Dünya nüfusunun yarısını oluşturmasına rağmen tarih boyunca ihmal edilen, yok sayılan kadın bütün kötülüklerin sebebi olarak görülmüş, şeytanla eş tutulmuş, tercih hakkı verilmemiş, yaşama hakları alınmış kıyıma uğramıştır. Ortaçağ filozoflarının ruhlu mu ruhsuz mu olduğu, şeytan olup olmadığını tartıştığı kadınlar tarih boyunca hemen bütün toplumlarda ihmal edilmiş kuşkusuz insani yaşam kalitesinin gelişmesinde de bu ihmalin olumsuz etkileri olmuş, kadının temsil ettiği estetik anlayış hoyratlığa, sevgi ve barış ise savaşlara yenilmiştir.

Antik Yunan mitolojisinde Zeus tarafından insanlığı cezalandırmak için hazırlandığına inanılan ve Pandora adı verilen ilk kadın “pandoranın kutusu” ile betimlenmiştir. Antik Yunan’da kız çocuklarının eğitimini annelerinin yanında alması uygun görülmüş, kadının ev işleri ve el becerileri önemsenmiş örgü örmek kumaş dokumak gibi işler kadınlara bırakılmıştır. Tek eşliliğin geçerli olduğu Antik Yunan’da evlilik sadece Yunanlılar arasında yapılır ve kadınların eş seçme hakkı yoktur. Erkekler köle ve metresleriyle de yaşayabilir ancak kadınlar aldatırsa boşanır ve toplumdan dışlanır yeniden evlenmesi yasaklanırdı. Erkekler eşlerini boşayabilir ancak kadınlar kocalarından boşanamazdı.
Eski Mısır’da Firavun Keops’un para sıkıntısı nedeniyle kızını para getirmesi için geneleve kapattığını ve kızının da istemeyerek boyun eğdiğini tarihçi Heredots yazmıştır.
Hitit, Babil ve Asur hukukunda ve Tevratta kadına başlık verilmesi, miras ve mülkiyet hakkı olmakla birlikte erkeğin cariye alması, mirasın yabancılara gitmemesini teminen ölen kocanın karısının kayınbirader veya kayınpeder ile evlenmesi uygun görülmüştür.
Avrupa ülkelerinde ilk çağlarda kadınların toplum yaşamında yer alması rol paylaşımı erkeklerle eşit düzeyde idi ancak özellikle ortaçağdan itibaren kadın ‘kötülüklerin anası’ olarak görülmeye başlanmıştır. Cadı olarak betimlenen kadınların, kilise tarafından eğitim hakkı mahkemelerde şahitlik yapma, kocasından izinsiz sokağa çıkma, eş seçme hakları yoktur ve yasaklanmıştır. Kadınlar sadece rahibe eğitimi alabilir ancak evlenmemeleri şarttır. Kadınların hiçbir şekilde seçme ve seçilme hakları yoktur ve kadınlar kocalarının isteklerine göre hareket etmek zorundadır. 
Eski Hint geleneğinde kadın, erkeğin mutlak egemenliği altında yaşıyordu. Hint kadını erkeğine kayıtsız şartsız itaat ve sadakat göstermek zorundaydı. Beşerî işlemlerde kadının belirleme ve tercih hakkı yoktu. Kocası ölen kadın, çok defa kocası ile birlikte yakılıyordu. Mirası, kocanın akrabaları olan erkeklere, akrabası olmadığı takdirde din adamlarına terk ediliyordu. Dul kalanlar ise, ölünceye kadar evlenemiyorlardı. Dönemin din anlayışına göre kadın, kötünün sembolüydü; gerektiği zaman tanrılar için kurban edilebilirdi.
Eski Çin ve Japon geleneğinde kadının değeri, kocasına ve kocasının akrabasına olan hizmeti ile ölçülüyordu. Erkek, ailede mutlak hâkimdi. Kadın, ıslah edilmesi gereken bir varlık olarak değerlendiriliyordu. "Madem karını sabahleyin dövdün, öğleyin de niçin dövmeyeceksin ki?" şeklindeki Çin atasözü, bu dönemdeki anlayışı yansıtmaktadır.
İslamiyet’in doğuşundan önce Arap dünyasında, kız çocukları toplumun yüzkarası sayıldığı için insanlık tarihinde daha önce görülmemiş bir tarzda çoğu zaman diri diri gömülerek öldürülüyorlardı. Arapların cahiliye müşrik geleneğinde kadın, diğer toplum örneklerinde görüldüğü gibi velayet ve miras hakkından mahrum bırakılmıştı. Akrabalık, sadece erkeğin soyuna dayanıyordu. Varlığı soylu bir aileye dayanmayan kadınlar cinsel meta olarak sömürülüyordu.
İslamiyet, ne kadını ne de erkeği birbirinden üstün görmemiş, ancak her birine farklı misyonlar yüklemiştir. Ancak bu durum, kadının ve erkeğin temel kişilik haklarından mahrum edilmesini de hiçbir şekilde önermemiştir. İslamiyet, ilk dönemlerde kadına gereken değeri verirken; diğer kültürlerin ve özellikle eski Arap geleneğinin Emeviler dönemindeki baskın etkisi ve Bizans kültürüyle de etkileşim sonucu, İslami değerlerin yanlış yorumlanması sebebiyle kadınlar erkeğin gerisinde kalmıştır.
Türk destanları, devlet anlayışı ve halkın kadına bakışı ise gerçektende oldukça eşittir. Orhun kitabelerinde, İl Bilge Hatun'un, Kağanın yanında devlet işleriyle ilgilendiği belirtilmektedir. Benzer şekilde Tuğrul Bey'in eşi Altun Can Hatun ve Melikşah'ın eşi Terken Hatun'un da devlet işlerinde sözlerinin geçtiği bilinmektedir. Türk Türeyiş Destanları'nda kadın kutlu bir ışıkla hayat ağacından çıkarak Oğuz'a kahraman soylar veren bir peri kılığındadır. Türk destanlarında kadının bu şekilde kutlu bir ışıkla gelmesi, Türklerin kadına bakış açısının eski batı ve diğer toplumlardan ayrılan en belirgin özelliğidir. Dede Korkut Hikâyeleri’nde, Banu Çiçek'in eşini seçmek için onunla güreşe tutuşması da eski ve ortaçağda Türk toplumlarında, kadınların eş seçimindeki hak ve özgürlüğünün açık bir ifadesidir. Batı terminolojilerinde “kötülüklerin anası” ve “babavatan” (vatherland) gibi anlayışlara karşın Türklerde “anavatan, devletana, anadil, hatun” gibi ifadelerin yaygın kullanımı kadına bakışın kültürel tezahürüdür.

