Rodos adası Ege Denizi’nde yer alan On iki Adaların en büyüdüğü. Yunanistan’ın Meis Adası hesaba katılmazsa, en doğuda bulunan adasıdır. Dünyanın yedi harikasından biri kabul edilen Rodos Heykeli (Kolossos) M.Ö. 280 yılında Dorlar tarafından Rodos liman girişinde inşa edilmiş. Rodos şehrinin Tapınak Şövalyeleri tarafından inşa edilmiş kalesi ve Oorta Çağ’dan kalma mahallesi UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde. Adada ayrıca, Rodos Diagoras  Uluslararası Havaalanı ile Rodos Şehri arasında kalan kesimde toplanmış 3.500 nüfusluk bir Türk azınlık bulunmakta. Adanın kuzey ucundaki Rodos dışındaki en önemli yerleşim güneydoğu sahilindeki Lindos. Yakın tarihi ele alırsak 1912 yılında Trablusgarp Savaşı sırasında İtalya tarafından işgal edilmiş. Diğer on iki adalar ile birlikte 1947’de imzalanan Paris Antlaşması ile Yunanistan’a katılmıştır.

Adada son durağımız olan Rodos, bizi tarihi dokusu ile içine çekiveriyor. Rodos Kalesi gerçekten çok iyi korunmuş. Köşe başından bir şövalye çıkacakmış hissi yaratıyor. Hipokrat Meydanı ve yol üstündeki hediyelik eşya satan dükkanlarda uzunca molalar veriyoruz. Çünkü özellikle orta çağ temalı çok sayıda ürün mevcuttu. Eski zamandan kalmış zırhlar, miğferler, oklar, kılıçlar, kıyafetler her şeyi bulmak mümkün ve oldukça makul fiyatlara satılıyorlar. Hipokrat meydanından tırmanışta sizi tarihi saat kulesi karşılıyor. Son dört yüzyılını Osmanlı egemenliğinde geçirmiş bu topraklarda Türk izleri silinmeye başlamış. Mevcut ekonomik şartlar ve baskılardan dolayı azınlık Türk halkı göç etmiş. Kalan Osmanlı eserleri bakımsız ve harap durumda. Yunan halkı bizim gösterdiğimiz hoşgörüyü maalesef gösteremiyorlar. Hepsinin kapıları kilitli ve bitap durumdalar. Bu durum bizi çok üzdü. Hipokrat meydanına inen Sokrates sokağının üzerindeki kanuni Sultan Süleyman Cami pembe dokusu ile kendini belli ediyor. Osmanlı hakimiyetini simgeleyen cami 1523’te yapışmıştır ve Rodos’un en görkemli camisi. Kalabalıktan bunalıp kendimizi Rodos’un dar sokaklarına bıraktık. Özellikle fotoğraf çekmeyi sevenler çok güzel objeler mevcut bu sokaklarda.

Ardından şövalyeler sokağına doğru yola koyulduk. Bu sokak Rodos’un görülmesi gereken noktalarından bir tanesi. Sokak boyunca arta çağ şövalyelerinin evlerini görmek mümkün. Şimdi ise yaşamış şövalyelerin milliyetine göre bu evlerin hepsi konsolosluklara ve müzelere dönüştürülmüşler. Şövalyelerin yaşadığı bu mekanlarda yürümek, tarihe şahitlik etmek o döneme götürüyor bizi.

Rodos’ta Lezzet

Yunanlar’ın yemek kültürü bize çok benziyor. Rodos için de aynı durum söz konusu ama ada olmasına da bağlı olarak Rodos’ta restoranlar deniz ürünleri ağırlıklı. Eğer deniz ürünleriyle aranız iyi değilse aç kalmasınız ama adanın pek tadını çıkaramazsınız bence…

Meze ve yemeklerin hazırlanma ve pişirme şekli de bize çok benziyor ama tabii tamamen aynı değil. Örneğin kalamar dolmayı, kalamar tavadan daha çok tercih ediyorlar. Ahtapotu da güneşte kurutuyorlar.

Genelde restoranların menüleri de birbirine çok benziyor. Kalamar dolmanın içi de gittiğimiz tüm restoranlarda aynıydı: Peynir, biber ve baharatlar… Farklı yapan yerler varmış bize denk gelmedi. Biz tercihimizi Rodos’un en ünlü restoranından yana kullanıyoruz. Alexis 4 Seasons Restaurant  kalenin içinde limanın hemen arkasında kalıyor. Çiçeklerle kaplı bahçesinde büyük bir masaya oturuyoruz. Önümüze kocaman bir menü geliyor. Menüde yazan çoğu şeyi anlamamak canımı sıksa da bir tercih yapıyoruz. Hepimiz çok açız. Biraz bekledikten sonra önümüze koca bir tepsi geliyor içinde deniz ürünlerinden ne arasanız var. Bize anlatıldığı kadar var doğrusu güler yüzlü hizmet anlayışı ve eşsiz lezzetleriyle hem karnımızı hem de ruhumuzu doyuruyoruz.

Ve karnımızı da doyurduktan sonra adada son durağımız olan Rodos’tan ayrılıyoruz. Üç Yunan adasını gezip gördükten sonra yine anlıyorum ki bizim ülkemiz gibi ülke yok…

Cennette yaşıyoruz ama kıymetini bilemiyoruz…

Editör: TE Bilişim