Anadolu coğrafyasında en çok rastladığımız isimlerden birisi 'Hüseyin'dir.

Ailemizde, yakınlarımızda veya çevremizde mutlaka Hüseyin ismini taşıyan birisi mutlaka vardır.

Rahmetli babamın Hüseyin ismini koyması ile adaş olmuşuz Hz. Hüseyin efendimiz ile. Merhum Şükrü hoca dedem de çocukken beni görünce Kerbela…Ya Hz.Hüseyin! diye cümleler kurmasının anlamını yıllar sonra anladım.

Görüyorum ki, Ehl-i Beyte hürmeten onların isimlerini kıyamete kadar yaşatmak düşüncesinde olan anne babalar, Yüce Yaratıcı'nın değerli elçisi Hz. Muhammed'e yürekten iman edip candan sevdiği gibi, onun âlini yani ehli beytini de içtenlikle sevmiş, çocuklarına Fatıma, Ali, Hasan, Hüseyin gibi isimler koyarak bunu somutlaştırmıştır.

Bizim ailede babamın “Hasan” benim “Hüseyin” babaannemin ve anne annemin isimlerinin “Fatma” olduğu gibi.

Ancak, yaşadığı kutlu kaderden olacak ki Hz. Hüseyin'in yeri biraz daha ayrıcalıklı olmuştur İslam tarihinde!

İçinde bulunduğumuz Muharrem ayında; O'nun uğradığı haksızlık, çöllerde maruz bırakıldığı susuzluk, vahşice akıtılan kanı hep gözleri yaşartmış, ciğerleri sızlatmış, gönüllerimizi kanatmıştır.

Evet, Hz. Hüseyin bütün Müslümanların içtenlikle sevdiği bir kişiliktir.

Çünkü Peygamber onu sevmiş, ümmetinin onu sevmesini istemiştir.

İmanı, Hak'ka bağlılığı ve cesareti ile buna layık olduğunu göstermiştir.

Kerbela... Kutlu elçinin göz bebeği, müminlerin sevgilisi, ismini Yüce Allah’ın koyduğu, Hz. Hüseyin'in temiz kanının aktığı yer.

Gümüşhane’den yakın dostum İmdat Zor hocanın kendi sesinden söyleyip videoya çektiği üç kıtalık “Kerbela” ilahisini watsapp üzerinden gönderip nemli gözlerle dinleyince yüreğimde hissettiğim acıyı kalemime mürekkep yapıp yazmaya karar verdim.

Acının, matemin, hüznün adı. Hz. Hüseyin'i seven bütün Müslümanların ortak acısının, ortak hüznünün, ortak gamının adı. Kalp dağlayan, yürek yakan bir acının adı Hz. Hüseyin.

Düşünüyorum da İbni Haldun’un “yaşadığın coğrafya kaderdir” sözünün karşılığı, Orta Doğu'nun kaderinde, hep kan, acı, gözyaşı ve petrolün laneti yatıyor.

Aradan binlerce yıl geçse bile…

Peygamber nesline yaptıkları zulmün, bir yudum suyu bile çok gören emevi zihniyetinin insanlık dışı muamelenin bedelini kıyamete kadar ödeyeceklerinden, dolayısıyla kanın ve göz yaşının bu coğrafyada eksik olmayacağından hiç şüphe duymuyorum.

Asırla önce bugün sözde Müslümanlardan oluşan koskoca bir ordu, kendi dinini kuran Hz. Muhammed’in her yönden üstün yaratılış ve niteliğine sahip torununa ve ve onun ailesine saldırıyor, 72 canı öldürmeye çabalıyordu. Hem de din adına!

Karşılarındaki bir avuç insan ise günlerdir susuzdu, hararetten insanların dudakları çatlamış, dilleri kurumuş, bağırları yanmıştı. Fakat karşılarındaki paralı askerlerde insaf yoktu, acıma bilmiyorlardı, kana susamışlardı, şan ve şöhretin esiriydiler.

