17 Ağustos 1999, saat 3.02

Yaklaşık 15-20 dakika öncesi, 2 yaşındaki oğulları için ayakta olmasa da, uyanık durumdalar. Gecenin katran karası renksizliği, derin sessizliği içinde ansızın başlayan ve durmak bilmeyen sarsıntı. Eşi ile tek silahtan aynı anda fırlayan iki kurşun misali, diğer odada uyuyan çocuğunu yatağından kaldırmaya çalışan anne, çarşafı yırttığının farkında bile değil! Evin kapısından iki kat aşağıya, kucağında evladı ile lambaları yanmayan apartmanın penceresiz koridorlarında koşan bir baba. Arkasından eşinin geldiğini düşünerek. Ta ki; sitenin bahçesine komşularının çalmayan zillerine basa basa, kapılarına vura vura, inene kadar!

Değerli Okurlar; şu anda parmaklarımın ucunda her bir harfe basarken, ne zaman ve nasıl biteceğini bilemediğim 45 saniye süren o depremi yaşıyorum an be an hafızamda!

7.4 büyüklüğünde(aman şiddet değil, geçen hafta çevirim içi katıldığım bir toplantıda Can hocam özellikle vurguladı, şiddet farklı) Gölcük merkezli deprem.

O yıllarda Mudanya’da yaşıyorduk. Ufak tefek de olsa çok sayıda hasarlı bina vardı. BUDO İskelesi ile Montaina Hotel arasındaki kısımda bulunan Denizatı Restaurant’ın deniz üstündeki bölümü çökmüştü(O zaman BUDO da yok, Montaina da). 2 ölü. 15 yaralı  “ Sesimi duyan var mı?” feryatları ile enkazdan çıkarılmıştı. Vatandaşlar,  devam eden artçılardan evlerine girmeye korktu. Biz dâhil! Mevsim yaz olsa da kışı yaşıyorduk içimizde. Arabası olanlar arabalarında, olmayanlar banklarda, çimenlerde kıvrılmışlarda, anne karnındaki gibi! Rahmetli Deprem Dede Ahmet Mete Işıkara ve Şener Üşümezsoy hocalar, Mudanya’nın tanıdık simaları olmuştu. Resmi raporlara göre; 17 bin 480 ölüm. 

12 Kasım 1999, saat 18.57

Yaklaşık 3 aydır içimizdeki deprem dinmemiş idi ki,  salonda otururken yakalandık bu defa! Günlerden Cuma. 7.1 büyüklüğünde 30 saniye süren Düzce depremi. 710 ölü.

30 Ekim 2020, saat 14.51

“Unutmayın beni” der gibi…6,6 büyüklüğünde 15 saniye süren İzmir depremi sonrası, 114 ölü. Yaralıları özellikle yazmak istemedim. Çünkü,  acıyı yaşayan ve/veya yüreğinde hisseden her canlı yaralı…

Yıllar içinde, deprem gerçeğini kabul edenler, etmeyenler ve etmiş gibi görünenler oldu. “Ateş düştüğü yeri yakar, deprem de vurduğu yeri” şeklinde düşünenler olabilir. Lakin insan isek, dini karıştırmıyorum hiç, canımız yanmalı!

EYVAH TÜRKİYE

16.08.2011 tarihinde Deprem Dede’ye sormuşlar: Korkuyor Musunuz?”

Hayır, korkmuyorum. Koltuğumda depremin geçmesini bekleyeceğim. Çünkü evime güveniyorum. Eşyalarımı da,  bana zarar vermeyecek şekilde döşedim. Bundan sonra sakin olup, bitmesini beklemekten başka çare yok. 17 Ağustos depreminde de korkmamıştım. Lakin bilgi korkuyu azaltır. Zaten yatakta yakalanmıştım ve oturup bitmesini bekledik. Ancak o güne dair benim değil de, eşimin hatırladığı ve hep anlattığı bir şey var. Ben,  depremde  “Eyvah Türkiye” diye bağırmışım.

Yapılan tespitlere göre; Fransa’da bin 800, Almanya’da 3 bin 500, Avrupa’da 25 bin civarında müteahhit var. Türkiye’deki sayı dudak uçuklatacak cinsten! 453 bin. İnandınız mı? Bence daha da fazla! Konunun imar kısmına girmek istemiyorum.

 4Kasım 2020 tarihinde Eskişehir Kent Konseyi’nin düzenlediği “Deprem Sonrası Kriz Yönetimi ve Ani Müdahalede Sivil Toplumun Rolü” konulu toplantının ilkini gerçekleştirdik. Eskişehir Kent Konseyi Başkanımız Nuray Akçasoy,  Genel Sekreterimiz Ahmet Kapanoğlu, Yürütme Kurulu Üyelerimiz, İzmir Kent Konseyi Başkanı, Elazığ Kent Konseyi Başkanı, Büyükşehir Belediyesi  İtfaiye Dairesi Başkanı, TMMOB Eskişehir Jeoloji ve Elektrik Mühendisleri Odası Başkanları, Türk Kızılay Şube Başkanı, AKUT Eskişehir Başkanı, Dorlion Arama Kurtarma Derneği Başkanı, ÇYDD Şube Başkanı ile. Başlıkta “sonrası” ifadesi yer alsa da, “öncesi ve sırası” da konuşuldu tabii ki! Zaten deprem sonrası çalışmalar,  öncesindeki çalışmalar ile başarıya ulaşmaz mı?

Amacımız; halkımızı, STK’larımızı ve tüm yöneticilerimizi depreme karşı uyarmak, hazırlıklı hale getirmek için gereken iş birliğini sağlayarak,  çalışmalarımıza devam etmek.

Yaşımın ve yaşadıklarımın yettiğince geçmişi düşünerek, bazen umutsuzluğa kapılıyorum ve “Balık baştan kokmuş” diyorum. Neden mi?

Her deprem alanı, gerçeği tüm çıplaklığı ile gözlerimizin önüne seriyor. Bundan dolayıdır ki, dünyayı yeniden keşfetmemize gerek yok. Deprem gerçeğine karşı;  nelerin, nasıl, kimler tarafından yapılacağının yolu yöntemi belli, yeter ki kanun/kurallara harfiyen uyalım, uygulayalım ve gerekli denetimi yapalım.

Bazen de Levent Yüksel’in seslendirdiği parçada olduğu gibi;

“Sana söz, yine baharlar gelecek” diyorum…

Sözler lafta kalmazsa tabii… 

Sağlıkla kalın…