“Geleceği merak etme, nasıl olsa gelecek. Geçecek olanı iyi düşün, çünkü aklından silinmeyecek” Balzac.

Geçmişe takılı ve/veya takıntılı mı olmak, yoksa şahlanan geleceğimize doğru uzun emeller ardında mı koşmak…

Peki ya an, aslında her an elimizin altında! O anın değerini takdir etmeyi öğrenirsek, onunla bir süre sonra geçmişi değerlendirmeyi de öğreniriz. Geçmişi değerlendirmeyi öğrenmekle belki bir gelecek inşa etmenin yöntemini de ele geçirebiliriz.

Geçmiş ve gelecek deyince aklıma neler geldi neler! El, yıldız, tarot, papatya, çay-kahve falları, rüyalar, kehanetler…

Nostradamus(1503-1566) ile giriş yapalım hep birlikte. On altıncı yüzyılın ünlü figürlerinden biri olan Fransız kâhinin söyledikleri, yirmi birinci yüzyılda bile gündem olmaya devam ediyor.

Fransız hekim, astrolog ve eczacının 2021 kehanetleri arasında bütün dünyayı etkileyecek kıtlık; salgınların ve depremlerin artmasıyla ortaya çıkacak. Her birini doludizgin yaşayan evrenimizde, hele de kuraklığın ve iklim krizinin zirve yaptığı bu dönemde, belki de Nostradamus haklıdır. Kim bilir?

1555 yılında yayınlanan “LesPropheties” adlı ilk kitabında, Adolf Hitler’in yükselişi, 2. Dünya Savaşı, 11 Eylül saldırısı, Fransız Devrimi ve atom bombası gibi önemli dünya olaylarını tahmin ettiği iddia ediliyor.

Ünlü kâhinin 2021 felaketleri arasında; gezegenimizin büyük bir güneş fırtınasının etkisi altında kalacağı, çoğu ülkeden kitlesel göçler başlarken, birçok devletin kısıtlı kapasitede kalan doğal kaynaklar için amansız bir savaşa gireceği ve 25 Kasım 2021’de Amerika kıtasında büyük bir depremin yaşanacağı var. Çıkar mı çıkmaz mı? Bilemem, göreceğiz.

Bu arada ilgi duyanlar için; Adolf Hitler’in çocukluğundan iktidara geldiği tarihe kadar yaşananları konu alan The Rise of Evil(Kötülüğün Yükselişi) adlı, 2003 yılı Kanada yapımı biyografi, tarih ve dram türündeki filmi izlemenizi öneririm.

Şimdiki durağımız Trablusgarp, 1912.

Askeri okulu bitirmiş,  Derne Komutanı olarak savaşmaktadır. Bir gün, yakın arkadaşı Şark komutanı Binbaşı Ahmet Bulca ile tebdili kıyafet Derne’den Bingazi’ye giderler. Şehrin girişinde önü insan dolu çadır ilgilerini çeker, merak edip yaklaşırlar. Cenup ’tan(güney) gelen çok ünlü bedevi falcının el falı baktığını öğrenirler. Fala inanmadığını söylese de, çok istekli Fuat Bey’e engel olamaz bir türlü!

Bedevi falcı sağ avucunu uzatmasını söyler ve uzun uzun bakar, konuşmaz. Yanında duran çömlekteki kırmızı boyaya tavus kuşu tüyünü batırır. Avucundaki çizgiler üzerinde usul usul gezdirir, gözlerinin içine dikkatlice bakarak…

“MinelGaraib” diyerek ayağa fırlar bir anda!

Onlar da kalkarlar. Bedevi falcı; O’nun iki kolunu sıkı sıkı kavrayarak, “MinelGaraib”(Acayip, garip bir şey) diye bağırmaya devam eder. Bu durumdan sıkılır ve falcının elinden kurtulmak ister, lakin falcı bırakmaz.

“Dur gitme, konuşacaklarımı dinle. Sen hükümdar olacaksın. Devletin başına geçeceksin. On beş yıl hükümdar kalacaksın”.

