Not: Diğer Fotoğraflara galeriden ulaşabilirsiniz

Söyleşi: Tuğba Koçal

Cesur iki kadın… Canan Dağaşan ve Semiha Türkay… Nepal ve Bhutan ülkelerine giderek macera ve adrenalin dolu bir seyahat gerçekleştirdiler. Bu seyahati ve iki ülke ile ilgili bilinmeyenleri Canan Dağaşan Manşet okurları için anlattı.

Canan Dağaşan kimdir, bize kendinizi tanıtır mısınız?

Dumlupınar Üniversitesi Beden Eğitimi Öğretmenliği Bölümü mezunuyum. Şu anda Anadolu Üniversitesinde pilates, reformer ve yoga antrenörlüğü yapıyorum. Üniversitede hocalarımıza eğitim veriyorum. Pazartesi ve Çarşamba günleri pilates, Salı ve Perşembe yoga derslerimiz oluyor.

Nepal ve Bhutan ülkelerine bir gezi gerçekleştirdiniz. Bu gezi fikri nereden çıktı?

Bu gezi planlarımız 1 yıl önce başladı. Geçen sene şubat ayında yoga eğitmenlik kursuna gittim. Orada tanıştığımız hocalar bize, muhakkak Nepal’e, Hindistan’a ve Bhutan’a gitmemiz gerektiğini, orada yoga yapmamızı önerdiler. Biz de Nepal ve Bhutan’a gittik. Aslında Hindistan’a da gidecektik ama oraya gidemedik.

Gittiğiniz ülkeleri nasıl buldunuz? Özellikle yemek konusunda sorun yaşadınız mı?

Türkiye ile kıyasladığımızda çok çok farklı insanlar, kültürler. Gördüğümüz insanlar ve yaşam tarzları bizi ilk andan itibaren çok şaşırttı. Yemek konusu benim için epey sıkıntılı oldu. Bir haftada 3 kilo verip geldim. Daha çok buradan götürdüğüm şeyleri yedim, meyve yedim. Çok değişik yemekleri var. Yağsız, tuzsun bir kırmızı pirinçleri var. Onu ekmek niyetine yiyorlar. Bildiğimiz makarna bile bizimki gibi değil. Acıyı çok kullanıyorlar.

O zaman yolculuğunuzdan başlayalım sohbete…

Tabi… 8 saat yolculuk sonrasında Nepal’e ulaştık. Nepal’de havaalanından girdiğiniz anda insanların giyim tarzları, sizi karşılaması her şeyi çok farklıydı. Çok şaşalı mimarileri var. İnsanlar çok abartısız ve düz iken binalar çok abartılı, devasa. Binalara bakınca “bunlar insan işi değil” diyorsunuz. Trafik denilen bir şey hiç yok. Trafik ışığı hiç yok. Trafikte çok kötü çok çok eski fi tarihinden kalma model arabalar var. Bir de çok sayıda motosiklet var. Her ailede bir motosiklet olduğunu düşünüyorum. Altyapısı yok bu yüzden şehirde kötü bir koku var. Turist sayısı gerçekten çok fazla. Kaşmiri, ipeği çok meşhur. Biz gitmeden önce otelimizi ayarlamamıştık. Orada inince bize biri yardımcı oldu. Turlar hakkında bilgi verdi, gezilecek yerleri anlattı. Bize otel önerdi.

8 YAŞINDAKİ KIZA VE ŞEYTANA TAPIYORLAR

İlk gün Dubari Meydanına gittik. Orada dikkatimizi çeken üç şey oldu. 8 yaşında Kumari adında bir kıza tapıyorlar. 3 katlı bir binada bu kız yalnız başına yaşıyor, hiçbir sosyal hayatı yok. Sadece din adamları tarafından eğitiliyor. Yerel kıyafetlerini giymiş, makyaj yapılmış bir kız. Sadece belli saatlerde camdan turistlere bakıyor. Fotoğrafını çekmek kesinlikle yasak. Şeytan tapınağına gittik. Orada şeytana tapıyorlar. Şeytanın Buda’ya kötülük yapmamasından dolayı şeytana tapıyorlarmış. Reenkarnasyon Tapınağına gittik. Orada da ölüp tekrar hayata geldiklerinde kedi, köpek, sürüngen hayvan olmamak için tapıyorlar. Genelde bu meydanda festivaller, konserler ve dini ayinler oluyormuş.

