Söyleşi: Şenay Yıldırım 

Bu sorunların çocukların ve gençlerin eğitimini olumsuz etkilediğini aktaran Alkan, “Öğretmenin niteliği çok belirleyicidir. Öğretmeni eğitim fakültelerinde nasıl yetiştirirseniz, onlar da göreve geldiklerinde Türkiye’nin en ücra köşesinden başlayarak merkeze doğru nitelikli bir eğitimin aracı haline geliyorlar.” diye konuştu.

Öğretmenin niteliği, eğitimin niteliğini belirler mi?

Tabi ki. “Biz nitelikli eğitim için nitelikli öğretmen” sloganıyla bir çalışma da yürütüyoruz. Türkiye’de öğretmenler çok stres altında. Bir yanda işe yabancılaşma, diğer yandan da okullarda ve iş yerlerinde verimi arttırma bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Tabi ki öğretmenin niteliği çok belirleyicidir. Öğretmeni eğitim fakültelerinde nasıl yetiştirirseniz, onlar da göreve geldiklerinde Türkiye’nin en ücra köşesinden başlayarak merkeze doğru nitelikli bir eğitimin aracı haline geliyor. Biz Türkiye’de 1 milyondan fazla eğitim emekçisi olarak hep şunu söylüyoruz: “Bizler bir sonucuz, aslında nedenleri görmemiz gerekiyor.”

Türkiye’de neden olarak gördüğümüz şey açıkçası şudur: Bizim çökmüş ve kimseyi mutlu etmeyen bir eğitim sistemimiz var. Okul öncesinden üniversite eğitimine kadar sorunların artarak ve özellikle de pandemiyle beraber daha da katlanarak büyüdüğü bir noktadayız şu anda. Biz Eğitim Sen olarak sürekli değişen bakanlara ve sisteme karşı diyoruz ki,  nasıl bir eğitim istiyoruz ama karşısına ne koyuyoruz? Kamusal, bilimsel ve laik eğitim modeli yanında sınavın olmadığı, elementin olmadığı bir sistemi modelliyoruz. Bizim temel sorunsalımız;  bu ülkedeki eğitim politikaları bilinçli olarak bilimsellikten uzaklaştırılmaktadır. O yüzden bizim sendikamız tarihsel bilinç ve birikimi ile Osmanlı’dan günümüze devam eden köklü bir geçmişin getirdiği birikimler bilimsel eğitim mücadelesi vermektedir. Her dönemin sorunlarına vakıf bir sendika olarak bugünlere güçlü bir miras sayesinde geldik. “Nasıl bir eğitim istiyoruz”, sorusunun içinde nasıl bir öğretmen modeli olmalıdır, sorusuna da cevaplar üretmeliyiz.

Öğretmen yetiştirme politikaları bu ülkede sorunlu. Çok farklı kaynaklardan öğretmen sisteme alıyoruz. Yıllar önce Mehmet Sağlam döneminde herkesi öğretmen yapma politikasıyla başlayan yanlış politik hat bizi bugün 600 bine dayanan işsiz öğretmenle karşı karşıya bıraktı. Dolayısıyla eğitim fakültelerini işlevsiz hale getirdiler. Böyle olunca da öğretmenin niteliğinde de bir erozyon karşımız çıktı. Ve şu andaki öğretmenlerin neredeyse yüzde 75’i son 20 yılda atandı ve birçok soruna rağmen (KPSS, siyasetin eğitime dokunması, mülakat sorunları gibi)  mücadele ederek atandılar. Bu süreç ister istemez sistemsizlik ve beraberinde öğretmeninde değişimini doğurdu. Öğretmen itibarını kaybetti. Bu da doğal olarak toplumsal sorunlara duyarlı öğretmen, rol model olan öğretmen profili yerini bıkkın ve yılgın öğretmene bıraktı.

Bir çok sorunda öğretmenler, itibar suikastına uğruyor. OECD’ye üye ülkeler arasında en çok çalışan Türk öğretmenlerdir. Buna rağmen en az ücret alan öğretmenler yine Türkiye’deki öğretmenlerdir. Strese bağlı bir çok hastalık arkadaşlarda görülüyor. Mobbing hat safhada. Sonra da öğretmenlerin bu ülkede mutlu olduğu ileri sürülmektedir. Almanağımız, arşivimiz unutmuyor! Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik çok az çalışıp çok maaş istiyorlar dedi, başka bir bakan çıkıp bizi dilenen insanlar moduna sokup Sultanahmet’teki güvercinlere benzetti. Toplum nezdinde itibaren sorunu yaşamamak mümkün mü? 

