Ölmeye alışmak istemiyoruz

Abone Ol

6 Şubat sabaha karşı asrın en büyük felaketlerinden biri, 10 ilde birden iki defa üst üste geldi. Dokuz saat arayla 7.7 ve 7,5 lik iki deprem, kasaba ve köyleriyle birlikte yerle bir olan 13,5 milyon nüfus, yazıyı yazdığım sırada 40 bin ölü ve daha ellenmemiş onlarca enkaz. Manzara dayanılır gibi değil. Pandemi, deprem, derken son üç yıldır hayatımızda bu kadar uzun süren acılı bir dönem yaşanmamıştı. 2023’e girerken kurduğumuz hayaller bu depremle beraber enkaz altında kaldı ve yaşama sevincimize dair ne varsa son kırıntısına kadar aldı gitti.

“Depremle yaşamayı öğrenmeliyiz” denir ama artık yeter! Biz depreme alışırız ama sürekli yıkımlara ve ölümlere alışmak istemiyoruz!. Siyasetçiler artık popülizm ve emeksiz gelir (rant diyorlar) rezaletinden vazgeçmeli, halk da bunlara prim vermemelidir. İletişim araçları bu kadar gelişmişken ve dünya ülkelerinin bilim çağında neler yaptıklarını okuyup görebiliyorken bu nedir? Açıkçası düşünemeyen, açgözlü kafaların bilinçli ihmallerinin bedelini bizler, yakınlarımız, insanlarımız ölerek ödüyor. Bugün yaşadığımız depremin de sebep-sonuç ilişkisi diğerleriyle aynıdır. Depremin yıkıcılığı bir sonuçtur. Deprem insan öldürmez, sağlam olmayan binaları yıkar, insanlar çürük binaların altında kalarak ölür. Bu binlerce yıldır böyle. Cehalet ve geri kalmışlık, açgözlülük, yoksulluk ve bidat dolu inançlar yüzünden ülkemiz çaresi belli bu derdi hala defedemedi.

84 YIL ÖNCE ERZİNCAN- 24 YIL ÖNCE GÖLCÜK

Cumhuriyet tarihinde feci sonuçlarıyla hiç ders almadığımız, acısı hala taze en büyük depremlerden biri 1939 Erzincan, diğeri 1999 Gölcük depremidir. Öncesi, sonrası ve imkanları biraz bugünle kıyaslayalım;.

Erzincan depremi 27 Aralık 1939’da yine bir kış günü gece 02.00 de insanları uykusunda yakaladı.. Şiddeti 7,8 di ve Hava gece -35 gündüz -15 derecelerdeydi. Yarattığı ölümcül hasar 400 km’lik bir hat üzerindeki Tokat, Niksar, Amasya, Sivas-Zara, Giresun, Gümüşhane-Kelkit, Ordu İllerinde de çok ciddi yıkıma ve can kayıplarına sebep oldu. Bu bölgelerdeki 117 bin binanın tamamı yıkıldı, toplam ölü sayısı 33 bin kişiyi buldu. 20 bin olan Erzincan nüfusu deprem sonrası 8 bine düştü. Dönemin Kandilli Rasathanesi Müdürü Prof. Dr. Fatin Gökmen, en son teknoloji depremölçer makinelerin bile bozulduğunu ve hayatında ilk defa bu şiddette bir deprem hissettiğini söylüyor.

DEVLET VE MÜDAHALE

Aslında o zamanın ulaşım ve iletişim imkânlarına bakarsak bugünle kıyaslanamaz ölçüdedir. Deprem sonrası bölgeye karayoluyla gitmek zaten imkânsızdı. Tek ulaşım aracı tren, tek iletişim aracı ise telgraftı. Depremin ilk haberi Kemah Kaymakamlığının saat 08’de çektiği telgrafla Ankara’ya ulaştı. 28 Aralık sabahı İçişleri Bakanı B. Faik Öztrak ve Sıhhiye Vekili Dr. Hulusi Alataş trenle Ankara’dan deprem bölgesine hareket ettiler. Tren aynı zamanda bir imdat treniydi ve felaketzedelere çadır, yiyecek, enkazı kaldırmak için amele götürüyordu. İlk olarak bölgede pek az hasara uğrayan ve zayiat vermeyen piyade ve topçu kışlalarından gelen askerler enkaz altındakilere ve yangınlara müdahale ettiler Daha sonra Sivas’ta bulunan askeri birlikler de Erzincan’a sevk edildi. (28 Aralık) Bu arada Erzincan Savcısı kendi inisiyatifini kullanarak az yıkıma uğrayan cezaevindeki mahkûmları gece tekrar cezaevine dönmek koşuluyla kurtarma çalışmalarına dâhil etti. Mahkûmlardan kaçma girişiminde bulunan hiç kimse çıkmadı ve yaklaşık bin kişiyi enkaz altından sağ olarak çıkardılar.  Daha sonra çıkarılan özel bir kanunla bu mahkûmların kalan cezaları affedildi. Depremin 1. Günü yani 27 Aralık’ta Kızılay Cemiyeti, Erzincan Valiliği’nden gelen telgraf üzerine Erzincan’a 15.000 lirası para olmak üzere 500 çadır, 1000 battaniye, 1000 don ve gömlek yolladı. Zara Kızılay Şubesi’nden gelen telgraf üzerine de Zara’ya da 200 çadır ve 2.000 lira para gönderildi. Divriği Demir Madeni işçileri de enkaz çıkarma işleri için Erzincan’a sevk edildi. 30 Aralık’ta yola çıkan Cumhurbaşkanı İsmet İnönü 31 Aralık’ta Erzincan’a gelerek depremi yerinde inceledi. İnönü’nün göğsüne başını dayayarak ağlayan bir yaşlı kadın fotoğrafı Erzincan depreminin sembollerinden biri olarak belleğimizde yer etti.

