Şu sıralarda Atilla İlhan’ı okuyorum. O çok iyi bir şair olduğu kadar çok iyi bir tarihçidir Osmanlı, Tanzimat , Mütareke, Kuva-i Milliye, onun “Gazi Paşa” dediği Mustafa Kemal dönemi ve  Atatürk dönemini çok iyi anlayıp  analiz ettiğini düşünüyorum..

Toplum olarak neden iki kutuplu bir yapıya sahibiz ? Batıcılık ve Şarklılık  keskin çizgilerle birbirinden bu kadar neden ayrı kutuplar ? Her demokratik toplumda olduğu gibi bunu reformculuk veya muhafazakarlık bağlamında değerlendiremeyiz. Bir tarafta Cumhuriyet Okulları , bir tarafta İmam Hatipler topluma nerdeyse birbirine düşman kutuplar üretiyorlar.  Konu rejim sorununa kadar geliyor. Böyle bir ülkeyi yönetmek ve halkı mutlu etmek çok zordur.

Nasıl oluyor da Atatürk’ün sağlığında  bu millet onu bağrına basıp, köylüsü kentlisi tüm halk o’na sevginin ötesinde duygularla bağlı iken öldükten sonra bu kadar kalabalık bir nüfus ona ve eserlerine küfür edenlerle birlikte olabiliyor. ?

Gerçekten de biz Doğu ve Batı arasında kültürel olarak sıkışıp arafta kalmış ve doğru dürüst bir “kimlik” edinememiş, sırf bu yüzden kutuplara bölünmüş bir halk mıyız ?

Atilla İlhan, Atatürk dönemini iki türlü ele alıyor. 1920 den 1939 lara kadar olan dönem, 1939 dan sonraki dönem.. Bu konuda İnönü’yü de suçluyor. O , Atatürk devrimlerinin, 1939 dan sonra despot yöntemler kullanıldığını, halka halkın içine girerek yön vermek yerine, devrimlerin, kanunlar ve baskılarla kabul ettirilmeye çalışıldığını düşünüyor. Çağdaşlığı aşırı bir batıcılık ve onu taklidi olarak anlayan bir kutup ve buna tepki olarak ümmetçilik ve şarkçılık taraftarı başka bir kutup.  Oysa ikisi de bizim için “milli” değerler bütünü değil. Çağdaşlıkla Batıcılığı, Şarklılıkla özellikle Arap ve Şark kültürüne tabi olmayı birbirine karıştırdık. Daha doğrusu bunlar emperyal bir kültür mikrobu olarak toplum içine yayıldı. Oysa binlerce yıllık geçmişi olan pagan, dönemi, şaman dönemi, Müslüman oluşumuz ve onu yorumlama biçimimiz ne batıya ne doğuya entegre olamayınca arafta kalmış kimliksiz insanlar toplumu olduk. Biz kimiz ?. Çok acıdır ki iki tarafta binlerce yıldır kendi kimliğimiz olan Türk’lük veya Türk olmak fikrini görmezden gelerek, küçümseyerek  topluma hakim oldular..

Şöyle diyor ;

“Osmanlı’nın son döneminde çoğu alafranga ve Batı özentisi olsalar da aydınların formasyonu gerçekte iki temele dayanıyordu.  Hem Osmanlı (dolayısı ile Arap ve Fars ) kültürüne yani kendi kültürlerine ,hem de öğrendikleri ecnebi dil  dolayısıyla o dilin Batılı kültürüne aşınaydılar.

Anadolu İhtilal’ini bu aydın kuşağı gerçekleştirmiş, inkılapları onlar savunup “halka indirmiştir”…Ümmet kültürüne aşinalıkları halkla anlaşmalarını ve kaynaşmalarını kolaylaştırıyordu.