125 BİN ÇOCUK EĞİTİMDEN KOPTU

4+4+4 sistemi eğitim sistemindeki bu sorunları arttırdı mı? Neler getirdi, neler götürdü

Elbette. Bu sistem aslında kırılmaların başlangıcı oldu. Köy okulları kapandı. Eğitimin içeriği dinselleşti. Taşımalı sistem denilen her şeyi ile ucube bir sistem doğdu. Ulaşımdan, beslenmeye kadar bilimsel eğitimi içermeyen bu sistem zorunlu eğitimi sekteye uğrattı. İkinci dörtle beraber çocuk gelinler ve işçiler ortaya çıktı. Genel hatlarıyla baktığımızda her bakan yeni bir modelle geldi. Bu sistemsel değişim ardında gizlenenler de zamanla ortaya çıktı. Toplumu dini motiflerle yönetmek isteyen, rıza üreten ve itirazı olmayan bir gençlik yaratmak istendi. Her şey bu çıkar için hedeflendi. Bu şu sonucu doğurdu: Her bakan hatta her milli eğitim müdürü zor ilkesine sarıldı ve çağdaş olmayan normlarda eğitimin zemini hazırladı.  Eğitimdeki ivme kayması, asıl özne olan çocuklarımızı ve öğretmenlerimizi ezilip öğütür hale getirdi.

Bu konuda kendi meslek hayatımdan örnek verebilirim. Ben 18 yıldır aynı okulda görev yapıyorum, gözlemlerimden çıkardığım şudur ki öğrencilerimizin ütopyası yok. Bu durumun temel nedenlerinden biri de 4+4+4 sistemidir.

Bu sistem ile okul öncesi eğitim zorunlu olmaktan çıktı. Ayrıca geçiş dönemleri birden bire olduğundan, çocuklar tam motor gelişimini tamamlamadan, süreçlere hâkim olmadan, bir anda ortaokul denilen bir kavram ile karşı karşıya kaldı, bu da yeni sorunları açığa çıkardı. Temel eğitime baktığımızda devletin resmi rakamlarına göre bu sisteme geçiş yapıldığından beri 650 çocuk işçi ortaya çıktı. Pandeminin etkisi ile şu anda tam 125 bin çocuk okulda değil, eğitimden koptu. Şu anki istatistikler çok net ortaya koyuyor ki, dünyada en fazla çocuk emeği sömürüsü bizim ülkemizde yaşanıyor.

ESKİŞEHİR’DE ÖĞRETMEN FAZLALIĞI VAR

Bir yanda atanamamış öğretmenler beklerken bir yanda da öğretmen açığı sorunu duruyor, öğretmen sayılarıyla ilişkin şu an hangi durumdayız? Yeterli mi eksik mi?

Devletin resmi rakamlarına göre 130 bin öğretmen açığı var ancak şu anda 600 bin civarında atanamamış öğretmen mevcut. Özel sektörde yoğun emek sömürüsü var. Ülkedeki eşitsizlik, eğitimde çok fazla göze çarpmakta. Doğuda öğretmen açığı çok fazlayken batıya doğru geldiğimizde norm fazlası öğretmen olduğunu görüyoruz. Bu illerden biri de Eskişehir. İlçeleri tek tek gezdik gözlemledik, yanlış hatırlamıyorsam şu anda Eskişehir’de 350 civarı ücretli öğretmen çalışıyor. Açıkçası MEB emek sömürüsü yapmaktadır. Normal koşullarda haftada 30 saat derse giren bir ücretli öğretmenin eline 3300 TL gibi bir para geçiyor. Asgari ücretin çok altında bir ücret politikası uygulamada. Açlık sınırı 5000 TL, yoksulluk sınırı 16000 civarında olan bir ülkede insanca bir yaşam sürmeyen eğitim emekçilerinden insanüstü fayda bekleniyor.

Son günlerde, uygulanan yanlış ekonomik politikaların sonucu olan zamlar eğitim emekçilerini derin bir yoksulluğa itti. Özellikle ulaşım zamları temel sorun haline geldi. Örnek verecek olursak, Sivrihisar’da öğretmenlik yapan ve Eskişehir merkezde ikamet eden bir öğretmenin aylık ulaşım maliyeti 1200 TL. Alpu’daki öğretmenin ise 600 TL olmuştur. Bu konuda yerel yönetimlere de sorumluluklar düşmektedir. Eskişehir’de halkçı belediyelerimiz, kamu görevlileri için servis düzenlemesi getirmelidir. Gelelim asıl soruya. Neden Eskişehir’de 1500 civarı norm fazlası öğretmen var? Bu durumun temel nedeni, öğretmene bağlı olarak yer değiştirme olmadığı içindir. 