Meğer insanoğlu, servet, şöhret ve makam için ne kadar küçülüp, alçalabiliyordu!

Hz. Hüseyin efendimizin Kerbela’ya geldiğinde karşısındaki zalimlere karşı söylediği şu sözler göz pınarlarımızı sele çeviriyor;

“Benden ne istiyorsunuz? Medine’de Resulullahın ravzai mübarekesinin yanında kendi halimde yaşarken beni orada bırakmadınız. Mekke’de itikafa çekilmeme müsade etmediniz. Davetnameler göndererek, ricalar ederek, yalvararak beni buraya kadar çağırdınız. Ben sizin bu davetiniz üzerine buralara kadar geldim. Şimdi beni öldürmek istiyorsunuz. Bu akıbete müstehak olabilmek için ben sizlere ne yaptım? İçinizden birisini mi öldürdüm? Yoksa birinizin malını mı gasbettim? Eğer beni istemiyorsanız bırakınız gideyim. Bu ne gaddarlık ve bu ne hilekarlıktır…”

Lanet olsun Yezide…Muaviye’ye ve onun yolundan giden zalimlere.

Hz. Peygamber’in Ehl-i Beyt’ine reva görülen bu insanlık dışı olay, Kerbela faciasının en dramatik sahnelerinden birini oluşturur. Bir yanda İmam Hüseynin çadırları (haymeler), diğer yanda etrafı kuşatılmış Fırat suyu. Çadırlarda su bitti, su su su feryatları yükselmeğe başladı. Çoluk çocuğun gözleri önünden akıp giden suyu gören Ehl-i Beyt’in ve onların yarenlerinin susuzluğa tahammüllerini kat kat daraltıyordu. Çadırlardaki kadın, çocuk, yaşlı ve hastalara ve de sivillere uygulanan bu insanlık dışı zulüm hiçbir kanunda, hiçbir dinde ve özellikle de İslam’da asla kabul edilemeyecek bir uygulamadır.

Çocukların susuzluğu ve Hazreti İmam Hüseyin efendimizin susuz dudaklarla şehit olması, Kerbela hadisesinin en zirve noktalarından birisidir. İslam tarihinin kırılma noktasıdır aynı zamanda.

İmam Hüseyin ya başarıya ulaşacak, Müslümanları eşitlik, kardeşlik ve adalet ülküleri içinde yaşatacak, Yezid’in saltanatına son verecek ya da bu yolda boyun eğmeden şehit olacaktı. Ve oldu da…

İşte bu olay, sadece İslam tarihinin değil insanlık tarihinin de en kara ve acıklı sayfalarını oluşturur. Ancak Peygamberin cennetin efendileri olduklarını söylediği iki sevgili torunundan Hz. Hüseyin’in acımasızca şehid edildiği bu olayı emevi yandaşı zavallıların açıklarken nasıl kılıktan kılığa büründüklerini ibret ve hayretle görmekten dolayı da üzülüyoruz.

Ne Allah’tan korkuları vardı ne de Peygamberden çekinmeleri vardı, ne de utanma biliyorlardı. Şu da muhakkak ki, yeryüzünde Yezit gibi ahlak yönünden düşük insana az rastlanabilir.

Kerbela’da hak yolunda kendisinin yüz katı bir orduya karşı duran İmam Hüseyin’in bu kahramanlığına da rastlamak imkânsızdır. Sonuç olarak Kerbela Olayı yüzyıllara damgasını vurmuş hüzünlü bir destandır.

Bizlere düşen bugün Kerbelayı doğru okumak ve doğru anlamaktır. Kerbela bize gücü elinde bulunduranların imandan,ahlaktan ve insanlıktan nasıl uzaklaşıp güç uğruna hiçbir değer tanımaksızın zalimleştiklerini göstermektedir. Kerbelayı anlamak Hüseyin’ce yaşamaktır.

Allah bizleri Ehl-i Beyt yolunda yürüyen, istikametini dünyalık menfaatlere değişmeyen Kerbela şehidi Hz. Hüseyin efendimizin şefaatine nail eylesin…