Mesleğimin büyük bir bölümünde ‘sendikal haberleri’n peşinde koştum.

Sendikayla tanışmam  babamın belediye işçiliği nedeniyle DİSK Genel İş’le oldu.

Lise döneminde sosyalizm, kapitalizm, faşizm, işçi ve emek, sömürü  kavramlarını okuyarak dünya bakışımı şekillendirmeye çalışıyordum. Genel-İş’e gidip sohbet ederdim işçilerle. Dolu dolu insanlardı. Hangi gün gidersen git sendika binası tıklım tıklım dolu olurdu. Sohbet ederlerdi. Ülke sorunlarından, sendikaların konumu, işyerindeki sorunlar gibi.  Hepsi dolu dolu…

Masalarda gazeteler, dergiler, kitaplar olurdu…

Sık sık şubelerde işçi eğitimleri yapılırdı.

Yıllar geçti, şimdi sendikalara bakın.

Resmi daire gibi, yani mesai saatleri var. O saatlerde sendikanın sekreteri, birkaç yönetici. Arada bir de çay içmeye sohbet etmeye ya da işyeri ile sıkıntısı olan işçi…

Mücadele etmeyen, ülke sorunları ile, sendikal mücadele ile sözü olmayan kişi seçilemezdi sendikacı olarak.  İşçiler belirlerdi, şube yöneticilerini. Genel merkez yöneticileri şubelerden, illerden gelen işçi delegelerinden çekinirlerdi.

12 Eylül oldu, anayasa değiştirildi, öncelikli değiştirilen yasalardan birisi Sendikalar Yasasıydı.

‘Sendika ağalığı’ türedi.

Şubelere atamalar, şubelerde işyeri temsilcileri atamaları… Genel merkezin işaret ettiği kişilerin şube yönetimine seçimle(!) gelmeleri…

Diyalog adı altında işverenle işbirliği yapan sendikacılık türü yaygınlaştırıldı. Oysa toplu sözleşmeler masada işçilerin gözü önünde yapılırdı.

İşçinin onayı olmadan hiçbir toplu iş sözleşmesi imzalanmazdı.

Şimdi, işçiler toplu iş sözleşmelerini imzaladıktan sonra öğreniyor.

12 Eylül sonrası sadece sendikacılıkta sadece ücret sendikacılığına dönüştü. Alınacak ikramiye, yakacak yardımı, sabun gibi sosyal maddeler üzerinde yoğunlaştırıldı…

Öyle ki, sözleşmede yazılı  birkaç kalıp sabunun peşine düşen sendikacılar oldu.

Çünkü işçi ‘sabununu’ alamamıştı.

Dedim ya, genel merkez yöneticileri aldıkları maaşları, arabaları , yakınlarının yedikleri, içtikleri ile haber olmaya başladı.

İşçi sınıfı ağzına almıyorlardı işçi sendikaları yöneticileri…

İşçi de seçimden seçime sendikası aklına geliyor onlar da, delege olmak isteyen ve delege olanlar…

Gerçek anlamda sendikacılık yapan, işçi sınıfı için mücadele eden, üyesi olan binlerce işçinin hakkını korumak için mücadele eden kişilerin değeri bilinmez. Hatta bu sendikacılar görevlerini bitirdiklerinde veya seçimi kaybettiklerine işyerlerine döndürmezler, işten atarlar.

Metal işçilerinin Bursa’da başlattıkları direniş beni dünkü ve bugünkü sendikacıları gözümün önüne getirdi.

İşçi şimdi uyanıyor. Metal işçileri direnişi işçilerin üzerindeki ölü toprağı kaldırıyor.

Sendikacılık yapmazsan, işçi sınıfı bilinci ile mücadele etmezsen  o koltuktan seni indirirler.

Değişmezsen işçi sendikasını değiştirir.

Olayda ‘sendikasızlaştırma’ yapmak istiyorlar deme. Çünkü zaten yıllardır işçi sınıfı çizgisinde  sendikacılık yapılmadığı için işçi ‘SENDİKA’ya gidiyor…

Belediye işçilerinin de ‘sendika’ değişimi de ses getirmeye başladı.

Masada oturarak sendikacılık yaparsan bir gün bakarsın, üyelerin başka bir sendikaya gidivermişler.

Sonra ayağa kalkıp, başkalarını suçlayarak kendi suçunu saklayamazsın.

Zaten, işçi  başka sendikaya gittikten sonra istediğin kadar bağır, çağır.