Ortaçağ batı dünyasının kadının haklarını hiçe saydığı bir dönemde, İbn-i Batuta 14. yüzyılda yazdığı seyahatnamede, Anadolu'daki Müslüman-Türk kadınlarından bahsederken, “Türk kadınları yüzleri açık dolaşır ve erkeklerden kaçmazlar. Bazen kadınlara erkekleriyle birlikte rastlarsınız ve bu adamları kadınların hizmetkârı zannedersiniz.” demiştir. Macarlardan bahsederken de İbn-i Batuta, "burada tuhaf bir hale şahit oldum ki, o da Türklerin kadınlara gösterdikleri aşırı hürmettir" demektedir. (İbn Batuta Seyahatnamesi, 1000 temel eser)

İslâmiyet’ten önceki eski Türk toplumlarında, kadın eşit bir varlık olarak saygı görürdü. Aile tek evliliğe dayanırdı. Çocuğun kız doğması matem sebebi sayılmazdı. İstenmeyen kız çocuklarının öldürülmesi âdeti hiçbir Türk toplumunda görülmemişti. Çocuklar üzerinde baba kadar ananın da hakları olduğu kabul edilirdi. Mülkiyet bakımından da kadın eşit haklara sahipti. “Hakan”ın emirlerinde, Hatunun adına da yer verilirdi. Türk toplumu, kadınlar için, kapalı bir toplum değildi. Babür İmparatoru Şah Cihan’ın eşi Mümtaz Mahal için yaptırdığı Tac Mahal kadına gösterilen hürmetin tezahürüdür.
Osmanlı'nın kuruluş ve gelişme dönemlerinde kadının toplumsal hayatta belirgin sorunlarının bulunmadığı ancak Arabistan ve Mısırın fethi sonrası Bizans ve Arap kültürünün etkisi, bazı Arap din adamlarının İstanbul’a getirilerek aşırı hürmet edilmesi beraberinde dini anlayışların bunların tavsiyelerine göre şekillenmesi sonucunda sanki dinin gereğiymiş gibi sunulan hurafeler ile bir etkileşim içinde kadın toplumsal yaşamın gerisine itilmiş ve böylece bu olumsuz etkiler topluma yerleşmiştir.
Özellikle ortaçağdan itibaren tüm toplumlarda kadınlar sahip oldukları konumdan daha geri bir statüye itilmiş köle muamelesine tabi tutulmuş, eğitim hakkı, tercih hakkı, sağlık hakkı, çalışma hakkı, miras hakkı, medeni hakları tanınmamış hatta yaşam hakları alınmıştır. Fransız ihtilalı ve gelişen insan hakları düşünceleriyle 19. yüzyıldan itibaren önem kazanmaya başlayan kadın haklarının iade edilmesi, gelenekselleşmiş anlayışların yıkılmasında zorlukla karşılaşmakta kadın erkek eşitliği, cinsiyet farklılığı gibi sebeplerle reddedilebilmektedir. Kadını cinsi bir obje gibi algılayan bu yaklaşımın kırılması, kadının birey olduğunun anlaşılması nihayetinde erkek gibi kadının da insan olduğu bütün insanların eşit olduğunun tüm toplumlarda kabul edilmesi, kadının güçlendirilmesiyle mümkün olacaktır.

