Geçen günlerin birinde,  öyle birden bire, merak ettim akraba ne demek diye.  Hemen Google'da yazdım ''Akraba'' nedir diye.  İçlerinde en muteber olanına, Türk Dil Kurumu'na  baktım haliyle.  TDK'nın web sitesinde  söyle tanımlanmıştı  akraba;

akraba: kan bağıyla birbirine bağlı olan insanlar.

Bu tanımlama beni bayağı bir düşündürdü. Ne demekti ki bu kan bağı? Neden  göremiyordum ben  o kan bağını. Görülmeyen ama hissedilen mistik  birşey miydi ki bu bağ. Peki öyleyse ben neden hissedemiyordum. Bende mi bir gariplik vardı! (biraz gariplik olduğu doğrudur) Yoksa hissetmekten sorumlu organım da bir sıkıntı mı vardı? Bilemedim...

Kan bağı denince benim aklıma  gelen, kan ihtiyacı olan birine kan verdiğizde o kişiyle aranızda oluşan bağdır. Bence gerçek bir kan hukuku. Düşünsenize birinin damarlarında sizin kanınız dolaşıyor. Kan bağı denilen bu olsa gerek.

Bak şimdi aklıma Dostoyevski'nin  sözü geldi. Şöyle diyor meşhur  Rus edebiyatçı. Hani şu SUÇ ve CEZA'nın yazarı olan zat. ''Akrabalar arasında zorunlu bir sevgi bağı vardır. Oysa sevginin  önce hak edilmesi gerekir. İşte bu yüzden akrabalar arasındaki sevgi samimiyetsizdir.'' Öyle mi gerçekten , ne dersiniz?

Akrabalık müessesini, bilhassa yakın akraba dediğimiz amcaları, dayıları, teyzeleri, halaları ve tabiki de kuzenleri şöyle bir zihnimize getirelim. Herkes (istisnalar elbette olacaktır) konuşmadığı, görüşmekten keyif almadığı, sevmediği veya sevemediği  en az bir akrabası olduğunu görecektir. Kaçımızın en yakın arkadaşı, kendimizi en yakın hissettiğimiz kişi bir akrabamız. Oysa düğünlerin ve yasların vazgeçilmez ögeleridir onlar , kan ile bağlı olduğumuz, mutluluk ve hüznün muhterem paydaşları.

Ateş düştüğü yeri yakar, akrabalar kim ne araba almış, kimin kolunda kaç bilezik var  ona bakar. Bizdeki yas evlerinin bilindik kilişesidir bu!   Ya düğünlerimiz; kendini eğlendiren muhteremler için  en az üç dört aylık gıybet malzemesi işlenmiştir   muhasebe kayıtlarına.

Anne babalar en yakınları olması gereken kardeşlerinin çoçuklarıyla kıyaslarlar kendi evlatlarını. Daha çoçukken bile isteye başlatılan bu talihsiz algı, üniversite giriş sınavlarında  her ailenin rüştünü ispat etmeye çalıştığı bir arenaya dönüşür. Kimi zaman kendi çoçuğunun neyi kazanıp kaybettiği bile ,  bir başka akraba çoçuğunun başarısı ile farklı bir anlam kazanabilir.  Ne garip değilmi!  Sonra da bu çoçukların  yetişkinliklerinde birbirlerine yakın olmalarını bekleniyor.  Nasıl bir  çelişkidir bu,  anlamak güç...

Akrabalık ilişkilerinde samimiyet  hep bir adım geriden gelir. Şanslı olanlar  bu arayı kapatır.  Kan bağı , gönül bağına evrilir.

Akrabalık, sesteş kelimelere benzer. Görünürde benzeşirler. Geldikleri yerler, soy ağaçları, kimin zaman da soyadları aynıdır. Ama yüklendikleri anlamlar, hayatta ki duruşları, söylemleri, algı dünyaları  genelde farklıdır.