Büyükşehir Belediye Başkanı Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen’in önceki kahvaltılı basın toplantısına "davetli" olarak katıldım.

Yıllardır basın toplantılarına çağrılmıyordum. Hoca’nın sohbetini Özlemişim. Evet uzun sürdü, ama sıkılmadım bir çok gazeteci arkadaşımın aksine…

Aslında üç saati aşkın basın toplantısında(bilgilendirme) yazılacak inanın çok konu var.

Ben özellikle bir haftadır Eskişehir’de tartışılan su zammı;  AKP’lilerin biz engelledik havası ile yine Eskişehir’de tartışılmayan tiyatroya, senfoni gösterilerine yapılan zamdan söz edeyim.

Öncelikle şunu belirtmek isterim. Zammı savunan biri değilim. Politik düşüncem; devletin insanlara barınma ve iş olanağı sağlayacak, eğitim, sağlık gibi hizmetlerin ücretsiz, kamunun yaptığı hizmetlerin ise yurttaşlara ücretsiz olarak sağlanmasını sağlayacak sistemden yanadır.

ESKİ tarafından içme sularına, halkın deyimi ile kullanma suyuna yüzde 8 oranında zam istedi.  AKP’lilerin oylarıyla bu zam kabul edilmedi.  

AKP’liler bunu "halkı düşünüyoruz, gördüğünüz gibi zam isteğini kabul etmedik" algısını kamuoyuna istedikleri şekilde yerleştirdiler. Su zammı üzerine siyasi partiler zamma karşı düşüncelerini dile getirdiler.

Aynı AKP’liler tiyatroya, senfoni gibi etkinliklere gidecek yurttaşların biletlerine 2 liradan başlayan zamlardan hiç söz etmedi. Suda vatandaşı düşünüyorlar, ama sanat etkinliklerinden yararlanan yurttaşları düşünmediler.

Diğer tarafta da biliyorsunuz, kültürün parası fen işlerine yönlendirilmişti. Büyükerşen bu girişimle 12 ilçeye yapılacak küçük sinema salonlarının ve kış aylarında burada tiyatro oyunları ile yaz aylarında seyyar tiyatro gurubunun çalışmalarının da engellendiğini söyledi.

Hoca bunları anlatırken, gençliğime döndüm…. Eskişehir’deki sinemaları…. Adalar’daki ve benim doğup büyüdüğüm Sakarya Geçidi sonrası iki tane yazlık sineması aklıma geldi… Hani şimdi 12 ilçeye yapılacak küçük sinema salonlarını düşledim…

Film şeridi gibi geçti.

Yine Hoca’nın ilk seçiminden sonra öncelikle el attığı işlerden birisi yerleşik belediye tiyatrosuydu… O dönemde de hemen karşı çıktılar. Hatta içlerinde bir solcu gazeteci vardı. Hani 12 Eylül öncesi solcularından…  Diyor ki: “Eskişehir’in öncelikli ihtiyacı tiyatro değildi.” Bu gazeteci ile sık sık köşelerde tartıştık.

Her şeyden önce eğitim ve kültürün öneminin ne olduğunu bize öğretmişlerdi…  Kapitalizm işgal etmek istedikleri ülkelere öncelikle eğitim ve kültürüne saldırırlardı…. Darbeciler aracılığı ile kitapları yasakladılar, yaktılar, filmler yasaklandı. Yazar, çizer, gazeteci, sanatçılar hapislere konuldu.  İnsanları kitaptan, sinemadan, tiyatrodan, müzikten uzaklaştırdılar.

Öncelikleri insanların, okumaması, araştırmaması, sorgulamaması, düşünmemesi, karşı çıkmaması için öncelikle eğitime, kültüre, sanata saldırdılar…

Hoca anlatırken çok şeyler geçti aklımdan…

Birden Mussolini gözlerimin önüne geldi, Bağırıyordu: “Bizden özgürlük değil, ekmek istiyorlar, ekmek!.. İnan, itaat et ve savaş…”

Zor kovaladım gözlerimin önündeki Mussolini’yi…

12 ilçede yapılması düşünülen küçük sinema salonlarını düşledim; yüreğim gülümsedi birden…

Aklıma; “Bread and Roses/Ekmek ve Güller” adlı film geldi.

Filmdeki bir eylem sahnesinde, sendika aktivisti Sam Shapiro’nun grev yapan temizlik işçilerine hitaben yaptığı konuşmadan bir alıntı:

“Ekmek istiyoruz ama gül de istiyoruz. Bütün güzellikleri, hayatta güzel olan her şeyi istiyoruz. Şu pankartı görüyor musunuz? O pankart 1912’den kalma. Lowrance Massachusetts’te çoğu kadın 10.000 göçmen işçi düşük ücretlere karşı savaşmak zorunda kalmışlardı. Uzun ve şiddet dolu bir çekişmeydi. Ama ne oldu biliyor musunuz? Kazandılar. Kazandılar. Tamam mı? Kimse size boş yere gül vermez. Hiç kimse. Ne zaman mı gül verirler? Yalvarmaktan vazgeçtiğinizde ve organize olduğunuz zaman…”

Bir eser, bir sinema filmi, grevi, mücadeleyi, nasıl hak kazanmayı anlatıyordu izleyicilerine…

Tabii sadece izlettirmiyor sinema, sanat, aynı zamanda öğretiyordu….

Büyükerşen’in su zammının kabul edilmeyişini, diğer tarafta da tiyatroya, senfoninin biletlerine yapılan zamları ve kültüre ayrılması gereken parayı fen işlerine aktarılmasını anlatırken bunları düşündüm.

Bunu ekonomik bir söylemle özetleyeyim:

Su zammını engellediklerini ve vatandaşları düşündüklerini söyleyen AKP’liler burada "kaşıkla" verdiler ama, tiyatro, senfoni biletlerine yapılan zamlar ile kültüre ayrılacak parayı fen işlerine aktararak "kepçeyle" aldılar misali olmuş…

İnsanı insan yapan sanat. Sanat yoksunu olmak, insanın  yok oluşu; tükeniş.

İnsanın yüreğini yok etme, yani kendini tüketen insan; her şeyi tüketir.

Dünya güzellik üstüne kurulmalı…

Su deyince; Tepebaşı Belediye Başkanı Ahmet Ataç yönetiminin Çamlıca Mahallesi’nde yaptığı Hayrettin Karaca Parkı’ndaki su, müzik ve ışık birleşmesinin oluşturduğu bir dans vardı. Özellikle yaz günleri yapılır.

Gece karanlıktı, fıskiyeden fışkıran sular, müziğin ritmi ile adeta dans ederler, renkler içinde… Su ile sanatı birleştirmek geldi aklıma.

Bol sanatlı pardon bol insanlı bir yaşam dileyip, işin suyunu çıkarmadan bitireyim yazımı.