Cumhuriyet maarifi  hasseten İnönü döneminde öğretimden Selçuklu/Osmanlı kültürünü sildiği anda toplumsal zeminle irtibatını kaybetti. Halkına kılavuzluk edecek yurttaş aydın değil gittikçe kemikleşen bürokrasi diktası  için sadık “memur” üretmeye başladı. İnsiyatif almayan, kokmaz bulaşmaz, fakat kendini önemseyen, halka yukarıdan bakan bir “seçkinler” kadrosu.. (Hangi Laiklik- Atilla İlhan)

Bu tespitin önemli kısmına katılırım. Nitekim bu seçkinler kadrosu sağ iktidarlar döneminde de değişmedi. Bir yandan zenginleştiler ve bir yandan da ülkeyi Amerikan ve Batı kapitalizminin çarkları arasına atarak öğüttüler.  Meyvelerini bu gün topluyoruz.

Atilla İlhan aynı kitapta bir başka makalede “Kendimiz olamaz mıydık?” diyor. Türkiye’nin 1939 sonrası batılılarla yaptığı anlaşma ve onlara sağladığı ayrıcalıklardan dolayı kültür emperyalizmine maruz kaldığını iddia ediyor. Bu da bence doğrudur. Kentlerde caddelere çıkıp iş yeri tabelalarına bakarsınız  bunu somut olarak görürsünüz. Şöyle diyor ;

“Ne yazık ki Tanzimat’tan bu yana –isteyerek, istemeyerek- yapageldiğimiz budur. Kültür emperyalizmi ile özdeşleşmeyi – ki aslında bu bir yabancılaşmadır- çağdaşlaşma sanıp “eskileri” küçümseyip yok saymak ! Yani kimleri ? Kültür ve sanat coğrafyamızın sıradağlarını, geçmiş yüzyıllarımızın doruklarını.. Doğu/İslam diye bakarsak Gazali, İbn Haldun, İbn Rüşd, İbn Sina, Farabi vs..v Selçuklu/Osmanlı diye bakarsak  Yunus Emre, Mevlana, Nasreddin Hoca, Itri, Mimar Sinan, Baki vs, daha da yakına gelirsek Sultan Galiyef, Ziya Gökalp, Yusuf Akçura, Mustafa Suphi vb..

Karşılıklı üstelik kara çalıcı inkarlar yerine onları önce benimsemeli, yöntemlerinizi bakış açılarımız farklıysa, yöntemlerimize ve bakış açılarımıza uygun olarak farklı değerlendirmeliydik, ama bizim ve bizden olduklarını asla unutmaksızın.. Neden mi. Bakın neden ?

Türk sağcılığı da, Türk solculuğu da ( liberalliği, sosyalistliği vs..) ancak ortaklaşa yurt ve tarih bilinciyle yaratılabilir. Bu çifte bilinçten –ecnebi kültürlerin baskısıyla ortaya çıkan- çifte yoksunluktur ki liberalliğimizi Amerikan ya da İngiliz liberalliği, sosyalistliğimizi Rus ya da Çin sosyalistliği , Müslümanlığımızı Acem ya da Arap Müslümanlığı , milliyetçiliğimizi İtalyan ya da Alman faşistliği haline getiriyor.

Ayıptır ve yazıktır ! Türkler çağdaş bilimselliği kullanarak yurt ve tarih bilinciyle, ulusal koşullarının özgür liberalliğini, sosyalistliğini, Müslümanlığını  ya da milliyetçiliğini gerçekleştiremezler mi ? Bence Cumhuriyetin 70. Yılını (bu yazı 1993 de yazılmış)  idrak eder XX. Yüzyıldan çıkmaya hazırlanırken, cevabını bulmak zorunda olduğumuz vahim sorun budur. Yanıldığımı hiç sanmıyorum..”

Bizim kendi, kendimize ait ve kendimizce bir kültürümüz olmalı ve bunun için arkamızda binlerce yıllık bir birikim var. Atatürk , ümmet döneminde “Etrak-ı biidrak “ (İdraksiz Türkler)  denen bir ulusa “Türk” olduğunu anlatabilmek için elinden geleni yapmış, ancak aşağılık kompleksi içindeki yöneticiler onun kültürel karizmasını  anlayamamış , son dönem Osmanlının “ezik”  kimliğini topluma aşılamışlardır. Ne batı ne doğu bizi kendinden saymıyor. Neden kendimiz olamıyoruz. ? Aslında Atatürk’ün temelde anlatmak istediği buydu.

Bir analiz. Düşünmeye değer..