RÖPORTAJ: SELMA GÜDER

Es Gazete’nin “Susuz hayat, Tarımsız dünya olmaz ” başlıklı röportajlarından beşincisi ile birlikteyiz.

Konuğumuz Veteriner Hekim Gürkan İlhan.

Gürkan İlhan kimdir?

Eskişehirliyim. 1996 yılında Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi’nden mezun oldum.  1996-1999 arasında tavukçuluk sektöründe çalıştım. Daha sonra klinisyen olarak mesleğime devam ettim.2014’de büyükbaş hayvan işletmesi kurdum.İşletmeci ve Veteriner Hekim olarak hayvancılık sektöründe hizmet vermekteyim.

Kütahya ili Sobran köyünde, 2014 yılında, 700 dekarlık alan üzerinde kurduğunuz büyükbaş hayvan işletmenizde robotik sağma süt işlemesi ile Türkiye’de ikinci, Kütahya’da ilke imza atarak fark yarattınız. O günlerden bu günlere;  amacınız, gerçekleştirdikleriniz nelerdir?

2014 yılına kadar Eskişehir’de yapmış olduğum hayvancılığı, daha modernize etmek ve daha büyütmek amacıyla, Kütahya’da uygun bir çiftlik alanı buldum. AB(Avrupa Birliği) normlarında, başarılı bir robot işletme, ari bir çiftlik hayata geçirdim. 500 başa yakın hayvanımız var. Yaklaşık; günlük 5000-5500 litre süt üretiyoruz. Hayvanlarımızın tüm hammaddelerini ve kaba yemlerini kendimiz yetiştiriyoruz. Bu çok önemli bir faktör! Benim anlayışıma göre; hayvancılıkta temel bir prensip vardır. Hayvanınızın beslenmesini kaba yem olarak kendiniz yapmaz iseniz, para kazanma imkânınız yoktur maalesef. Hem hammadde kalitesini kontrol edemezsiniz, hem de o kadar yüksek miktardaki hammaddeyi satın alamazsınız.

Baştan itibaren tek amacım vardı. Hayvancılık yapmak!

İleriyi görme açısından çiftçilik bilincinin yanında işletmeci ve yatırımcıbilinci de olmalı. Devletten alınan teşvikleri başka yerde kullanmadan,  “Benburayı nasıl ayakta tutarım, nasıl başarılı kılarım, nasıl büyütebilirim” şeklinde düşünülmesi gerekiyor.

Benim belki de, diğer yatırımcılardan tek farkım bu! Veteriner Hekim olarak belli bir sermayeye sahip olmadan yatırım yaptım ve zor koşullara rağmen ayakta tutmayı başarıyorum. Hayvancılıktan aldığımız verimlilik ve çiftlikteki hayvanların hem sağlık, hem de verim yönünden bize pozitif dönmesi, sonucu gösteriyor zaten. 

İşletme modeliniz hakkında bilgi verir misiniz?

100+20=120 baş, işletme modeli teşviği alıp, robotik sağım sistemi kurdum. Avrupa şartlarında güzel bir sistem.  Teknik olarak 100+20 sağacaksınız. Bunların yağları olacak. Ortalama 3 ton süt üreteceksiniz. Model; 5-6 yıl önce kurulduğunda,  bu şekilde bir proje olarak belirlenmişti. Eğer başarılı bir işletme olursanız, işletmenizi büyütebilirsiniz. Nitekim dışarıdan hiç hayvan almadan, 2021 yılı sonunda yaklaşık 200 sağmal hayvana çıkacağım.  Bu demek oluyor ki; 6 yıl önceki projemin % 100 fazlasını sağabilecek hale geliyorum.  Çünkü 100 hayvan sağacağım diye kurmuştum işletmemi. Kapasitemde 500, ancak 500’ü de geçecek.  Diğer hayvanlar damızlık düve ve besi hayvanı. Ben burada süt üreteceğim ki, aynı zamanda süt üretmem için hayvan doğumunun olması gerekiyor. Bunun için de, sağlıklı bakım-besleme şeklinin olması zorunlu. Bunları uyguladığımız için;  çiftlikte damızlık düve üretiyoruz ve işletmemizde kullanıyoruz,  fazlasını satıyoruz.

