14 Eylül 1847. Hicri takvimle yılbaşı. Muharrem ayının 1 günü... Henüz yirmi beş yaşındaki genç padişah 1. Abdülmecit Bab-ı Aliye (Başbakanlık) geldiğinde aldığı kararın vükela (vekiller, bakanlar kurulu) üzerinde yapacağı tesirin heyecanı içindeydi. İlk kararını açıkladı:

-Esir pazarlarını kapatınız. Ülkemde insan ticaretini görmek istemiyorum. Bu hali yaşadığımız devre, beşeri şefkate ve İslam dininin hürriyet ve müsavat (eşitlik) mefkuresine aykırı buluyorum…

Sadrazam Mustafa Reşit Paşa dahil hiç kimse 25 yaşındaki genç padişahın böyle bir karar alacağını beklemiyordu. Ama Tanzimat ilan etmiştik. O hava içinde Osmanlı ricali padişahın kararına hürmetle baş eğdiler.

-Ferman padişahımızındır.

Kölelik 1833’te İngiltere ve sömürgelerinde, Fransa’da 1848’de, Amerika’da ise büyük iç savaş sonunda 1867’de kaldırıldı. Birleşmiş Milletler 2 Aralık 1949'da insan ticareti, cinsel istismar, çocuk işçi çalıştırma ve zorla evlendirme gibi köleliğin çağdaş formlarını yok etmeyi amaçlayan bir yasa tasarısını kabul etti. Ne var ki insanlık tarihinin yüz karası olan kölelik ve esir ticareti 20. yüzyılda dahi devam etmiştir.

Peki sistem Osmanlı’da nasıl işliyordu?

İlk esir pazarının Bursa’da kurulduğu bilinir. Batıda esir ticareti ve kölelik, insanlık dışı, vahşi uygulamalarla anılırken, Osmanlı’da esir pazarları belli bir düzen içindeydi. Sanayisi, işçi sınıfı ve burjuva düzeni olmayan Osmanlı’nın esir veya kölelik anlayışı da farklı oluyordu. Köleler genellikle ev ve saray hizmetlerinde kullanılmak üzere satın alınırdı.

İstanbul’da dört ayrı yerde esir pazarları kurulurdu. En ünlüsü, Bab-ı Âli ve Topkapı Sarayı’na yürüme mesafesinde Nuruosmaniye Camisi ile aynı alanda, Kapalı Çarşı’dan birkaç kapı ötedeydi. Bu alışverişler Esirciler Şeyhi ile Esirciler Kethüdası denilen resmi görevlilerin nezaretinde ve belli kurallarla yapılırdı. Dünyanın dört bir yanında toplanan kadınlar, gücü kuvveti yerinde erkek köleler renklerine, ırklarına, dinlerine göre ayrılır imparatorluğun başlıca merkezlerinde müzayede ile satılırdı. Erkekler saray hizmetlerinde, gemilerde ve ağır işlerde çalıştırılırdı. Cemal Kutay’a göre esir ticareti “Osmanlı Türklerinin merhamet, şefkât ve hatta müsamahaları ile o devre göre örnek teşkil eden bir nizama” bağlıydı. Esir hayatı yaşamazlardı. Osmanlı evinin son yıllardaki iç yüzünü içinde yaşayan birisi olarak güzel bir üslupla anlatan şair Leyla (Saz) Hanım anılarında şöyle yazmış;

“Paşa babamdan dinledim. Padişah fermanıyla esir pazarları kapatılınca esirciler, geçim kapılarını kapatmamak ve kız, erkek muhtelif yaş ve renklerde insan satın almayı, satmayı adet edinenler bu işe gizli olarak devam etmişler. Hükümet de buna göz yummuş. Çünkü onların içinde de, padişahımızın fermanını hürmetle tatbik etmekle beraber asırların alışkanlığını bir anda değiştiremeyenler varmış. Ancak fiyatlar yükselmiş.”

