Umut Yüklü Mektuplar ile Özgürlüğe Uçan Kelebekler adlı iki romanı bulan yazar Gülser Han ile romanları üzerine söyleşi yaptık.
Söyleşi: Şaban Bağcı
 
  Erkek egemen toplumlarda; kadına nasıl bakıldığını herkes bilir. Biliriz de iktidarlar ‘kadın’a yönelik şiddet, tecavüz, baskı, ‘ikinci sınıf’ muamelesi, öldürülmesi gibi konularda ‘yasalar’da önlem alınmasına rağmen bu sorunlar bırakın bitmesi, azalmadı bile…
Son yıllarda ülkemizde neredeyse her gün birkaç kadın cinsel tacize, şiddete maruz kalırken de öldürülüyor.  İşte bu süreç içinde iki kitabın yazarı Gülser Han ile bir söyleşi yaptık.
Eskişehir’de konuğumuz oldu, sorularımızı yanıtladı. Umut Yüklü Mektuplar ile 8 kadının öyküsünün anlatıldığı ‘Özgürlüğe Uçan Kelebekler’ romanlarının yazarı Gülser Han, Kentpark’ta sorularımızı yanıtladı.
 
 - “Umut Yüklü Mektuplar” nasıl oluştu?
   Umut Yüklü Mektuplar’ın oluşmasında sanırım güzel bir ailede doğmam, dünyanın ortası denilen o gülmece şehrinde yaşamamın etkisi büyük diyebilirim.
   Çünkü yazma fikri onu fazla ciddiye almasam da ilk Kız Meslek Lisesi son sınıfta belki branşım gereği çocuklara hayvan sevgisini aşılamak adına resimlediğim “Afacan Köpekler” isimli çocuk öykümdü. Sonra Anaokulu öğretmenliği, başka sahalarda çalışmam, evlilik, iki çocuğumun sorumluluğu derken görevlerim ağır basmış olacak ki uzun yıllar yazma fikrinden uzak kalmış ama hiç kopmamıştım. Çünkü duygularımı en iyi ifade edebileceğim, tarihe tanıklık yapacağına inandığım belki de, tek yerdi yazmak. İşte ben de onu yaptım ve 2009 da Berfin - Kora Yayınlarından çıkan “Umut Yüklü Mektuplar” romanımla yazıdünyasına merhaba dedim. 
   Yazma nedenine gelince, pek çok sebebi olsa da, asıl nedeni başta ülkem, sonra dünyanın bütün ülkelerinde “İnsana bakışın cinsiyetten önce gelmesini istememdi.”
   Çünkü içeriği “kadın hak ve özgürlüklerinin eşit olmadığı bir coğrafyada onca engel ve yasağa rağmen bir kızın nelerle mücadele edip, nelerin üstesinden geldiğini anlatan, yani soyut düşünceleri nasıl somutlaştırdığını gösteren örneklerle dolu bir kitap “Umut Yüklü Mektuplar.”
   Konusu bireysel ilişkilerle başlasa da, toplumsal sorunları dile getiren, bunları yaparken de, insan ilişkileri açısından yaşanılan pek çok güzelliklerin yanı sıra toplum adına acı çekmenin, kendi kendisiyle hesaplaşmanın da bir yansıması aynı zamanda.
   Zira hiç tanımadığı insanlarla cinsiyet ayrımı yapılmadan mektup aracılığıyla kurulan dostlukların nasıl karşılıklı umuda dönüştüğünü bir başkasının da bilmesi ve ders çıkarması için yazılanda bir kitaptır, “Umut Yüklü Mektuplar” ve tabi diğerleri.
   - Bir okurunuz, “denize ulaşmaya çalışan ırmağın romanı” diye anlatıyor kitabınızı, ırmak denize ulaşıncaya kadar neler yaşadınız? Hangi tümceleri karalayıp sildiniz? 
   Karaladığım tümceler belki pek fazla olmadı ancak okurun dikkatini çekmek adına bazı konuları farklı şekilde birkaç kez yazdığım olmuştur. Mesela, roman kahramanı Sevgi’nin 80 darbesinin bilinçli bir şekilde insanlar üzerinde bıraktığı kötü algıları yok etmek için yeni arayışlara girmesi. Hatta kendisinin bile, “yaşama sevincinin" bittiğine inandığı bir dönemde bunu mektuplarla gerçekleştirmesi ona mucize gibi gelmişti. Çünkü bazı kavramlar vardır ki, çoğu insan bunların farkına bile varmadan yaşar ve ölürler. Ama Sevgi bunun hem savaşını vermiş, hem de hayatına ilke edinmiş biri olarak din, dil, ırk ayrımı yapmadan “dostluğun, paylaşımın, sevginin” cinsiyeti olamayacağını savunarak yaşamıştır. Bu düşünceleri başkalarının da bilmesi, yüreklerinde minikte olsa kıvılcım oluşması için yazılmıştır.
Üstelik yaşamdan beklentilerini, hayata olan umudunu tek başına değil yüzlerce farklı düşünceye ulaştırarak yaşamış, aynı ortak payede birleşmişler. Bu sadece onun değil, birçok insanın da yaşama tekrar tutunması, yani mektupların gidene de, gelene de bir şekilde umut olması yaşama sevinçlerini tetiklemiştir. Ki, Sevgi’nin mektuplaşmada ki bir başka amacı da aydınlık düşüncelerin yok olmaması içindir.
 