Türk halkı, olan bütün imkânlarını hem para hem de trenler dolusu erzak, yiyecek, giyecek yardımını adeta yağdırdı. Meclis kararıyla hemen bir “Milli Muavenet (Yardım) Komitesi” kuruldu. Komite’nin ilk duyurusu şöyleydi “Vatandaş! Felaketzede kardeşlerine yardım etme birinci vazifendir. Bunu unutma. Facianın ıstırabını ancak süratli ve umumi bir yardım seferberliği ile hafifletebiliriz. Unutmayalım ki binlerce vatandaşımız kara kış ortasında, açıktadır. Ekmeğe, yuvaya ve her türlü eşyaya muhtaçtır.”

Deprem sonrası onlarca ilde memurlar ve diyanete bağlı personel maaşlarının belli kısımlarını depremzedelere bağışladılar. Malatya halkı, iki saat gibi kısa bir süre içinde 1.700 kg un, 11.000 kg bulgur, 1.000 buğday, 2.000 kg pekmez, 1400 adet ekmek ve 1.100 kg kadar da muhtelif erzak toplayarak Erzincan’a yolladılar. İçişleri Bakanı Faik Öztrak meclis kürsüsünden milletvekillerine şöyle seslendi; “Sizleri temin ederim ki vazifeli veya vazifesiz herkes namuskârene çalışmış ve çalışıyor... Şurası bir gerçek ki Erzincan’da deprem sonrası başta TBMM olmak üzere birçok resmi ve sivil toplum kuruluşunun, sistematik çalışmaları dikkat çekicidir. Hiç kimse bu depremde, 2. Dünya Savaşı’nın henüz başladığı, milyonlarca askerin ve genç nüfusun sınırları korumak için seferber olduğu bir dönemde devletin duyarsız davrandığını söyleyemez söylemedi de…

1999 GÖLCÜK (MARMARA) DEPREMİ

Yine bir gece vakti 03.00 de Gölcük merkezli 7,6 şiddetinde yine tarihimizin en büyük depremlerinden biri daha meydana geldi. İstanbul, Bolu, Bursa, Eskişehir, Kocaeli, Sakarya ve Yalova’nın etkilendiği depremde 170 km lik fay hattı kırıldı.Ben de bu depremi Eskişehir’de olanca şiddetiyle yaşadım. Resmi rakamlara göre yaklaşık 20.000 kişinin (resmi olmayan rakam 50.000) hayatını kaybettiği, 600 bin kişinin evsiz kaldığı bir büyük trajediydi. O dönemde dünyada ve Türkiye’de yeni yeni gelişen cep telefonu teknolojisiyle beraber tüm telekomünikasyon şebekesi tamamen çöktü ve saatler boyu bölgeyle iletişim sağlanamadı. Sabaha karşı 03.02’de meydana gelen bu depremde hemen 30 dakika içinde bölgeye hâkim olan ve müdahale eden güç Türk Silahlı Kuvvetleriydi. 1997’de EMASYA (Emniyet-Asayiş-Yardımlaşma) protokolü dediğimiz ani tehlike ve afetlere müdahalede Türk Silahlı Kuvvetlerinin de içinde olduğu bir takım kurumlara yetki verilmesiyle ilgili yönerge vardı ve ona göre hareket edildi. Kara Kuvvetleri Komutanlığına bağlı 1. ordu, 2 kolordu, 13 tugay, 14 istihkâm bölüğü, 3 lojistik bölüğü, toplam 36 bin 501 personeliyle ilk etapta görevlendirildi. İki saat içinde bir “Değerlendirme Merkezi” kuruldu. Kısa sürede 1 Cerrahi Hastane, her biri 10-15 kişiden oluşan 5 adet sağlık ekibi, 7 Uçak, 17 helikopter, 89 iş makinesi, 64.300 personel sahadaydı. Deprem sırasında 10.528 kişi sağ olmak üzere, 16.664 kişi enkaz altından çıkarıldı. 4.900 kişi helikopterlerle tahliye edildi. 13.207 çadır temin edildi toplam 18.257 çadıra insan gücü tahsis edildi. Ayrıca 6 ayrı yerde barınma ve iaşe yardımında bulunuldu. 3 ilde 1312 çocuğa hizmet verecek 15 adet kreş açıldı. Başbakan Ecevit, Saat 06.00 da basına bir demeç vererek bölgeden doğru dürüst haber alamadıklarını söyledi ve helikopterle deprem bölgesine hareket etti. Türkiye şimdi olduğu gibi varını yoğunu seferber etti. Nasuh Mahruki’yi,  AKUT ekibini ve deprem kurtarma profesyonelliğini ilk orada gördük. Ulaşım zordu ama yine de büyük illere yakınlığı bir avantajdı. Bu depremin en büyük yıkıcılığı Türk ekonomisine olmuştur. Çünkü Türkiye’nin üretim gücünün yarıdan fazlası bu bölgedeydi. Bu maliyet 2001 krizinin de en önemli nedenlerinden biridir.