TÜRKİYE’DE EĞİTİME KAYNAK AYRILMIYOR

Eskişehir’de eğitimde nasıl sorunlar var, okulların fiziki koşulları ne durumda? Eskişehir eğitim ortamında son güncel gelişmeler nelerdir?

Eskişehir’de yaşanan sorunlarımız Türkiye’den farklı değildir. Eğitimdeki en temel sorunlarımızdan bir tanesi de okul binalarımızdır. Eskişehir’de 1997 yılından itibaren ihtiyacı karşılayacak yeni okul binası üretimi olmadı. Ve bizim okullarımızın çoğu merkezde. Okul binalarımızın yapısal olarak analizleri yapıldığında ise birçoğunda depreme dayanıklılık konusunda sıkıntılar olduğu da bilinen gerçekliktir. Ya da başlayıp bitirilemeyen okullarımız var. 24 Kasım ve Yunus Emre Endüstri Meslek gibi. Emek mahallesinde en az 2 liseye, Çamlıca’da yine en az 2 ortaokula ihtiyaç var. Sivrihisar’da keza boş olan imam hatip okulları var. Çözüm üretecek irade ortada yok. Çünkü kaynak sorunu büyük. Bir de sık sık değişen il milli eğitim müdürlerimiz var. İstikrar sorunu da eklenince Eskişehir eğitim ortamının sorunlarını siz düşünün. Örneğin gerçekten sorunları büyük olan bir kente geldi Nesrin müdürümüz fakat 1 ay anca görev yapabildi.  Yeni Müdürümüz için süre ne olur bilinmez ama bir gerçek var, siyaseten gelen siyaseten gidiyor.

Bizim temel yaklaşımımız hep net olmuştur. Eğitim Sen olarak bütün milli eğitim müdürlerimize, her zaman doğru yapılan işlerin yanında olduğumuzu, buna destek vereceğimizi ancak yanlışın da doğal olarak karşısında olduğumuzu söylüyoruz. Bizim duruşumuzu herkes bilir. Biz bu ülkede ve bu kentte kamusal eğitimi savunuyoruz. Ancak ülkemizde eğitime para ayrılmıyor. Sağlıklı bir ortam yaratmazsanız sağlıklı bir eğitim veremezsiniz. Biz 18. 19. yüzyıldan bu yana batılılaşmayı temel alan bir coğrafyadayız. Cumhuriyetin ideolojisi de bu değil mi? Kalkınma yolunda eğitime büyük misyon yüklenmiştir. Mustafa Kemal’in en büyük devrimlerinden biridir Tevhidi Tedrisat Kanunu’dur, fırsat eşitliğidir, eğitimin kamulaştırılması ve en son olarak Köy Enstitüleri modeli ile köylüyü toplumun efendisi yapmaktır.  Fırsat eşitliği ve Cumhuriyetin temel öğeleri üzerine kurulan bir eğitim modelimizden bugünlerin piyasacı eğitimine geldik.  Bu kentte kamusal eğitimi tartışabiliyor muyuz? Düşünün Eskişehir’de birçok okulda sınıf anneleri, gündelikçi temizlikçi tutuyorlar ve sınıfları temizlettiriyorlar. Eğitime para ayırmazsan günün sonunda böyle bir tablo ile karşı karşıya kalıyorsun.

EĞİTİMDE BİLİMSELLİK YOK

Pandemi, okulların yapısında, eğitimci ve çocuklarda nasıl etkiler sonuçlar yarattı?

Pandemi ilk ortaya çıktığında ben bir basın açıklaması yapmış ve eğer pandemi ülkemize sıçrarsa özellikle de Eskişehir’de okullarımızda sabun bile yok demiştim. Nitekim hayat bizi haklı çıkardı ve çok kötü günler yaşadık. Bir çok eğitimcimizi kaybettik, pandemi çocuklarımızda büyük bir travma yarattı. Uyum sorunu ve davranış sorunu yarattı. Uzaktan eğitim döneminde çocukların büyük bölümü eğitimden yararlanamadı. Bu çocuklarımızın İnternet, tablet ve bilgisayar ihtiyacı karşılanmadı. Özel okullar ile kamu okulları arasında makas açıldı. Açığı kapatmak için yapılanlar dostlar alışverişte görsün misali oldu. Bizim temel sorunlarımızdan bir tanesi, bilimi kapı dışarı etmişiz bu ülkede. Eğitimde bilimsellik yok. Bir de sınavlar ülkesi olduğumuz gerçekliğini unutuyoruz. Bu nesil tabi ki kayıp bir nesil çünkü bu çocuklar 10. sınıfı okumadan, 11. sınıfa geçtiler. 12. sınıfı zaten okumadılar, arkasından üniversite sınavı gerçekliği ile karşılaştılar.