   Aslında yazar ya da sanat adamı yaptığı işlerle dünyayı değiştirme gibi bir telaşa girmez ancak birilerini etkilemeyi umar. Burada yazarın beklentisi de okurudur, işte “Umut Yüklü Mektuplar”ın okurundan beklentisi de budur.
   Değerli yazar Öner Yağcı, “Umut Yüklü Mektuplar”ı bakın nasıl özetlemiş. “Çağdaş yaşam arayışı da diyebiliriz Umut Yüklü Mektuplar’a Anadolu'nun eski bir kasabasında güzel kokarak açmaya çalışan bir gülün çırpınışları da...
Mektuplarla canlanan yaşamın sanatla bütünleşmesinin güncel örnekleri var bu arayışta ya da çırpınışta. Kıstırılmışlıktan ve öngörülen yazgısından kurtularak yoğun yaşam kesitlerine ulaşma serüveniyle aktarılanlar, bir insanın somut ve zengin ufuklara nasıl yelken açtığının canlı bir örneğini sunuyor. Romanlaştırılan bu canlı örnekte karşımıza en yakın tarihimizle örtü şen bir sevgi masalıyla buluşuyoruz. Hani yok edilen ve hep aranan masalla.”
 
- İkinci kitabınız “Özgürlüğe Uçan Kelebekler” romanında kadınlar çığlık, çığlığa.
   Evet, ikinci kitabım, “Özgürlüğe Uçan Kelebekler,” Ozan Yayıncılıktan Ağustos 2016 da, yani daha yeni çıktı. Şu an benim için fırından yeni çıkan sıcak ekmek kokusu gibi. Konusu 8 Mart ve kadınları anlatıyor, tabi ben de ikinci kez yazın dünyasına merhaba demenin sevincini yaşıyorum.
   “Özgürlüğe Uçan Kelebekler”i
   Uygar toplum, her bireyin cinsiyet ayrımı yapılmadan kendi iradesi ile yaşaması, özgür toplum ise aynı haklara sahip olmasıdır…
   Dünyada hiçbir kadının bu uğurda gözyaşı dökmemesine itafımdır, diyerek başladım ve ekledim…
Sandıkta saklanan çeyiz misali yürek gizlerini paylaşan cesur kadınlara selam olsun… Evet, bir kez daha selam olsun diyorum.
Çünkü çığlık, çığlığa anlattıkları öykülerine ses olan bir kitapda ondan.
- 8 Kadının öyküsünü anlatıyorsunuz, erkek egemen toplumda çığlık, çığlığa mücadele eden roman kahramanlarından biraz söz edermisiniz?
Tabi ki, aslında roman kahramanları ülkenin farklı coğrafyalarından gelen ve aynı binada buluşulan kadınlardan oluşuyor. O binaya son taşınanlardan Değer, apartman sakinleriyle tanışmak adına hepsini evine kahve içmeye davet etmek ister ama o gün tesadüfen, “8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olması dolayısıyla plan değişir, kendilerini bile şaşırtan farklı bir gündem oluşur. Bunu fırsat bilen Yeter, Şükran, Değer, Burçak, Zelal, Meryem, Suzan ve Birgül o güne kadar kendilerinde sır gibi sakladıkları ne varsa belki de yaşadıklarına isyanla herşeyi anlatırlar. Bu aynı zamanda onlarda insan, birey, kadın ve anne olma bilincini öne çıkarır ve çoğu şeyin farkına varırlar. Hatta günü che’nin şu sözüyle sonlandırırlar. “Kalkın kadınlar ve unutmayın ki bizim size ihtiyacımız var. Çünkü biz inanıyoruz ki, dünyanın yarısı siz iseniz devrim kavgasının yarısı da siz olmalısınız.” 
- Okyanus ve Dildar’ın yürekleri, “Özgürlüğe Uçan Kelebekler” roman’ına katkıda bulunabildi mi?
   Tabi ki bulundu. Sevgisini cesurca itiraf eden, hassas, duygusal erkeklerin var olduğunu bilmeleri hem sevindirdi, hem de takdirle söz ettiler. Özgürlük sadece erkeklere özgü olmamalı. Kadının mutlu olmadığı toplumlarda aslında erkekte mutlu değildir, sevgi paylaşıldıkça güzelleşir. Zira kadını hiçleştiren politikaların sonu daima karanlıktır.     
Aslında arka kapak yazısı kitabın özeti gibidir...
   Eğer, sana ütopya geleni mucizeye çevirmek istiyorsan, öncelikle savunduklarının arkasında duracaksın. 
Mücadelen eşitlik ve özgürlük içinse, işe tarih öncekilerin bile hesabını sormakla başlayacaksın.
İnsanım, bireyim, kadınım, anneyim diyorsan seni yok sayan o bağnaz zihniyeti hiç düşünmeden sen de yok sayacaksın, 
Unutma! Uygarlık sandığın o çağ dışı yaşamın bile hemcinslerinin kirletilmiş cesetlerinden oluşmaktadır; onun için geçmişini iyi bilecek, geleceğinden ödün vermeyeceksin.
Yoksa doğuranına inandırılan o kader edebiyatı gibi sen de her şeye inanmak zorunda kalacaksın.
Ezber bozmak düşlerine ulaşmanın yoludur.
Bedenini bu yolda siper eden, ölümsüzlüğünü mücadelesi ile kazanan dünyanın bütün onurlu kadınları, sizleri saygıyla selamlıyoruz.
Yolunuz, yolumuz, ışığınız, ışığımız olacaktır.
Anınıza saygımızla…
 
 
Editör: TE Bilişim