Leyla Hanım bir esir alışverişini şöyle anlatıyor:

“Beğenilen bir kadınsa o cariyenin uykusunu tecrübe için bir gece müşterisinin evinde kalması adetti. Eğer uykusu ağırsa, horlarsa fiyatından düşülürdü. Cariyenin bedeli ebe ve doktor muayenesinden sonra verilirdi. Esirci kadın hem müşterisinden, hem de esir tüccarından tellaliye alırdı

Cariyeler Avrupalıların zannettiği gibi bedbaht değillerdi. Saraylarda, Paşa konaklarında, eşraf ve ayan konak yavrularında, beldenin zenginlerinin her türlü ihtiyacı karşılanmış olarak itibar görürlerdi. Çocukları olunca nikahlanırlardı.”

Leyla Hanıma göre batılıların köle pazarlarıyla bizdeki esir pazarları nitelik itibariyle birbirinden ayrışıyor. Özellikle saraya alınan kadın esirler önce ciddi bir eğitimden geçirilirdi… Bunların içinde azımsanmayacak miktarda çocuklar vardı. Giyimleri itinalı, çoğu çocuk yaşta geldiği için yaşama töresi, musiki, yazma, okuma, raks, ev hizmetleri, yemek, dikiş, öğretilir, üst düzeyde terbiye edilirlerdi. Harem bir nevi Enderun gibiydi. Önce cariye olan bu kadınlar zamanla Halayık, Odalık, Haseki, İkbal, Sultan gibi kademeli olarak yükselebilirlerdi… “Osmanlı sarayındaki birçok valide sultanlar, cariyelikten gelmedir. Haremde gözden çıkarılanlar Osmanlı üst düzey saray memurlarına, paşalara eş veya odalık olarak gönderilirdi.

Cariye sınıfı satıldıkları yerde rahat etmezlerse, yeniden satılmalarını teklif edebiliyorlardı. Eğer sahibi izin vermezse kaçmak, Kadı’ya veya esir tüccarına sığınma hakları vardı. Kaçışına alamet olsun diye çıktığı kapının veya aştığı duvarın dibine terliklerini bırakırdı.

Esir ticaretinin merkezi İstanbul’du. Tabii ki bunların tek müşterisi saray değildi. Mısır prensleri, Tunus Beyleri, Hint Mihraceleri,  Hicaz, Bağdat, Yemen, Sumatra, Cava ve İranlı zenginler kendileri veya adamlarını gönderip Osmanlı terbiyesine göre yetişmiş kadınlara avuç dolusu altınlar vererek ülkelerine götürürlerdi.

Yolu esir pazarından geçen ünlüler arasında Hürrem, Kösem ve Sultan III. Selim’in annesi Mihrişah Sultan da var. Pazar 1847’de kapanmasına rağmen köle ticareti şehrin farklı köşelerinde 1922’ye kadar sürmüş

Halil İnalcık, Osmanlı’da, köle talebinin büyük çoğunluğunun yönetici sınıflara ait olduğunu söylüyor. Yazar Madelin C. Zilfi “Osmanlı İmparatorluğu’nda Kölelik ve Kadınlar” kitabında 19. yüzyıl ortasında İstanbul’da kayıtlı köle sayısını 52 bin olduğunu yazıyor. Bunların 47 bininin kadın kölelerdi. Gayrimüslimlerin köle alması yasaktı. Bu konuda Şeyhülislam Ebussuud efendinin fetvaları vardır. Tamamı Müslüman olan köle sahipleri İstanbul’un Müslüman nüfusunun yüzde 12’sini oluştururlardı. Savaş zamanı “ganimet” olarak görülen bu kölelerden bir kısmı da padişahın hakkı olarak ayrılırdı.

İnsan düşünce ve eylemleri zamanın ruhuna uygun olarak gelişiyor. Bu yüzden bundan 100-200 yıl öncesine göre kendimizi daha özgür bireyler olarak görsek de, insanoğlu, şartları değişik olmakla birlikte modern zamanların kölesi olmaktan kurtulamadı. Gelişen teknoloji ve iletişim ağı, sermayeyi ve parayı elinde tutanlar, insanı köle yapan bir sisteme mahkûm ettiler.

Biz belki de modern zamanların kendini özgür sanan köleleri olarak yaşıyoruz. Değişen bu.

Yazımı Goethe’nin bir sözüyle sonlandırayım; “Özgür olmadıkları halde, kendilerini özgür sananlar kadar hiç kimse tutsak olamaz.”

Görüşmek üzere..