Üniversite kenti ile marka olmuş bir şehirde yaşıyoruz. Kentin özgür dokusu ile üniversitelerin ortaçağ anlayışı bir birine zıtlık teşkil ediyor. Çağdaş dünyanın hangi ülkesinde kapısında HGS sistemi olan üniversite var? Özgürlükler kapı dışarı edilmiş durumda. Üniversitelerde akademik özgürlük yok. Siyaset rektörlüğünden dekanlığına kadar o kadar nüfuz etmiş ki insanlar gerçekten yaptığı işten uzaklaşmış, işe yabancılaşmışlar ve mutlu değiller.

Net olan bir olgu var o da;  hangi eğitim kademesinde olursa olsun, kamusal, bilimsel ve laik eğitim sisteminden şaşmayacaksın. Gelişmiş tüm ülkelerde bu durum böyle.

Öğrencilerin eğitim modelleri ile alakalı da sorunlar yaşadığını görüyoruz. Mesela 2’li eğitim modelinin yerine tekli eğitim modeline geçildiği söylenmişti. Ancak Eskişehir’de halen 2’li eğitim modelini uygulayan çok sayıda okul var…

Yanlış hatırlamıyorsam 44 ya da 46 okulumuzda şu anda 2’li eğitim modeli uygulanıyor. Saat uygulamasından dolayı çocuklar çok erken saatte uyanıp, sabahın karanlığında okula gidiyor, öğlenciler karanlıkta okuldan çıkıyor. Bir de kalabalık sınıflar özellikle merkez okullarda temel sorun. Çok itibar edilmeyen adrese dayalı okul kayıt modeli çöktü. Çevre okullarımıza bakıyoruz yoksulluk içerisinde. Milli eğitim müdürlüğü yeni bir politika getirip yeni okullar yapılacağını ve yoğunluğun azaltılacağını söyledi, ama nasıl yapılacak bilmiyorum. 60 milyona ihaleye çıkan bir okulun maliyeti bugün 120 milyona ulaşmış durumda. TOKİ’nin yaptığı okulların kalitesi de ortada.  Bu ikili eğitimin olumsuzlukları bitmez. Teneffüsler 5 dakika. Çocuk yoruluyor. Anne baba çalıştığı için öğlen okuldan sonra çocuklar etüde gidiyor. Bu çocuklar bu ülkede bunları hak etmiyor.

Şimdi liseler de Anadolu Lisesi’ne çevrildi. Peki, bu okullar nitelik olarak gerçekten Anadolu Lisesi düzeyinde mi? Eğitim içerikleri niteliksel olarak yeterli mi?

Gerçekten nitelikli ve niteliksiz okullar konusunda da sınıfta kaldılar. Böyle bir ayrım olamaz. Öğrencilerin yüzde 4’e girmek için yarıştırılmasının neresi bilimsel? Öğretmen seçimi tamamen tartışmalı bir hal aldı.  Eskiden 20 tane Anadolu Lisesi vardı. Öğrenci istediğine girebiliyordu. Nitelik olarak da bu okullarımız iyiydi. Mesela Süleyman Şah Anadolu Lisesi’ni ele alalım. İdari kadrosu ve öğretmenleri çok gayretliler. Ancak okul resmen bir göçmen deposuna dönmüş halde. Tepebaşı’ndaki mülteciler, Odunpazarı’ndaki sığınmacıları okula toplamışsınız. Anadili Türkçe olmayan öğrencilere siz ders vermeye çalışıyorsunuz. Yani bu kentte eğitimde neyi tutsanız elinizde kalıyor. Rehabilitasyon süreci olmadan bu öğrencileri okullara alıyoruz, sonra da idareci ve öğretmen arkadaşlar uğraşıyorlar.

EMEKÇİLERİN SİYASETİNİ YAPIYORUZ

Siyasileşme bugün sendikalar için de konuşulan bir durum. Hatta bazı sendikaların bazı partilerin temsilcisi gibi davrandığı ve üye olanların sanki bir partiye üye oluyormuşçasına hareket ettiği dillendiriliyor ve bu durum eleştiriliyor, siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Sendika olarak siyaset yapıyor musunuz?

