Kadına ve kız çocuklarına  yönelik şiddet ve taciz yeryüzündeki  en yaygın hak ihlallerinin başında geliyor. Yaşam hakkı en temel insan hakkı iken kadınlar erkek şiddetinin çeşitli biçimlerine maruz kalıyor ya da öldürülüyorlar.  

Ülkemizde ise son 3 yılda en az 900 kadın erkekler tarafından öldürüldü.  

Yeryüzünde  her 3 kadından 1’i en yakınlarındaki erkeklerin fiziksel veya cinsel şiddetine uğruyor.

Erkekler öldürüyor devlet koruyor.

Can güvenliğimizi sağlamak ile yükümlü devlet ve kurumları, kadın cinayetlerini seyrediyor.

Yasaları uygulamayarak, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkarak, kadınları koruyacak yasal düzenlemeleri tartıştırarak, kadın cinayetlerini teşvik ediyor.   

Sadece yasaları yok sayarak değil, kadını yaşamın her alanında ikincilleştiren, kadını  sosyal yaşamdan ve çalışma hayatından uzaklaştırmak isteyen, aile ile özdeştiren,  eril dil anneliği en güzel kariyer olarak dayatarak, makbul ya da makbul olmayan kadın algısı yaratarak,  kadınları hedef gösteriyor.  

Kısacası, temelinde toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve ataerkil ilişkiler olan, kadına yönelik  şiddet ve taciz,  erkek egemen düzenin tüm kurumları tarafından besleniyor. Cinsiyetçilik derinleştikçe, suçlar artıyor.

Cinsiyetçi dil, muhafazakar söylemler, gelenekler, görenekler yaşamın her alanında  kadınları kuşatıyor, tehdit ediyor.

Çalışma yaşamı boyunca kadınların en yüzde 90’ı şiddet ve tacize maruz kalıyor.  Kadınların yarısı  hali hazırda çalıştığı işyerinde  şiddet ve tacize uğruyor.

Kadın işçiler çalışma yaşamında fiziksel, cinsel, psikolojik, ekonomik şiddet ve taciz riskiyle yüz yüze çalışmaya, hayatlarını idame ettirmeye çalışıyor.

Cinsiyet temelli  şiddet ve taciz kadınların hem fiziki hem ruh sağlığını, çalışma hayatındaki varlığını etkiliyor.

Kadınlar şiddet ve taciz nedeniyle çalışma yaşamının dışına, yoksulluğa itiliyor.

Şiddet ve taciz ataerkil sömürü düzeni içinde  bir yandan kadınların yaşamlarını tehdit ederken,  diğer yandan  yaşamın her alanında emeğini sömürüyor.

Evde ücretsiz emeği, çalışma yaşamında  ücretli emeği değersizleştiriliyor.

Kadınların eğitime, çalışma hayatına, sağlık hizmetlerine erişimi kısıtlı iken, sendikalarda siyasette de yok sayılıyorlar.

ILO 190 sayılı Şiddet ve taciz Sözleşmesi onaylanmalıdır!

Kadın hareketi ve sendikalarda kadınlar, yıllardır yaşamın her alanında eşitlik mücadelesi veriyorlar. Bu mücadeleler sonucunda çok önemli kazanımlar elde edildi.

Bunlardan biri de çalışma yaşamında şiddet ve tacize karşı ilk uluslararası standart olan Uluslararası Çalışma Örgütü’nün 190 sayılı Şiddet ve Taciz Sözleşmesidir.  

Standartlar mevcutken onaylamamak, ILO 190 Sözleşmesini onaylamamak, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması ancak kadın düşmanlığının göstergesidir.  

Bizler metal işçisi kadınlar olarak, taleplerimiz;

Kadına yönelik şiddeti önlemek için bütüncül politikalar hayata geçirilmelidir.  Bunun için İstanbul Sözleşmesi uygulanmalı, ILO 190 sayılı Şiddet ve Taciz Sözleşmesi onaylanmalı, 6284 sayılı Yasa etkin bir şekilde uygulanmalıdır.

Kadına yönelik her türlü ayrımcılık sonlandırılmalı, eşitlik politikaları hayata geçirilmelidir. İstihdamda, eğitimde fırsat eşitliği sağlanmalı, cinsiyetçi işbölümü sonlandırılmalıdır.

Kadının üzerinden bakım yükünü alacak sosyal politikalar hayata geçirilmeli, ücretsiz kreş ve yaşlı bakımevleri yaygınlaştırılmalıdır. Ebeveyn izinleri hayata geçirilmeli, kreş uygulaması erkek işçileri de kapsamalıdır.

Toplumsal cinsiyet rollerinden kaynaklanan suçlarda, kadın cinayetlerinde cinsiyetçi indirim uygulamalarından  vazgeçilmelidir.  

Sendikalarda karar mekanizmalarında kadınların varlığını arttıracak  uygulamalar   hayata geçirilmelidir.

Bir kez daha tekrar ediyoruz. Benim bedenim, benim kararım diyerek, temel hak ve özgürlükler referandum konusu yapılması karşısında mücadelemizi sürdüreceğiz.  Yasal güvence diyerek kadınların saçını, başörtüsünü, kılığını kıyafetini siyasi malzeme yapılmasının karşısında olacağız.

Son olarak, Sendikalar tüm demokratik emek ve meslek örgütleri ev içi şiddet dahil, kadına yönelik şiddeti ve kadın cinayetlerine karşı mücadeleyi, politikalarının parçası haline getirmelidir.

Bunu en başta üyeleri kadınlara ve  topluma borçlular.

Bizler,  eşitlik ve özgürlük mücadelesinden, şiddetsiz bir hayat mücadelesinden, laiklikten asla vazgeçmeyeceğiz.  

Geçmişten bugüne, erkek egemen sömürü düzenine, şiddete ve tacize karşı mücadele eden, bugün İran’da ve dünyanın dört bir tarafında erkek devlet şiddetine karşı sesini yükselten, özgürlük için hayatlarını ortaya koyan kız kardeşlerimizi dayanışma duygularımızla selamlıyoruz.”