İkinci gün Maymunlar Tapınağına gittik. Çok yüksek, 500 küsur merdiven çıkıyorsunuz. Her yer her yer maymun. Her yerden maymunlar geçiyor. Yukarıda 20 kilogramlık altından yapılmış bir tepe var. Orada dua bayrakları, dua silindirleri var.

ÖLÜLERİN YAKILDIĞI YERDE ÇOK ETKİNLENDİK

Aynı gün ölülerin yakıldığı yer olan Paşupatinat Tapınağına gittik. Orada tüylerimiz diken diken oldu. Paşupatinat Tapınağında kast sistemi var. Sağ tarafta soylular, solda halk yakılıyor. Kavuniçi renkte olanlar erkekler, beyaz renkte olanlar ise kadınlar. Ölüler sedyede getiriliyor ve odunların üzerinde yakılıyor. 5 saat kadar yakılıyor. Ölülerin dillerine altın konuluyor. Hesap verirken zorluk çekmesinler inancı var. Yakılma işleminden sonra ölen kişinin yakınlarından büyük olan erkek yas sembolü olarak saçını kazıtıyor. En son da küllerin içinde o altını arıyorlar. Ölünün külleri Ganj Nehrine birleşen bir nehre dökülüyor. O şekilde günahlarından arındığına inanılıyor. O günün akşamı da ölen kişinin yakınları ayin yapılıyor. Müzikler, tütsüler ile kalabalık bir ayin yapıyorlar.

FİL SAFARİSİ MUHTEŞEMDİ

Fil safarisi yapmaya karar verdik. Chitwan diye bir yere gitmemiz gerekiyordu. Çok zorlu bir yolculuk sonucu oraya vardık. Aklınıza gelebilecek en eski modeldeki köy otobüsünü düşünün. Öyle bir araçta 6 saat yolculuk yaptık. Yollar o kadar dar, sapa ve uçurum ki… Uçurumun üzerinde köprüden geçiyorsunuz ama köprünün sağı solunda hiçbir barikat yok. Kocaman kamyonlar ile o daracık yolda yan yana sürtünerek geçiyorsunuz. Uçsuz bucaksız bir uçurum kenarı, inanılmaz riskli ve adrenalin dolu bir yoldu. Çok korkunç bir yolu saatlerce gidiyorsun gidiyorsun ama sonunda muhteşem bir manzara ile karşılaşıyorsun. Chitwan National Park yırtıcı hayvanların olduğu ormanlık bir bölge… Ormanın içinde kuş seslerinin içinde harika bir yer. O gece orada kaldık.

Ertesi gün fil safarisinden önce nehir gezimiz oldu. Nehirde 4-5 tane timsahı gördük, gergedanlar gördük… Yerli halk bize zarar vermeyeceklerinin garantisini verdi, biz de inandık… 2 saatlik nehir yolculuğunun ardından fil safarisi yapılan bölgeye ulaştık. İnsan fillerin durumuna tabi ki üzülüyor. Ama bunu tercih ettiğimiz için devam ettik. 2 saate yakın fil üzerinde safarimizi gerçekleştirdik. Bu ortamda 120’ye yakın kaplan varmış. Ve her an her şey olabilirmiş. Riskli ve unutulmaz bir geziydi.

EL DEĞMEMİŞ BİR ÜLKE: BHUTAN

Bhutan’a gidebilmek bizim için tamamen hayaldi. Bhutan’a gidişte turizm acentesi ile gitmek gerekiyor. Çünkü bireysel turist kabul etmiyorlar. Vize ile giriş yapılan bir ülke. Sınırlı bir turist sayısı var. Her yıl 40 binin üstünde turist kabul etmiyorlar. Yöresel kültürlerinin turistler tarafından bozulmamasını istiyorlar. Bhutan’ın havaalanı Paro’ya gitmemiz gerekiyordu. Paro, dünyanın en tehlikeli 5 havaalanından biri. O kadar dar ve dağların arasından inilen bir pisti var ki… Dağların arasından zig zag çizerek iniyor uçak. O uçakları kullanabilen 15 pilot varmış. Gezi boyunca en riskli olan bu uçak yolculuğumuzdu. 1960 yılına kadar Bhutan’a yol bile yokmuş. Dağlardan yürüyerek ulaşım sağlanıyormuş. 1974’den itibaren de turist kabul etmeye başlamış.

