fiyat belirlerken 2,69 TL’ lik Euro kurunu baz almasıdır. Euro bu gün 6 TL civarında.

Adam ithal etmiyor, hammaddeyi dışardan getirende üretmiyor. Yani içinde bulunduğumuz krizin bir sonucu olarak ilaç yoka girdi.

Eh bu işinde kolay yolu parmakla Eczacıyı işaret etmektir.  Nitekim öyle oldu. Sağlık Bakanlığı önce bir açıklama yaptı

-İlaç sıkıntısı yok ...! .

Buyurun size algı. Gözler Eczacılara, Depolara çevrildi. Sonra ilaç sıkıntısı saklanamayacak duruma gelince, bir başka açıklama geldi..

-32 tane Eczanede stok yapıldığını tespit ettik… !!

Bravo !! Ülke de 26.000 eczane var. 32 tanesi ilacı stoklamış, 25.968 tanesi kıvranıyor..

Böyle bir şey olabilir mi ? Neyse neticede Bakandır ciddiye almak lazım. Türk Eczacılar Birliği olarak resmi bir çağrıda bulundu. Dedi ki ;

-Somut veri varsa  32 Eczacıyı açıklayın, haysiyet divanına yollayalım, en ağır şekilde cezalandırıp teşhir edelim. Bizi zan altında bırakmayın.

Yirmi gündür cevap bekleniyor. Ses çıkmadı. Arayan soran yok. Hangi eczanedir, hangi eczacıdır bilmiyoruz. Açılan bir dava filan da yok.

Affedersiniz ama  7 yılda 230 defa gece yarısı indirilen ilaç fiyatları yüzünden Eczacının yemediği kazık kalmadı. 100 Liralık ilaç sabah kalkıyorsunuz 70 Lira olmuş. Aradaki farkı da kimse ödemiyor. Görev zararı yani. Nereye gidersen git. Eczacı artık ne stok yapacak kadar enayi, ne de o kadar parası var.

Derken işin içine medya girdi. Dün Sözcü gazetesinden Rahmi Turan köşesinden Eczacılara yüklenmiş. Aynen yazıyorum ;

-En hayati ilaçların yüzden fazlası yok. Sağlık Bakanlığının çaresiz hastalar için fazla bir şey yaptığı söylenemez. Eczanelere gelince  Bunlarda para kazanmaktan başka bir şey düşünmeyen ticarethaneler. Halk sağlığı ile ilgileri pek yok. Bunu Sağlık Bakanı da biliyor ama fazla bir şey yapamıyor..

Buyurun bakalım..

Birden aklıma Rahmi beyle bir eczacı arasında bir şey mi geçti acaba, kırk yıllık gazeteci neden böyle bir şey söylemiş diye düşündüm. Çünkü lafın özünde bir öfke, bir kin var gibi. Sağlık Bakanı da biliyormuş ama bir şey yapamıyormuş.  Herhalde Bakanla bu konuda dertleşmişler ki   kendi adına konuştuğu yetmemiş Bakan adına da konuşmuş..

Kendisini arada bir okurum.  Söylentiler üzerine kurulu yazı hayatında bir konuyu derinlemesine araştırıp fikir beyan ettiğini hiç görmedim. Güzin Abla modeli yani..(Kusura bakmasın kişisel fikrim budur)

Uzun uzun savunma yapacak değilim. Anlatmanın da yararı yok. Ancak şunu belirtmemde yarar var. Eczacı tacir değildir. Ne anasının karnından doğduğunda, ne de beş sene dirsek çürüttüğü mektepte ticaret öğretilmez. Ticaret yapmak da istemez. Sağlık işinin ticaret işiyle bir ilgisi olmamalı diye düşünürüz. Ne yazık ki bizi buna mecbur eden bir sistem kurulmuş. Sistem diyor ki “Hasta müşteridir”  Duyarlı, bilgili, konuya hakim bir köşe yazarının eleştirmesi gereken durum bu olmalıydı. Günlük olayları genele bağlamak gibi sığlığın içine  düşmemeliydi..

Mobidik filmine bir de balinanın gözünden bakmak lazım. Eczacılar ve Eczaneler   devlete bağlı yarı özerk bir ucube sistemin aktörleridir. Devlet ilacın fiyatını belirler ve eczacıya kar vermemek için bütün tedbirleri alır. Bununla kalmaz tahsildarlıkta yaptırır.  Eczacılar muayene parası, reçete parası, katılım paylarını devlet adına tahsil ederler . Çoğu zaman hastadan alamadıkları bu parayı  her ay gününde devletin kasasına aktarmakla mükelleftir. Şimdilerde 0,25 kuruşa poşet satıp 0,15 kuruşunu devlete beyan etmekle yükümlü kılındılar. Bakkal, kasap, manav, kuru yemişçi muaf ama eczanede parayla. Her ay ayrıca beyanname düzenliyorlar.

Bir tomar  giderle,  SGK’nın çalışmayan sistemi, yaptığı sebepsiz kesintileri , neyi ne kadar ödediğinin belli olmayan  hesabıyla “ver de sonra yazdırırız” garipliğinin de muhatabıdır..

Hakim alıcı  SGK ve kurumlar olduğundan kaçarı da yoktur.. Eczacı sınıfından daha yüksek vergi ödeyen bir başka meslek grubu da hemen hemen yoktur. Kısacası ödemeye gelince taciriz, almaya gelince devlet memuruyuz. Daha nasıl diyeyim ?

Rahmi bey bu konudaki azgınlığımızı (!) pekiştirmek için bir de örnek vermiş..

Bir vatandaş Diazem 10mg isimli anksiyete ilacını on bir eczane gezmiş bulamamış. On ikinci eczanede reçetenin tarihi eski olduğundan SGK üzerinden verilememiş. O da reçeteyi yırtıp eczacının suratına atmış. Mutlu son. Kötü adam cezasını bulmuş.

Bahsettiği ilaç 3,81 TL.. Bu parayı verip alsa sorun olmayacak. Bana kalırsa hikaye biraz asparagas geldi ama, halk dalkavukluğu yapmak isterseniz bunun önemi yok. Döşenin gitsin.

11 yaşındaki Arda SMA hastasıydı. Ama ithal olan bu ilacı SGK ödemedi . Arda öldü.. Bu şekilde hayatını kaybeden yirminci çocuktu. Kanser ilaçlarında ödeme kapsamında olanlara güçlükle ulaşılıyor. Bütün bunlar bir tarafta dururken 3,81 TL lik bir ilaca bağımlılık kazanmış, kafası bozuk adamın hikayesini yazmak  hangi derde çaredir düşünmek gerek.

Yapmayın dertlere deva olmaya çalışan insanları suçlamayın, kafaları kirletmeyin.

Rahmi Bey ; herhalde duymuşsunuzdur. Oxford Üniversitesi Reuters Enstitüsü’nün yalan haber üretme  konusunda 37 ülkede yaptığı bir araştırmada Türkiye yüzde 49 ile birinci.

Siz önce kendi gözünüzdeki merteği çıkarın…