Ne Yapmalı
Kadın ile erkeğin kıyaslanması elektrik mühendisi ile elektronik mühendisini kıyaslamak gibidir. Kadın ve erkeğin her birinin toplumda farklı rolleri, becerileri üstlenecekleri görevleri yetenekleri olabilir. Eşitlikten mana cinsiyet ya da fiziki dayanılırlık değil insani eşitliktir, kadının güzel olduğu için değil birey olarak saygı görmesidir. Kadınların güçlü olduğu sektörlerde iş disiplininin iş kalitesinin üretim değerlerinin bariz olarak ortaya çıktığının görülmesine rağmen kadını geriye itmeye çalışmak toplumsal kalkınmaya ihanettir. Kadın erkek eşitliğinin ihdas edilmesi ile ulusal kalkınma ve insani yaşam kalitesinin gelişmesinde nüfusun diğer yarısı ile etkin işbirliği sağlanacaktır. Bu nedenle kadının güçlendirilmesine toplum yaşamında erkeklerle eşit düzeyde temsil hakkına kavuşmasına ihtiyaç vardır. Bunun gerçekleşmesi için geçici süreyle de olsa kadınlara bazı öncelikler sağlanmalıdır;
• Kadının toplum yaşamında öne çıkartılmasını teminen, eğitim sürecinde kız öğrencilere avantaj sağlayacak katsayı uygulaması ile mesleki ve üniversite eğitiminde avantaj sağlanmalıdır.
• Kadının toplum yaşamında öne çıkartılmasını teminen, iş yaşamında daha fazla kadın istihdamı esas alınmalı bunu teşvik için iş yerlerine çalışan kadın sayısına göre vergi avantajı sağlanmalıdır.
• Kadınların politika alanında daha fazla yer alması yönetimde daha etkin olması eşit temsil ile mümkündür, bu nedenle milletvekili ve belediye seçimlerinde tüm partilerce erkek ve kadın için %50-%50 kontenjan uygulanmalıdır.
• Uygun eğitim ve dinlerin doğru öğretilmesi, hurafelere dayalı inanışların yıkılmasına doğru algıların oluşmasına yol açacaktır. Peygamberimizin “Cennet annelerin ayakları altındadır.” mealindeki hadisi İslamiyet’in kadına gösterdiği hürmeti açıklamaya yeterken, din adına kadınlara zulme izin verilmemelidir.
• Bütün iş yerlerinde çalışan kadınların bebeklerini ve çocuklarını götürecekleri kreşler zorunlu olmalı, kadınlara burada bebeklerini emzirecekleri uygun ortamlar sunulmalıdır.
• Bütün okullarda kız öğrencilere kendilerini savunma eğitimi verilmeli, şiddete uğraması olası kadınların savunma silahı kullanmalarına yasal izin verilmelidir.
• Kadına yönelik şiddetin önlenmesini teminen; kadın ve çocuğa yönelik şiddet en ağır şekilde cezalandırılmalı, zina yeniden suç kapsamına alınmalı erkek ve kadına aynı derecede ceza verilmeli, kürtaj yasağı kaldırılmalıdır. Kadın ve çocuklara yönelik suçlara verilen cezalarda hiçbir hafifletici nedenle indirim yapılmamalıdır. İdam cezasının kaldırılmasının ve şartlı salıverme gibi yasal düzenlemelerin kadın ve çocuklara yönelik şiddetin artmasına olan nedenleri araştırılmalı ve önlem getirilmelidir.
• Kadınların giyim kuşamına hiçbir şekilde müdahale edilmemelidir. Atatürk, kılık kıyafet inkılâbında dahi kadınların giyimine müdahale etmemiş bu konuda yasalara herhangi bir hüküm koydurmamıştır ancak sonraki yıllarda Atatürk’ün görüş ve anlayışlarını kavramaktan uzak yöneticilerin uydurduğu kısıtlamalar demokratik zafiyet algılarına yol açmış cumhuriyet karşıtlığına zemin hazırlamıştır.

Türkiye Cumhuriyetinin ilk yıllarından itibaren kadına seçme ve seçilme hakkı tanıyan, onların toplumsal yaşamda daha fazla yer almasını sağlayan Mustafa Kemal Atatürk, TBMM’nde yaptığı bir konuşmasında "Bugünün gereklerinden biri de kadınlarımızın her bakımdan yükselmelerini temindir. Binaenaleyh kadınlarımız da âlim ve mütefennin olacaklar ve erkeklerin geçtikleri bütün öğretim basamaklarından geçeceklerdir. Sonra kadınlar toplum hayatında erkeklerle beraber yürüyerek birbirinin yardımcısı ve destekçisi olacaktır." demiştir.

Sağlıklı günler dileğiyle

Ergün Çetin