Yani ben,  model olarak şunu diyorum. Eğer çoğu işletme bu şekilde yaklaşım içinde olursa, hem süt üretecek, hem damızlık düve yetiştirecek, hem de besilik hayvan yetiştirecek. O zaman damızlık düve fazlalarını kendi ülkemizde satışa sunacağız. Dolayısıyla en büyük sorunumuz ithalat olduğu için, hayvan ithal etmekten kurtulmuş olacağız. Bu potansiyelimiz var. Ama bu potansiyeli ortaya çıkartacak bilgimiz yetersiz ve biraz da çalışma konusunda tembellik var. Sektörde çalışma şartları, diğer sektörlere göre ağır gelebilir. Özellikle teknik elemanlar için.

Hayvancılık sektörü Türkiye’de ne durumdadır?

Kanatlı sektöründen bakarsak, gerçekten ciddi bir yere geldik. Geçmişim kanatlıya dayandığından, 30-35 yıl önce gelişmekte olan bir sektör idi ve çok zorluklarını yaşadık. Şu anda önemli bir alt yapı ve kültür oluşmuş durumda. 

Küçükbaş;  geçmişte ciddi bir darbe yemişti, ancak sonradan toparlanmaya başladı. Bunu;  sayısal olarak, ırk kalitesi olarak ve verimlilik olarak da görüyoruz.

Büyükbaş ise; yıllardır süregelen problemlerin bitmediği bir sektör.

Büyükbaş belli bir yere gelir mi? Şu anda gelemedi. Hayvan sayımız çok az, ama bizim en büyük sorunumuz; verimsizlik!  Yani sayı ile olan bir şey değil. Nicel verilerle bir yere varamazsınız. Nitelik çok önemli. Kaliteli nicel verilerle bir yere varmak istiyorsanız, sayı ile beraber, onların verimliliğini de ölçmeniz gerekiyor. Çünkü  “şu kadar hayvanım var”  demeniz, bir şey ifade etmiyor. Gelişmiş ülkelerde; bir inek, bizim gibi ülkelerde üç-beş ineğin yılda vereceği verimi verebiliyor. O zaman da sayının pek bir anlamı kalmıyor.

Aslında bunların hepsi gelişebilecek sektörler…

Gelişmiş ülkelere baktığımızda, tarım ve hayvancık sektörleriningeçmişlerinden itibaren çok ileri olduğunu ve önemli yatırımlar yaptığını görmekteyiz. Sektörümü araştırma-inceleme adına, pek çok yabancı ülkeye gittim. Gördüm ki; kendi nüfuslarını besleyebilecek seviyeye ulaşmışlar. Bununla beraber; hayvansal ürün ve teknoloji,  ilaç, gübre,  üniversitelerdeki bilim dalları gibi pek çok konu da,  sektöre bağlı olarak ilerlemiş.

Büyükbaş işletmesi sahibi bir yatırımcı ve Veteriner Hekim olarak, sektörün başlıcasorunları nelerdir? 

Sağlık problemlerimiz, verim problemlerimiz sorunların başlıcaları. Bunlar çok ciddi maddi kayıplara neden oluyor. Besleme alışkanlıklarımız veya hayvan besleme modellerinde eksiklikler olduğunu düşünüyorum. Yaklaşık 30-35 yıl önce kanatlı sektöründe yaşadığımız sorunları, şimdi büyükbaş sektöründe yaşadığımızı görüyorum. Bu süreç de geçecek. Bunun temelinde hayvanlar için, ekilebilir besleme alanı olarak, kaba yem arazilerini arttırarak, hayvanın metabolizması gereği o yemlerle besleyerek, hayvanlarımızda ciddi performans artışına ulaşacağımıza inanıyorum. Aslında bu kadar basit! Hayvancılık zor bir iş değil. Biz zorlaştırıyoruz. Ben sektörde bunu görüyorum.

Alışkanlığımız var, masa başı işi arıyoruz. Aslında keyifli olan sahada çalışmaktır!

Sahada çalıştığınızda elde ettiğiniz başarıların masada analizini yapmak daha keyiflidir. Çünkü masada her şey hayalidir. Bilgisayardan görürsünüz, kitaplardan okursunuz. Bu benim hoşuma giden bir sistem değil. Benim bütün çalışmalarım, rakamlarım bilgisayara kayıtlıdır. Süt verimleri,  neler yedirmişiz gibi. Asıl keyifli olan sahada çalışmaktır!

