Her insan bir hayattır,  hayatın da tek bir yüzü yoktur. Acısı, tatlısı, biraz ekşisi ve  henüz çözümleyemediklerimiz gibi… Aslında;  öncemiz, sonramız,  bugünümüz gibi…
    Hayat için,  gördüğümüz, duyduğumuz, hissettiğimiz her şeyin toplamıdır desek, yerinde bir tanım olur. Ne bir eksik, ne bir fazla…
    Biz insanoğlu, sevdiklerimiz kadar severiz bu dünyayı. Sevemediklerimiz kadar sıkılır, yorgun düşeriz yaşadıklarımızdan… Böylesi bir algıyla yaşamak da,   yorucu bir uğraştan öteye geçemez haliyle.

     
    İşte tam bu noktada söyleyeceklerim var! 
    Hayatımızın  ritmini belirleyen de, hayatımızı kimi zaman   kolaylaştıran,  kimi zaman zorlaştıran da sahip olduğumuz bakış açısıdır. Peki bu bakış açısı nedir? Nedir bunun ideali? Kaç derece olmalıdır?  Kırk mı?  Seksen mi, Doksan mı? Biraz buna mı kafa yorsak. Ne  dersiniz!


    ''Olduğu gibi kabul etmek'' denen yaklaşım üzerinden gidelim. Bunu zihnimizde makulleştirip,  böylesi bir  dünya inşa ettiğimiz zaman,  hayat keyifli bir hal almaya başlıyor.  Şimdi bu cümleyi okuduktan sonra bir çoğunuz 'hadi oradan' diyecektir. Evet haklısınız abarttım biraz! Mesele bu kadar basit değil elbet! O halde fikirsel derinlik ekseninde bakalım mevzuya. Bakalım neler bulacağız.
 Önemli Not 1: Aman dikkat! Sevemediğimiz ve mecburi iletişimde olmak zorunda olduğumuz kişiler için uygulanabilen  beşeri  yaklaşım tarzı ''olduğu gibi kabul etmek'' minimum iletişimle desteklenmez ise   riyakarlık kapısı da kendiliğinden açılmış olur. Benden söylemesi.


    Bir  dünyanın içindeyiz. İnsan olmamızın gereği  de çevremiz, insan ve  insansılarla dolu.  Anne, baba, kardeş, ev arkadaşı, iş arkadaşı, sevgili, yalancı, dolancı daha neler neler... Kimini severiz kimini sevmeyiz.  Kimi merhamet,  kimi mecburiyettir bizim için. Yaşadığımız dünyada herkesi sevemeyiz. Sevemediklerimizin, benimseyemediklerimizin sayısı çoğu zaman sevdiklerimizden çok olur. 


    Hayatın olağan işleyişinde, mevcudiyeti kaçınılmaz insanlar vardır hepimiz için. Bu kaçınılmazların içinde de çok normaldir ki sevemediklerimiz  olacaktır. Kimi zaman ailemizde, kimi  zaman  iş yaşamımızda, kimi zamansa sosyal çevremizde kendilerine yer bulur bu şahıslar. Ama adı üstünde kaçınılmazlar. Hayatlarımıza kattıkları her türlü olumsuz enerjiye karşın kaçınılmazlardır. Somutlaştırmak  gerekirse; bir türlü anlaşamadığımız, bize maddi manevi zararı olan kardeşler, her hareketi size fena halde rahatsız eden patronunuz... Böylesi durumlarda ne kardeşinizi, ne ablanızı, ne de abinizi yok sayabiliyorsunuz ( yok saysanız da gerçek değişmiyor ki ), ne de yaşamsal maliyetinizi görmezden gelip, hele ki böyle bir dünyada  o patrona  ağzınıza geleni söyleyebiliyorsunuz. Çünkü;  hayata dair bakış açınız sizi marjinal hareketler yapmaktan alıkoymakta. Bilmem farkında mısınız konu döndü dolaştı yine bakış açısına geldi. Konunun buraya gelesi varmış diyelim. 


    Kaçınılmazlarla  iletişimi makul seviyede tutabilmek önemli.  Ne kadar mümkün olabilir tam olarak bilemesek de; herhangi bir kaçınılmazla olan mevcut ilişkiyi kendimize zarar verecek noktaya getirmeden,  asgari seviyede ve zorunluluklar ekseninde tutabilmeyi  doğru bakış açısı olarak görmek mümkün.

Önemli Not 2: Her ne durum da olursa olsun, sevemediği, tavırlarından hoşlanmadığı birine  salt menfaat duygusuyla  aksi bir görünüş sergileyen kişiler bu yazımın kapması dışındadır.