Rahmetli babam “Dünya yüzünde, ayağının takıldığı hangi taş varsa kaldır bak altından İngilizler çıkar” derdi. Bu doğru bir tespitti. İngiltere o dönem dünyanın krallığıydı. Mottosu  “Tanrı kralı korusun” olan ve üzerinde güneş batmayan imparatorluk… Tanrı kralı hala koruyor ama kralın arkasında bıraktığı kan kokulu coğrafyalardaki insanları korumuyor... Özellikle İslam coğrafyasını. 1.Dünya Savaşı’nın bitip Osmanlı’nın parçalanmasıyla geride kalan enkazdan hâlâ dumanlar tütüyor. Filistin ve Kudüs o günden bu yana huzur bulamadı.

Filistin’de bir Yahudi devleti kurulması fikrini ilk defa dile getiren 1799 yılında Napolyon Bonapart’tır. Avrupa’da Yahudi düşmanlığı başlayınca, 1896 yılında Theodor Heltz

İsviçre’nin Basel kentinde ilk Siyonizm kongresini topladı. Alınan karar Filistin’de bir Yahudi devleti kurulmasını öngörüyordu. Osmanlı’da dönem II. Abdülhamit dönemidir. 1903’e gelindiğinde Filistin’de Yahudi nüfusu 25 bine ulaşmıştı. 1904 ila 1914 arasında 40 bin kişilik bir ikinci göçmen dalgası daha geldi. 1. Dünya savaşı sürerken 1917 yılında İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur Balfour, Filistin'de Yahudiler için bir vatan kurulması sözü verdi ve Balfour deklarasyonu denen bildiriyi yayınladı. Bağımsız bir Filistin için söz alan Filistin halkı, kararı büyük tepki ile karşıladı. Ama iş işten geçmiş, işin başında tercihlerini yapmışlardı.  1920’de Filistin İngiliz mandası altına girdi. Manda yönetimine, aslen Yahudi olan Siyonist örgütte aktif rol alan Herbert Samuel atandı. İşte o andan itibaren Filistin kanamalı bir yaraya dönüştü. Osmanlı yenilmiş, toprakları lime lime yağmalanıyordu. 1922’ye gelindiğinde Yahudi nüfusu toplam nüfusun yüzde 11’ine ulaşmıştı. Nihayet, Babil’den Roma’dan, Mısırdan, İspanya’dan en son Almanya ve Avrupa’dan kovulan Yahudiler Birleşmiş milletler kararıyla 1948’de, Filistin topraklarında bir devlet kurabildiler. Avrupa Yahudilerden kurtulmuştu. Ama bu onlara yetmeyecekti.

Peki Araplar Osmanlı’ya karşı isyan halinde miydi? Bence bunu tartışmanın gereği yok. Bir kısmı isyana katılmış, bir kısmı katılmamış, bir kısmı yanımızda savaşmış. Ama şu bir gerçek ki Osmanlı çöküyordu ve sağmal bir inek gibi kullandıkları Osmanlı’nın onlara vereceği bir şey kalmamıştı. Yazar ve edebiyatçı Falih Rıfkı Atay 1.Dünya Savaşı yıllarında askerliğini yedek subay olarak Filistin’de, 4. Ordu Komutanı Cemal Paşa’nın yanında, onun Özel Kalem Müdürü olarak yaptı. Oradaki trajediyi birebir yaşamış olan bir yazar olarak 1932 yılında anılarını Zeytindağı isimli bir kitapta topladı. Zeytindağı Kudüs’e yakın bir tepenin adıdır. O kitaptan bazı alıntılarla Osmanlı bölgede ne haldeydi bakalım;

“Biz Kudüs'te kirada oturuyoruz. Halep'ten bu tarafa geçmeyen şey, yalnız Türk kâğıdı değil, ne Türkçe ne Türk geçiyor. Floransa ne kadar bizden değilse,  Kudüs de o kadar bizim değildi. Sokaklarda turistler gibi dolaşıyoruz. Ticaret, kültür, çiftlik, endüstri, binalar, her şey Arapların veya başka devletlerin. Yalnız jandarma bizim idi; jandarma bile değil, jandarmanın esvabı. Osmanlı saltanatı som bürokrat iken, bürokrasi bile tam-Arap, yahut yarı-Araptır. Türkleşmiş hiçbir Arap görmedikten başka, Araplaşmamış Türk'e az rast geliyordum. Birinci Millet Meclisi'nde Şer'iye Vekilliği etmiş, Eskişehirli bir Türk hocasının Türkler gibi “ve” demek yerine, Araplar gibi “vua” dediğini belki henüz unutmamış olanlar vardır. Suriye, Filistin ve Hicaz'da: “Türk müsünüz” sorusunun birçok defalar cevabı “Estağfurullah!” idi. Bu kıtaları ne sömürgeleştirmiş, ne de vatanlaştırmıştık. Osmanlı İmparatorluğu buralarda, ücretsiz tarla ve sokak bekçisi idi. Geç kalmıştık. Artık ne Suriye, ne de Filistin bizim idi. Filistin'de Siyonistler adeta gizli bir hükümet yapmışlardı. Bayrakları ve postaları vardı. Mektuplarına kendi pullarını yapıştırırlar, kendi memurlarıyla sevk ederlerdi.

Yafa'dan Kudüs'e kadar Yahudi Filistin'i birkaç defa dolaştım. Filistin'in yeni kasabaları ve köyleri Yahudi eseridir. Bu, yeni değil, yepyeni bir Filistin'dir. Köylerinde akşamları simokin giyen İngiliz Yahudisi muhtarlık eder. Kırmızı yanaklı Alman Yahudi kızları dilijanslar (kapalı, dört tekerli at arabası) üstünde şarkı söyleyerek bağdan köye döner. Müslüman Araplar ise, bu efendilerin hizmetindedirler: Üzümü Arap gündelikçi sıkar ve şarabını semiz Yahudi içer. (F. Rıfkı Atay-Zeytindağı)”

Bugünkü Filistin’in o günkü Filistin’den farkı pek yoktur. Araplar da öyle.  Çoğu, halkını din kisvesi altında uyutarak emperyal devletlere hizmetle mükellef. İslam ülkeleri haritasına bir baktığınızda bir tane bile özgün ve özgür devlet göremezsiniz.

Bu bir kader midir sizce?