Hayvancılık sektöründe, devletin verdiği teşvik,  desteklemeler ulaşılabilir ve yeterli mi?

İşletmemi, devletin verdiği desteklemeler ve teşviklerden faydalanarak yaptım. Teşvik alanı Kütahya olduğundan orasını seçtim.

Devletin bu sektörde yatırım yapmak isteyenlerin önünü açtığına ve ciddi destekler verdiğine, yeterli olduğuna inanıyorum. Yatırımcı modelleri var.  Ahlaki olanları ve ahlaki olmayanları.Bu yüzden tedbirler alınması gerekiyor ki, geçmişten ders alınmış muhakkak. Bu yatırımların bu sektör için kullanılması ve hayvancılığa faydası olması gereklidir.

Bazı insanlar yakınıyor. Zor şartlar var diye!

 Zor şartlar yoktur. Uyulması gereken şartlar vardır. Önemli olan yatırımı yapmak değil aslında. Başarıya ulaşmak ve sürdürülebilir kılmak.  Ben birçok işletme biliyorum. Maalesef, desteklerin sonunda, düşünülmeden yapılan yatırımlar neticesinde, hayvancılığı bırakmak zorunda kalan, yatırımcılar, tarım işletmeleri görüyorum. Devletin burada bir suçu yok. Bilinç olmalı, işletmecilik anlayışı olmalı. Bu durum; üç, beş, on hayvana sahip çiftçi için ya da binlerce hayvanı olan işletmeiçin de geçerlidir.Bina ve makine olarak da ciddi destekler veriliyor. Bence;  bunların ayakta kalması için işletmecilik yönünden, bilgili ve bilinçli yetiştiriciler yönünden desteklenmesi de önem arz ediyor.

Çayır-mera alanlarımızın durumu nasıl?

Hayvanlar için yeterli mera alanlarımız yok.Bilinç ve bilgi bu yokluğun sebeplerinden.   Geçmişte bazı mera alanlarımız vardı, ancak tahrip edildi.“Hep biz kullanacağız, yerine koymayacağız” mantığı var. Topraktan alıyorsunuz, yerine yenisini vermiyorsunuz. Sonuçta oradaki bitki büyürken topraktan bir şeyler alıp, götürüyor.

Var olanı almaya alışmış bir kültürümüz var, bence bunu aşmamız lazım!

Bu durum; tarım ve hayvancılıkta sürekliliğin temelidir.  Alacağız, yerine yenisiniz koyacağız. Mesela ben inek besliyorum, her gün süt alıyorum. O sütün karşılığını hayvana vermezsem, ertesi gün alamam. Toprak için de, aynı kural geçerli!  Geri vermek,  ucuzcu yaklaşımlarla olmamalı. Mesela; kimyasal gübrelerle değil,  toprağın organik yapısını koruyarak yapmalıyız. Toprak yapımız bozuluyor, bizim en büyük sorunlarımızdan biri de bu!

Hayvancılığın kurtuluşu hayvanları kendimizin beslemesi ile alakalı.

Eğer biz ciddi bir besleme sistemi kurarsak, inanıyorum ki;  bu kadar Veteriner fakültesine de gerek kalmayacak. Ülkemizde,  33 veteriner fakültemiz,yüzlerce, binlerce meslektaşım var.  Gelişmiş ülkelere bakıyorum. Hollanda’ da bir, Almanya’da beş Veteriner fakültesi mevcut. Onların hayvancılığı daha mı kötü? Kesinlikle değil. Bence bizim sektörün yetiştiricilik problemi var.  Bundan dolayı çok fazla hastalık oluyor, belkiVeteriner istihdamı bu sebeple fazla.

Bir yatırımcı olarak,  işletmenin kurulacağı arazi önemli midir?

