İnsanlar tarih boyunca  ‘insanlık’ haklarını canlarıyla, kanlarıyla ödeyerek almışlardır.
Emek mücadelesinde, 8 saatlik iş için işçiler mücadele ettiler, öldürüldüler, işten atıldılar ama sonunda istediklerini elde ettiler.
Ama bizde genelde, kazanılan hakları ‘yeme’ alışkanlığı vardır. Yani kazanılmış haklar elimizden alınırken sessizce seyretmişizdir. Bırakın kendilerini. düşünmeyi, ne çocuğunu ne de torunlarını düşündüler.
Hep bir avuç insanlar mücadele etmişlerdir, kazanılmış hakları korumak için ve yeni kazanımlar elde etmek için.
O yüzden mücadele ederek, bedel ödeyerek kazanılmamış hakları böyle yitirilmesine neden olurlar.
O yüzden ‘Hak’ını haketmeyenler yüzünden toplumlar bu hale gelir.
Yoksulluk artar, aç insanların sayısını artar, insan ihlalleri artar. Gazeteciler, aydınlar, siyasiler, yazarlar, muhalifler cezaevlerine konulurken yine sessiz kalırlar.
Yani efendim, ben İnsan Hakları Günü’nüzü kutlayamıyorum.
Size Nazım Hikmet’en şiir gönderiyorum. Bilirim okumazsınız, okusanızda anlamayacaksınızdır.
Olsun ben defalarce söylediğim yazdığım şiiri göndereyim efendim:
"akrep gibisin kardeşim,
korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.
serçe gibisin kardeşim,
serçenin telaşı içindesin.
midye gibisin kardeşim,
midye gibi kapalı, rahat.
ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.
bir değil,
beş değil,
yüz milyonlarlasın maalesef.
koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını
sürüye katılıverirsin hemen
ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.
dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
hani şu derya içre olup
deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf.
ve bu dünyada, bu zulüm
senin sayende.
ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
demeğe de dilim varmıyor ama
kabahatın çoğu senin, canım kardeşim."