Eskişehir’in şirin mi şirin İlçeleri “Mihalgazi ve Sarıcakaya”. Aralarındaki mesafe beş kilometre civarı. İsimleri farklı ama kaderleri aynı.

Gerek iklimi ve gerekse yetiştirdiği ürün çeşitleriyle Eskişehir’imizin Çukurovası ünvanına sahipler.

Sakarya Nehrinin vadi boyunca hayat verdiği en mümbit topraklar.

Eskişehir’den yola revan olunca Sekiören rampalarını aşıp, dar ve kıvrımlı yollardan geçip, keskin virajlar dik uçurumları geride bırakarak ulaşırsınız Sarıcakaya’ya…

Sağınızda solunuzda yeşilin her tonu…

Yaklaşık bir saat süren safari’yi aratmayan yolculuğun sonunda cennet bahçesine girmiş gibi derin bir vadinin kucağında bulursunuz kendinizi…Ana kucağı gibi sıcaktır. Sarar sarmalar bedeninizi.

Toprağı cömerttir.

Öyle ki toprağın hiç boş kalmadığı, aklınıza gelen tüm sebze ve meyvelerin yetiştirildiği bu coğrafyanın iklimi Eskişehir’den çok farklıdır. Biz burada kışı yaşarken onlara ilkbahar mevsimi Bozaniç dağının zirvelerinden göz kırpar.

Her mevsim yeşildir…Güzeldir. …Mihalgazi de en az komşusu kadar sevimlidir.

Son günlerde yaşanan felaketlerle bir çığlık yankılanıyor vadinin içerisinde…”Mağduruz” diye.

İklimlerin değişmesiyle görmedikleri felaketleri yaşamaya başladılar.

Önce 9 Haziran 2019 Pazar günü yağan aşırı yağmurlar, sele dönüşerek önce bahçelerini sonra ise hayallerini silip süpürdü.

O güzelim bahçeler sel sularının altında kaldı. Hatırlıyorum da pazar günü olan  felaket onlar için “kara pazara” dönüştü.

Bağların, bahçelerin çamur havuzunu andıran görüntüsü zihnimde çakılı durmaktadır.

İğdir-Kapıkaya-Beyköy yolu ulaşıma kapandı. Mağdur vatandaşlarımızın yardımına bir saat içinde ulaşıp, personelimizin canını dişine takarak gece geç saatlere kadar  yolları açtığını dün gibi hatırlarım.

Sakarya nehrine bağlanan cılız dereler kabına sığmamış, menfezler dolmuş taşmış, selin getirdiği malzemeler tarım arazilerinin üzerine yorgan gibi örtmüştü.

Hasar/zarar büyüktü…

Başını iki elinin arasına alıp çaresizce manzarayı nemli gözlerle seyreden; eli nasırlı, yorgun yürekli analar, bacılar soluk gözlerle çalışmaları takip etmişlerdi. Emekleri heba olmuştu.

Tek teselli can kaybı olmamasıydı o tarihte. Allah beterinden korusun.

Ürünlerini sele kaptıran sakinlerin zararları yetkililerle tespit edilmesine rağmen aylar sonra bir kuruş destek almadıklarını öğrenince içim bir tuhaf oldu. Üzüldüm.

Aylar sonra yine bir yol çalışması için gittiğimde biraz da merakla yanıma yaklaşan çiftçilere sordum. “Selin verdiği zararınız karşılandı mı?

Gözlerini dalgın dalgın önce bana sonra vadiye doğru çevirip başlarını iki yana sallayarak “Hayır” dediler.

Yüzlerinde umutsuz, bakışlarında çaresizlik hakimdi. İçten içe öfkeli bir huzursuzluğun derinleşen izleriyle sözlerini sürdürdüler: “Kredi çekerek borcumuzu ödüyoruz, tohum, gübre alacak gücümüz yok.” cümleleri döküldü dudaklarından.

Hepsinin bakışlarında saklanamaz bir keder düşüncelerinde düş kırıklığı olduğu yüzlerinden belliydi.

Şimdi aynı çiftçilerimiz 5 Şubat 2020 tarihinde bir felaket daha yaşadı.

Kasırgaya dönüşen rüzgar, önüne ne çıkmışsa yerle bir etmiş.

Çiftçilerin dişinden tırnağından artırarak daha iyi ürün elde etmek için örtülü tarım faaliyeti yaptıkları “seralar” kuvvetli rüzgarla darma dağın olmuş.

Hasar Haziran ayındaki gibi büyüktü.

Yapılan incelemede Mihalgazi ve Sarıcakaya ilçelerinde yaklaşık 200’e yakın seranın kullanılamaz hale geldiğini tespit etmiş görevliler.

Bu günlerde yerel basın konunun üzerine gitse de sonuç değişir mi değişmez mi bilinmiyor.

Her gün iğneden ipliye gelen zamlarla alım gücü dibe vurmuş,”çocuklarım aç,cebimde ekmek param yok” diye kendini hükümet konağının önünde yakan Hatay’lı babanın dramı  içimizi yakarken, çiftçilerin zararı şimdi ne olacak diye herkes birbirine sorup duruyor.

Mihalgazi ve Sarıcakaya’dan yükselen feryadı duyan yok.

Merakla kendilerine uzanacak bir el bekliyor yöre insanı. Haziranda yaşadıkları felaketin acısını/ yarasını henüz saramadan “şimdi ne yapacağız” diye kara kara düşünmeye başladılar.

Yardım beklerken yetkililerden aldıkları cevap karşılığında hayal kırıklığına uğramışlar.

Afet yardımı alabilmeleri için rüzgarın saatteki hızının 50 Km.değil 70 Km.olması gerekiyormuş. Şaka gibi…

Seralar yerle bir olmuş yetkililer rüzgârın hızını hesaplamayla meşguller. İnanılır gibi değil.

Aradan yedi ay geçmeden ikinci kez sarsılan bu çilekeş insanlara devletimiz yardım elini uzatılmalıdır. Hiç değilse tohum, fide ,gübre vb. desteği verilmelidir ki, bu insanlar geçimini sağlasınlar. Sigorta pirim borcunu ödeyebilsinler.

Kim ne derse desin, inancımızda ve kültürümüzde devlet en zor anında vatandaşına Baba’dır. Dolayısıyla babanın görevi bellidir. Bugün değilse ne zaman?