Kesinlikle. Arazi seçiminde, işletmenin yapılacağı alanın sulu arazi olması gerektiğini biliyorum. Ülkemizde alakasız yerlerde yapılan işletmeler var. Ormanlık alanlarda…Hayvancılıkta, binlerce ton hammadde kullanıyoruz. Bunları uygun, sulu alanlarda yetiştirirsek,  maliyetimiz düşecektir. Örneğin; bizim süt maliyetimizin % 75’i yemdir. Kütahya’da işletmemin olduğu yerde baraj sulama sistemi ve yaklaşım 24 bin dekar sulanabilir arazi var. Bu arazilerin;  yılda 500-600, duruma göre 700-800’e çıkıyor, kısmını kullanıyorum. Hayvanların ihtiyacı olan bütün kaba yemimi kendim üretiyorum. Enerji kaynağı olarak dane mısır olsun, mısır silajı olsun. Protein kaynağı olarak yonca, fiğ veya çayır otu olsun yetiştiriyorum. Kendi yapay meralarım var. Yaklaşık 50 dekar kadar. Burada hayvanları gezdiriyorum. Genç hayvanlar için doğasına uygun sistem uygulamaya çalışıyorum. Bunun bana getirisi ne? Yemleme maliyetimi düşürmesi, ürettiğim hammaddenin kalite kontrolü elimde olduğu için, en iyisini üretmeye çalışıyorum. Yani mecbur kalıp, hammadde satın almak zorunda kalmıyorum. Bazı işletmeler var. Küflü yonca, bozuk silaj, olgunlaşmamış silaj bile alabiliyorlar. Bu rasyonu veya yemi tüm yıl hayvana yedireceğiniz için, elinizle hastalık vermiş oluyorsunuz, performansı düşüyor, sağlık sorunları çıkıyor. Her biri ciddi maliyetler oluşturuyor.

Su krizi,  hayvancılık sektörünü nasıl etkiler?

Son yıllarda ciddi kuraklık sorunumuz ortaya çıktı. İlk önce toprağı doyurmamız gerekiyor ki, hayvanımız doysun, hayvanımız doyduktan sonra insanımız doysun. Biz toprağa yeterli besin elementlerini veremez isek, iyi bakamaz, iyi sulayamazsak, toprakta yetiştireceğimiz hammaddenin kalitesi düşecek, düşük kaliteli hammadde ile hayvanlarımızı daha kötü besleyeceğiz ve zincir şeklinde bize yansıyacak. Ben hayvanlarını beslemek zorunda olan bir yatırımcıyım, işletmeciyim. Onları, toprakta yetiştirdiklerimle, kaliteli beslemek zorundayım. Belli bir su ihtiyacım var. Bu ihtiyacımı;  yağışlar, doğal kaynaklar ile sağlamalıyım. Çiftliğimin olduğu yerde devletin yatırım yaptığı baraj sulama sistemi mevcut. Bundan 10 yıl kadar önce, oralar kıraç yerler idi. Maalesef;  suyu kullanma bilincimiz de yok. Aynen hayvancılık bilincimiz gibi. 15 yıldır damlama sistemi kullanıyorum. İşçiliği biraz zor olabilir, ancak bunun gerekliliğini anladım. Hem bitkinin yetiştirilmesi, hem verimlilik, hem de su kullanım oranı açısından. İşletmemin bulunduğu bölgede,  damlama sistemine yeni başlayan çiftçilerimiz var. Bunu neden söylüyorum? Yağışlar az olduğundan, şu andaki baraj suyumuz çok ciddi ölçüde azaldı. Gelecek yıl daha da riske gireceğiz.

Düşünebiliyor musunuz, koca bir yatırım yapıyorsunuz ve çevrenizdeki arazinizi sulayamayacak hale düştüğünüz an, sizin ciddi bir krize girdiğiniz andır!

Orada yüzlerce, binlerce köylü var, hepsi ileriyi vaat ederek borçlanmış, yatırım yapmış ve tek geleceği tarımsal faaliyet. Tabii ki bunun için de su gerekiyor.

Ama suyu da yersiz harcayıp bitiren yine aynı yatırımcımız,  aynı köylümüz. “Var olanı harcayayım,  oradan belli bir gelir elde edeyim. Gerisi bizi ilgilendirmez” gibi bir tavrımız var. Köylüler ile konuşuyorum, anlatıyorum, ancak;  değiştirilemeyecek bir modelimiz var.  Geçmişte; çoğu nüfusumuz köyde idi, zamanında köylerimizi tam yetiştiremedik, geliştiremedik. Aslında; onlar için “Köy Enstitüleri” gibi önemli sistemler kurulmuştu. Hem köyde kalıp, nüfusu bilinçlendirmek, hem üretime yöneltmek, hem de sosyal-sanatsal faaliyetlerini geliştirmek için güzel bir modeldi, ama başaramadık. Köylülerimiz ciddi şekilde şehirlere göç etti, şehirlerde gereksiz kalabalıklar oluştu. Köyde kalanlarımız da bir şekilde çiftçilikle uğraşıyor. Hep söylediğim gibi sayıdan çok, verimlilik önemlidir. Ve işe bilinçli yaklaşmak önemli. Hızla artan nüfusumuz var. Önemli bir turizmimiz. Turist sayımız da çok. Bunları beslememiz gerekiyor. Besleriz de! Yurt dışından satın alıp, besleyebiliriz, ancak bize neye mal olur? Çok ciddi paralara ve istihdam kaybına mal olur.