Bhutan ışıl ışıl, tertemiz harika bir ülke. Evin de havaalanının da resmi binaların da her şeyin mimarisi aynı. Gösteriş ise hep tapınaklarda. İnsanlar çok çok saygılılar. Herkes yöresel kıyafetlerini giyiyor. Erkeklerin kıyafetlerinin adı goa, kadınların ise kia. Günlük hayatlarında bu kıyafetleri giyiyorlar. Sadece resmi dairelere giderken omuzlarına şal atıyorlar. Halk krem rengi, kral sarı, bürokratlar da mavi renk şal kullanıyor. Bu şallar bizim kravat gibi bir eşya. Biz de gittiğimizde geleneksel kıyafetleri giydik.

ÜLKEDE TEK HEDEF MUTLULUK

Çok güler yüzlü bir ülke. Dünyanın mutluluk oranı en yüksek olduğu yer. Gayrisafi milli gelir yerine onlar gayri safi milli mutluluk oranını hesaplıyorlar. Bunu da kral yapıyor. Normalde kral 61 yaşında krallığı bırakması gerekirken 51 yaşında oğluna bırakıyor. Kendisi ülkeye demokrasi getiriyor. Bir meclis kuruyor. Hem kral var hem meclis var. Kralları ise 37 yaşında Oxford’da okumuş. Mutluluk oranına çok önem veriyor. Yüzde 100 bozulmayan ülkelerden biri Bhutan. Ülkenin yüzde 70’i ormanlık alan. Hiçbir şekilde dokunulmamış. Tohumları, bitkileri, her şeyleri organik. Bunu bozmamak istiyorlar. Hatta 1999 yılına kadar ülkeye televizyon girmemiş. İlk televizyon 1999’da girmiş. Teknolojiyi istemiyorlar. Gelenek görenekleri bozulsun istemiyorlar. Bu nedenle de turistleri seçerek ve belli bir sayıda alıyorlar. Çok uç derecede zengin turist istemiyorlar. Turistlerin günlük harcayacak para miktarları belli. Her turist günde en fazla 250 dolar harcayabiliyor. Ülkede sigara yasak.

DEVASA BİR BUDA HEYKELİ

Bhutan’da dünyanın en büyük Buda heykelinin olduğu tepeye çıktık. En tepede, herkesin görebileceği bir yerde bulunuyor. Devasal büyüklükte bir yapı. Buda heykelinin etrafında 28 tane melekleri var. Onlar da altın kaplama. Buda heykeli için 10 tane ülke sponsor olmuş. İnanılmaz bir yapı. Rehber bize, “Bunu din olarak algılamayın, bu bizim yaşam biçimimiz. Bu tamamen bizim felsefi düşüncemiz. Biz buna tapınmıyoruz. Bu sadece simge. İnsanlar günlük hayatta tanrıyı unutuyorlar. Unutmamaları için simge olarak karşımızda tutuyoruz” dedi. Bu bize aykırı gelse de bu onların yaşam biçimi…

3 BİN METRE TIRMANDIK

Bhutan’da ikinci günümüzde Kaplan Tapınağı’na gittik. Bin 500 metreye kadar atlarla tırmanıyorlar. Biz binmedik yürüyerek tırmandık. Çok zorlu bir yolculuktu. Uçurumlar, ağaçların arasından geçiyorsun… Zorlu bir mücadele ile 3 bin metreye tırmandık. Orada 4-5 tane Buda’nın ayrı odaları var. Buda heykellerinin hepsi ayrı bir anlamda. Her birinin değişik isimleri, ayrı ayrı hikâyeleri var. Çok masalsı bir hayat yaşıyorlar.

Gezilerde yol arkadaşı çok önemlidir. Siz bu geziye kiminle çıktınız?

Pilates dersine gelen hocam Semiha Türkay ile gittim. Elektrik Elektronik Mühendisliği bölümünde Yardımcı Doçent. Çok cesur ve çok akıllı bir kadın. Ben dil bilmediğim için elim kolum Semiha hoca oldu. Yol arkadaşı çok önemlidir. Biz bir puzzle parçalarını oluşturduk. Artık beraber dünya turu yapmalıyız diyoruz. Dünya turunda da enteresan yerlere gitmeliyiz. Seneye inşallah Finlandiya’ya gidip kutup ışıklarını görmek istiyoruz. Yeni Zellanda’da şelaleler, volkanları görmek hayalimiz. Herkesin gideceği klasik yurtdışı gezilerinin dışına çıkıyoruz. Macera, adrenalin ve değişik insanlar, kültürler görmek istiyoruz.

Aslında oralara yoga yapmak için gittik, hiç yapamadan geri geldik. Aslında ben gittiğim yerlere tekrar gitmeyi hiç sevmem. Ama herhalde yoga için tekrar gidebilirim.

Editör: TE Bilişim