Bazen umut, hiç beklemediğimiz bir yerden doğar.
Bazen karanlıkta bir kıvılcım yanar da dünyanın öteki ucunda yüreklerimizi ısıtır.
İşte New York’ta yaşanan da tam olarak bu…
Birleşmiş Milletler salonunda yükselen o onurlu ses, bu topraklarda yıllardır bastırılanların, susturulanların, yok sayılanların sesi gibiydi.
“Özgürlük, adalet, demokrasi” diyen her cümle, bize ait gibiydi.
O kürsüde konuşanlar yalnız kendileri için değil; Anadolu’nun köyünde, İstanbul’un arka sokağında, Diyarbakır’ın yüreğinde çırpınan binlerce vicdan için konuşuyordu.
Bu ülkenin gencecik evlatları, işçiler, kadınlar, akademisyenler, köylüler…
Yıllardır bir adalet çığlığı atıyor.
Şimdi bu çığlık, okyanus ötesinden yankılandı.
Susturulan gazetecilere, zindanlarda çürütülen gençlere, yoksullukla mücadele eden milyonlara bir nefes oldu.
Evet, aydınlık bir sabah New York’ta doğdu.
Ama biz biliyoruz: O aydınlık bu ülkenin dört bir yanına yayılacak.
Çünkü güneş, en karanlık anın ardından doğar.
Yeter ki birlikte yürüyelim,
Yeter ki birbirimizin sesine ses olalım…
Artık ne gözlerimiz kör, ne kulaklarımız sağır…
Dünyanın bir ucunda bile olsa, hakikatin sesi bizi buluyor.
New York’ta yükselen o ses, saraya değil halkın yüreğine seslendi.
Korkmadan, eğilmeden, boyun eğmeden…
Çünkü biz biliyoruz:
Bir halk susturulamaz.
Bir ülke karanlıkta sonsuza kadar kalamaz.
Gerçekler eninde sonunda su gibi yüzeye çıkar.
Yıllardır bu topraklarda her şeyimizi aldılar:
Ekmeğimizi, ormanlarımızı, çocuklarımızın geleceğini, düşlerimizi…
Ama umudumuzu alamadılar.
Çünkü biz hâlâ inadına direniyor, inadına seviyor, inadına umut ediyoruz.
Ve New York’ta doğan bu aydınlık,
Bize bir kez daha hatırlattı:
Mücadele evrenseldir.
Yeryüzünün her yerinde eşitlik, barış, adalet isteyenler vardır.
Ve biz, onlarla yoldaşız.
Şimdi görev bizim.
Bu aydınlığı büyütmek, ülkemizin her köşesine taşımak bizim sorumluluğumuz.