“Peki, sonra ne olacak anlat?” der Fuat Bey.

“Daha fazlasını sorma söyleyemem”.

Dolmabahçe Sarayı, 1938.

O gün arkadaşına fala inanmadığını söyleyen insan, kehanetin sonuna yaklaştığını 1938 yılında çok iyi bilmektedir.

Yaz aylarıdır ve hastalığı hızla ilerlemektedir. Sarayın balkonunda;  birlikte fal baktırdığı, kendi gibi Selanik doğumlu ve yaşıtı Fuat Bulca, eski yaveri Cevad Abbas, genel sekreteri Hasan Rıza Soyak ile oturmaktadır.

Fuat Bey’e eğilip, fısıldar. “Bingazi’deki bedevi falcıyı hatırladın mı? Bana on beş yıl hükümdarlık yapacaksın” demişti.

“Paşam hatırladım, sahi öyle demişti”.

“İşte on beş yıl Fuat. Tamam, vade doldu”.

Sağlık durumunu yakından bilen Fuat Bey yutkunup, endişeyle O’nun yüzüne bakar.

“Siz hani falcıya inanmazdınız Paşam”.

“Ama ilk dediği çıktı Fuat… Cumhurbaşkanı oldum. Sıra ikicisinde”.

Sonra Hasan Rıza ve Cevad Abbas’ı göstererek: “Sakın bunlara söyleme, aramızda kalsın” der.

Dolmabahçe Sarayı, 26 Eylül 1938.

Mustafa Kemal Atatürk’ün hastalığı ile ilgili Prof. Dr. Afet İnan olayı şöyle anlatıyor:

O geceyi rahatsız geçirdi, ilk hafif komasını atlatmıştı. Ertesi sabah; “Demek ölüm böyle olacak” diyerek, uzun bir rüya gördüğünü ifade etti.

“Salih’e söyle, ikimizde bir kuyuya düştük. Fakat o kurtuldu”.

Yorumculara göre; Ulu Önder’in “kuyuya düşme” sembolü ile gördüğü rüya kendisinin de tanımladığı gibi, ölümün habercisiydi. Salih Bozok’un kuyudan kurtulması ise; bilindiği üzere, Atatürk’ün vefat ettiği gün çok üzülen Salih Bey’in “Başkomutan yaversiz gidemez” diyerek, intihar etmesi ve sonunda kurtarılmasını simgeliyordu.

“Benim naçiz vücudum, bir gün elbet toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır”.

“Ey Büyük Atatürk, açtığın yolda gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime ant içerim”.

Kehanetler, rivayetler, alametler, fallar… İster inanın ister inanmayın, ben bilmem. Lakin Atalarımız ne demiş: “Perşembenin gelişi çarşambadan belli olur”.

Dün, bugün yaşadıklarımız gelecek hakkında ipuçları verir.

Mesela; Suriyelilerin kitlesel göçünün ülkemizde kalıcı değişiklikler yapacağını, zıpkın gibi Afgan erkeklerinin yaya olarak Türkiye’ye neden geldiklerini, küresel ısınma kaynaklı yaşananları, müsilajın neden ortaya çıktığını, hava, su ve toprağın güya insanoğlunun kontrolünde, kontrolsüzce daha nelere maruz kalacağını öngörmek kehanet değildir. Dolayısıyla, bu gibi gelişmelerin bizi nasıl bir geleceğe hazırladığını tahmin etmek için kâhin olmaya gerek yok!

İngiliz siyasetçi ve yazar EdmundBurke’e göre; “Kötülüğün zaferi için gereken tek şey iyi kişilerin hiçbir şey yapmamasıdır”.

Yolunuz, hayatınıza olumlu yönde değer katacak iyilerle kesişsin.

“Allah’ım neydi günahım, günahım neydi Allah’ım” deseniz de demeseniz de, turşu kurdum fincana iki vakte kadar çıkarsa, yeriz.

Dünü unutmayın, gününüzü yaşayın, yarını planlayın. İşin sırrı dengede, bazen bozulursa da, SAĞLIK OLSUN, SİZ BOZULMAYIN!