2023 DEPREMİ

Hani derler ya “bağıra bağıra geldi” diye. Hatay depremi aynen öyle geldi. İlk aklıma gelen 2020 Elazığ depreminden sonra bilim insanlarının “aman dikkat buralar tehlikeli hale geldi” uyarıları oldu. Ancak her zamanki gibi popülizm yine yapacağını yaptı, iş kadere, şansa bırakıldı ama şansımız (!) yaver gitmedi.  Ben bu yazıyı yazarken halâ devam ediyordu. Bu arada şunu kabul edelim. 400 km uzunlukta kırılan fay hattı, bu hattın üzerinde 10 ilimiz ve buralarda yaşayan 13,5 milyon insan, bir 7,6 yetmedi dokuz saat sonra 7,5 şiddetinde bir deprem daha. Arkasından hatırı sayılır artçı depremler. Böyle bir deprem fırtınası her zaman her yerde görülen cinsten değildir ve elbette müdahale çok zordur.

Ancak şunu da gördük ki AFAD’da olması gereken asgariden hareket ve koordinasyonda bile sıkıntılar var. Uzmanların en riskli bölge ilan ettiği hat üzerinde hazır tutulan araç gereçler, çadır stokları, iş makinaları, yetişmiş eğitimli ekipler, mutfak, fırın donanımları vs yetersiz ve hazır tutulmamış. Yardıma koşanlar çöken yolları geçemiyor. Bu yolları kısa zamanda araç geçecek hale getiren istihkâm ekipleri de yok. Yerel AFAD görevlilerinin ellerindeki malzeme enkaz kaldırmaya elverişli değil. Bu daha ilk gün belli oldu. Dedik ki EMASYA iptal edilse bile ordu bizim ordumuz zaten elinde mevcut olan tüm personel ve araç gereçle sahaya çıkar. O da olmadı. Sanırım olayın vahameti kavranamadı. Türkiye elindeki tüm imkân ve kabiliyetleri savaştaki gibi seferber etmeliydi. Ordu’nun bu imkânlarını bir köşede atıl tutmak yanlış bir karardı. Bu neye yarardı? Daha çok insan kurtulabilirdi. Daha hızlı ve iyi koordinasyon sağlanabilir en azından daha az insan enkaz altında canlıyken soğuktan donarak ölmeyebilirdi. Son olarak şunu da siyasetçilere söylemeden edemeyeceğim;

Siyaset kavgasını, şov manzaralarını, yapılmayanı yapılıyormuş gibi gösterme gayretlerini ve ağız dalaşlarını, slogan atmaları o sahaya niye soktunuz? Dayanışmak isteyen insanları neden böldünüz? Suçlu müteahhit peşinde koşarken, çuvaldızı da kendinize batırınız.  Bütün bunlara rağmen yardıma koşup sahada canı pahasına günlerce çalışan resmi, sivil bütün insanlarımıza minnet ve şükranlarımızı sunalım. Böyle bir fedakârlık her millete nasip değildir. Ölenlere rahmet, kalanların tez zamanda selamete kavuşmalarını, siyasetçilere de biraz akıl ve izan diliyorum.