Tabi ki siyaset yapıyoruz ancak burada dikkat edilmesi gerekilen nokta; neyin siyasetini ne şekilde yaptığınızdır. Biz herhangi bir oluşumun siyasetini yapmıyoruz. Biz emekçilerin siyasetini yapıyoruz. Çünkü sendikaların temel sorunu olması gereken noktadan yani, emek - sermaye çelişkisi temelinde hayata bakıyoruz. KESK, Eğitim Sen, bu yüzden uluslararası alanda bir saygınlığa sahip. Eğitim Enternasyonaline üye olarak kabulümüz bu saikler üzerindendir. Türkiye’de kaba sendika siyaseti yapanlar ortada.

 Ben bu konuyu polemik olsun diye söylemek istemiyorum, gerçek ortada. Zoraki, iktidarın olanakları üzerinden üye yapmak, ne kadar ahlaki o da ayrı bir sorun. Fakat eğitim emekçilerinin, arkadaşların söylemlerine de katılıyorum.   Sendikalar, maalesef öyle bir hale geldi ki, başkanlarının maaşını bile açıklayamadığı, eğitim çalışanlarının talepleri değil kendi ikballerinin önce olduğu, iktidarın talimatlarıyla iş yapan, çıkar kurumları oldular. Son Öğretmenlik Meslek Kanununda da gördük. Eğitim Bir Sen, dağ fare doğurdu vurgusunu yaparken diğeri de en azından bir meslek kanununuz olsun dedi.  Eğitim Sen ise tespiti aradaki farkımızı ortaya koydu. Öğretmenlik zaten uzmanlık gerektiren bir meslektir, 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu net olarak, öğretmenlik mesleğinin tanımını yapmıştır. Ayrıca dedik ki, bu ülkede öğretmene iade-i itibar olmadan hangi kanunu çıkarırsan çıkar, bir sonuç elde edemezsin. Meselemiz, sadece maaş değil, meselemiz itibar, onur. Öğretmenlik mesleği bugün öyle bir hale gelmiş ki, herkes üzerinde söz söylüyor.  Veliler o kadar hegomonik hale gelmişler ki, bir öğretmenin 30 yıllık mesleki geçmişine tecrübesine bakmadan, öğretmenin onurunu, öğretmenlik saygınlığını elinden alabiliyor. Bir Cimer şikâyeti ile alıyor üstelik! İtibar suikastı ne yazık ki bu kentte çok fazla olmaya başladı.

Sendikalar enler üzerinden olamaz. En sağcı, en solcu, en Atatürkçü, en muhafazakâr vb. gibi. Bunun sonucunda da eğitim emekçilerinin sendikalara olan güveni  zedeleniyor. Eğer insanlar sendikaları bir araç ve kendi menfaatlerini kullanmak için görmeye başlarsa bu işi kimse durduramaz. Bu işin sonunda biz hepimiz kaybederiz. Ben buradan Eskişehir’deki sendika başkanlarına sesleniyorum, aldıkları maaşları açıklasınlar, ben her dönem başında açıklıyorum. 

MEMURA 2 BİN TL ZAM YAPILSIN

Son olarak zam için Temmuz beklenmesin hemen şimdi diyorsunuz….

Bugün geldiğimiz noktada baktığımızda artık ekonomik koşullar o kadar zor bir hal aldı ki Temmuz’u bekleyecek durumumuz yok. Çarşı pazar enflasyonu yüzde 200, ENAG yüzde 160 enflasyon oranlarından bahsediyor, TÜİK yüzde 61 çıkartıyor! Bir temel soruyu sormak lazım şimdi: Diğer sendikalar, diğer konfederasyonlar ne yapıyorlar? Biz eleştiriyoruz ve çözüm önerilerimizi de ortaya koyuyoruz. Sokağa iniyoruz. Acilen şu anda seyyanen 2000 TL kamu emekçilerine zam talep ediyoruz. Memur Sen’in yüzde 7,5 oranında imza attığı zam oranı insani yaşam koşulları açısından bizler için kesinlikle yeterli değildir. KESK-AR RAKAMLARI açlık sınırı 5 bin yoksulluk sınırı ise 16 bin TL olarak açıkladı. Bizim bir an evvel tüm sendikalarla ortak haklar ekseninde birlikte hareket etmeye ihtiyacımız var. Ve bu da mümkün, zemin buna müsait.

Editör: Mustafa YILDIRIM