Eskişehir’in o bildik sonbahar serinliğinde, yaprakların hışırtısına karışan bir başka ahengin sesine kulak verdik yine. Tepebaşı Belediyesi’nin daveti, Özdilek Sanat Merkezi’nin sıcaklığı, 13. Uluslararası Eskişehir Şiir Buluşması’nda bizleri buluşturdu. Görselin, hızın, yüzeyselliğin kol gezdiği bir çağda, “şiir hâlâ yaşıyor” diyebildik. On üç yıldır kesintisiz süren bu buluşma, bir edebiyat etkinliğinden öte şehrimizin yüreğinde atan inatçı bir kültür nabzıdır.
Ahmet Ataç’ın açılışta söylediği sözler, tam da bu nabzın neden attığını anlatıyordu: “Ne anlatırsa anlatısın, şiir daima insanın özüne dokunur, bizi birbirimize yakınlaştırır.” Bu sözü, paylaştığı o etkileyici Lizbon hikayesiyle birleştirdi. John Berger’in bahsettiği, dalları yatay büyüyen o bizdeki çınar ağacına benzeyen ve gövdesindeki ‘Ağaç Duası’ şiiri yer alan hikaye... “Bana elini uzatan, bana zarar vermeden bana iyi bak. Ben senin çapanın sapıyım, evinin kapısıyım, beşiğinin de tabutunun da tahtasıyım.” İşte şiirin kadim ve evrensel dili bu değil mi? Lizbon’daki bir ağacın gölgesinde yankılanan bu sözlerle, Anadolu’muzun “Ağaca balta vurmuşlar, sapı benden demiş” bilgeliği aynı yüreğe dokunuyor. Yunus Emre’nin sesiyle, Lizbon’daki ağacın duası, insanlığa aynı hakikati fısıldıyor yüzyıllardır: Farklı coğrafyalardada olsak biz bir bütünüz diyor.
Bu yılki buluşmada, Attilâ İlhan’ın 100. yaşı anıldı. Kaptan’ın, seyir defterine ölümünden sonra bile Eskişehir’den birkaç mısra daha yazıldı. Bu nedenle şiirin, zamanı ve mekanı aşan gücü yüzyıllar boyunca devam edecektir
Peki, neden hala mısraların peşinden koşuyoruz: “İnsan, kelimelerle kurduğu dünyada anlam arayan bir varlık.” Şiir, bu anlam arayışında, hızla akan hayatın içinde bir sığınak. Bizi gürültüden uzaklaştırıp kendi iç sesimizle, en saf duygularımızla buluşturan bir liman. Faruk Nafiz’in dediği gibi, eşyanın sırrına onun anlatışından varıyoruz. Bir dize, bazen yıllardır taşıdığımız bir duyguyu aniden su yüzüne çıkarıveriyor. Şair ise, o duyguyu bizden önce hissedip kelimelerle işleyen bir kuyumcu.
“Şiir varsa, umut var demektir.”
İşte o umut, Özdilek Sanat Merkezi’nin salonlarında yankılandı üç gün boyunca. Bir yanda Attilâ İlhan’a selam duran dizeler, bir yanda farklı dillerden şiirlerin buluştuğu bir atmosfer.. Şairlerin kelimeleriyle örülen o atmosfer, hızla tüketilen bir çağın içinde yavaşlamayı, dinlemeyi, hissetmeyi öğretiyordu yeniden. Belki de hayata karşı direnişin aracı haline geliyordu şiir ve şair.
Çünkü şiir, aslında hepimizin sığındığı bir limandır. Gürültünün, telaşın, unutmanın ortasında bir nefes. Bazen bir dize, yıllardır içimizde susturamadığımız bir duyguyu dile getirir; bazen bir mısra, çocukluğumuzu, yitirdiklerimizi, yarınlara dair inancımızı hatırlatır. Şair, o duyguyu bizden önce sezerek söze dönüştüren bir kuyumcudur; kelimeleriyle insanın içini işleyen bir ustadır.
Tepebaşı Belediyesi’ne, Başkan Ahmet Ataç’a ve emeği geçen herkese bu kıymetli limanı on üç yıldır bizlere sunma nezaket ve ısrarı için ne kadar teşekkür etsek azdır. Çoraklaşan gündemlerin ortasında, Eskişehir’de bir ‘şiir vahası’ yeşermeye devam ediyor.
Tepebaşı Belediyesi’nin ve Başkan Ataç’ın on üç yıldır bu inadı sürdürmesi boşuna değil. Bu şehir, sanatın ve şiirin nefes aldığı bir yer olmayı sürdürüyor. Her buluşmada biraz daha büyüyen bu şiir çınarı, köklerini insanın ve bu şehrin özüne salıyor.
Ve biz, o çınarın gölgesinde biliyoruz ki:
Kelimeler kanatlanır,
Şiir olur, uçar;
Ruhumuzun gizli bahçesinde
Yeniden filiz verir umutlar.