Benim düşüncem,   var olan güzel ülkemizin, Türkiye’mizin potansiyelini kullanmak!

Çok ciddi bir coğrafyaya sahibiz. Topraklarımız iyi, kurtarabiliriz. Suyumuz da var, düzgün kullanırsak. Dört mevsimi yaşayabiliyoruz. Hayvancılığın her modelini uygulayabiliriz. Karlılığımızı arttırmak için avantajlarımız mevcut. İdareciler daha iyi bilir tabii ki, bunların belli bir programda, belli bir bilgi ve belli gruplar ile(kooperatifler mi, iyi yetiştiriciler mi olur?)ciddi politikalar dâhilinde yapılması gerektiğine inanıyorum. Ben bireysel olarak kendimce uğraşıyorum ama her şeyi bireysel başaramazsınız, belki birkaç kişiye örnek olabilirsiniz. Genel bir tavrımız mı, ahlakımız mı, karakterimiz mi olacak? Bu konuya çok ciddi olarak yönelmemiz gerekiyor.

İklim krizi hakkındaki fikirleriniz nelerdir?

İklim krizi bizi çok ciddi etkileyecek gibi görünüyor. Ben şahsen strese giriyorum. Kendimce, işletmenin çatısına güneş enerjisi santrali kurdum. Bunu yaparken,  devletin teşvikleri ile belli bir süreçte zorluklar yaşasam da, hayata geçirdim. Tam olmasa da, enerji ihtiyacımın çoğunu üretebileceğim. Hem işletme, hem sulama faaliyetlerimde çok uzaklara su taşımak için enerji gerekiyor.  “Ben dereyi geçtim, kendimi kurtardım” gibi düşüncem olamaz. Tüm toplum, ülke olarak bu tür şeyleri birlikte aşmamız gerektiğine inanıyorum.

Pandeminin sektöre etkileri neler oldu?

Pandemi döneminde maliyetlerimiz çok arttı. Hammaddelerin yarısından çoğu yurt dışından geldiğinden, yükselen döviz fiyatlarına bağlı olarak, tüm sektör ciddi etkilendi. Sonuçlarını;  özellikle süt ve et fiyatlarında görmekteyiz.  Bunun tek çözümü, tarımsal ve hayvansal üretimde kendi kendimize yetebilmek. En büyük şartta, bilinçli ve bilgili biçimde çok çalışmaktan geçiyor. Yoksa akıl vererek olacak işler değil bunlar!

Yani masanın arkasına oturup değil, sahada iyi şeyler üretmek zorundayız.

“Susuz hayat, tarımsız dünya” mümkün mü?

Güneş hayat, ama susuz güneş bir işe yaramıyor. Olay çöle girmiş oluyor.  Bitki yetiştiricisi olarak, suyu verdiğim anda güneş ile birlikte verimliliğim,  kazancım artıyor,  kalitemi de yükseltmiş oluyorum. Mesela;  ben kaliteli bir silajda 6-7-8 gibi rakamlar alırken, Avrupa ülkeleri 3-4 tonda kalıyor. Çünkü güneşleri yok, yeterli değil.  Belki;  bir sulama yapmıyorlar ama bizim de güneşimiz var!

Yaşayacağımız su krizinde etkilenecek en büyük sektör tarım ve hayvancılık sektörü!

Bunu yaşamaktan korkan bir psikolojideyim.

Bir ineğin ortalama tükettiği su günde 200 litre. Tarlalarda binlerce ton su kullanıyorum. Bu sebeple elimden geldiğince sukullanımımı modern sistemler ile en uygun şekilde yapmaya özen gösteriyorum.

Susuz hayat mümkün değil, hele benim işim için hiç mümkün değil!

Editör: TE Bilişim