Yeni bir yılın ilk günlerini yaşıyoruz. Kar ve soğuğun hüküm sürdüğü bu günlerde 2020 yılı hepimize sağlık mutluluk ve huzur getirsin…

Yeni yıl size ne getirdi bilmem ama bana dünyanın en güzel hediyesini “anamı” getirdi.

Önceki yazımızda ölüm yıl dönümü nedeniyle “Babam” hakkındaki düşüncelerimizi bu sütunlardan sizlerle paylaşmış, çok sayıda okuyucudan geri dönüşler almıştım. Yazıda babasının yaşam öyküsünü okuduğunu belirten okuyucularımızın gönül dünyalarına dokunabilmişsek ne mutlu…

Düşünüyorum da babam hayatta olsaydı da hakkında yazdığım cümleleri okuyabilseydi…Keşke…

Bu sefer tam tersi…

Okuduğunuz satırları yazarken tam karşımda oturan “anam” için yazıyorum.

“Sabiha”…Bu, benim anamın adı... Bilinmeyen, duyulmamış, güneş gibi içimi ısıtan bir isim.

O, Gümüşhane’nin yaklaşık 35 km uzağında dağların eteklerinde kurulan Dörtkonak’ta gözlerini dünyaya açan hoca bir babadan, çilekeş bir anadan dünyaya gelmiş 8 çocuklu bir ailenin kızı.

Doğup büyüdüğü Dörtkonak’ın güzel kızlarından Turhanlı mahallesine gelin gitmiş rahmetli babamla 55 yıldan fazla süren yaşamı birlikte omuzlamış çalışkan, cefakâr namı değer “toprak anamız” bizim.

Miyestirin, godazlinin, ağdaşın* karlı zirveleri, bulutları delen yüceliği kadar engin, eski yaylanın pınarları kadar temiz, o vahşi zirvelerde açan bir kardelen çiçeği gibi narin anam…

Gelin gittiği Turhanlı mahallesinde küçük büyük herkesin yardımına koşan, dizinin dibine sığınanların dert anası oldu her zaman.

Mahalleden komşuları Ballı ablanın, Seher bacının canları sıkıldığında sığındıkları sakin liman...

Güneşin üzerine hiç doğmadığını adım gibi bildiğim sabahın seher vakitlerinde işine sarılmasıyla bereketli elinin değdiği her şey düzelir, gözünün gördüğü her şey çoğalırdı.

Kanatlarını gökte bırakıp yere inmiş bir melek gibisin anam.

Eskişehir’e her gelişinde evimizdeki varlığı tatlı bir rüya, pencerelerimizin camlarına gelip konan bir barış duasıdır.

Az yer az uyur, günü gecesi birbirine karışmıştır. Kalın camlı gözlüklerini takınca çoğu kez yüce kitabımız Kuran’ı Kerimi okurken ya da seccadesinin üzerinde dua ve niyazdayken buluruz anamı.

Ezeli teselli gibi akan uysal iyiliği, kimsenin etlisine sütlüsüne karışmama düşüncesi, hayatı yeniden ve ihtirassız yoğurma gücü kazandırmıştı ona.

Kışın ayazında üşüyen yüreklerimiz onun nefesiyle ısınır. Sesinde, soluğunda, gözlerinin ışıltısında, bayat ve pörsük hayatı canlandıran ve güzelleştiren sihirli bir güç saklıdır. Fıtri idrak ve irfanıyla öyle nasihatler ederdi ki, akan suların yatağını temizlediği gibi temizler yüreğimizi.

Onun bulunduğu ortam sessiz, dingin, hoş bir barış havasıyla yüklü olur.

82 yıllık ömründe dalları keskin baltalarla budanmış olsa da, o soylu güzelliğini, o asil duruşunu hiç kaybetmedi. Onun varlığıyla gönlüm, aile ocağımız rüyalarının küçük ak bulutlarıyla süslenir hep.

En küçük torunu Haktan Hasan’ın seviyesine inerek oynağı oyunlar ile evimiz oyun bahçesine döner, anlattığı hikâyeler ile peri masallarının rengine bürünür, böylece hepimizi mutlu eder.

Uzaklardayken bile canlı ve sıcak bakışlarını üstümde hissederim hep.

Düşünüyorum da, Dünyaya getirdiği çocuklarının uzun bir süre yaşama tutunamayıp cennete uçmaları moralini bozsa da sonraki zamanlarda dünyaya getirdiği ilk erkek evlat olarak yaşayabilmem için sabahlara kadar uykusuz kalarak gösterdiği fedakârlıkları aklıma geldikçe, göz pınarlarımda titreyen yaşların akmasına mani olamıyorum…

Daha 1,5 yaşında iken yakalandığım kızılcık hastalığının pençesinden kurtarabilmek için babamla birlikte aç susuz Dörtkonağın dağlarından yaya olarak aşıp Gümüşhane’de hastaneye götürmesini dinlediğimde gönlümde kopan kasırgalarda kayboluyorum…

O'nun bakışları, sarılıp yanaklarımdan öpüşleri, içimde ne fırtına bırakır, ne sağanak, ne sel... Hayata dair anlattıkları yüreğimde kopan ibrişimin uçlarına sahici ilmekler atar, içimde sönen yıldızları yeniden tutuşturur birer birer.

  1. okşayan parmakları ise, sabah yelinin dokunuşu gibidir.

Altı yıl önce kaybettiği dert ortağı, hayat arkadaşı Hasan’ın üzüntüsü şekerini yükseltip, kalbinde hasarlar meydana getirse de anam hiçbir zaman yaşama olan azmini kaybetmedi.

Onu tekrar eski sağlığına kavuşturmak için bin bir zahmetle büyüttüğü dört evladı olarak seferber olduğumuz günlerde, özellikle Ankara’da baş başa kaldığımızda anlattıkları içerimde şiddetli depremler meydana getirir nitelikteydi.

Anam…

Doğduğun topraklardan Km.lerce uzakta Eskişehir’de adeta Dörtkonağın cadde ve sokaklarında elimden sımsıkı tutarak bir çok anı ve hatırayı paylaştığın köylülerinle zamana yolculuk ettiriyorsun…

Kendisiyle birlikte güzel olan ne varsa yılın ilk günlerinde aldın getirdin Eskişehir’e.

O sımsıcak, o tertemiz gülüşlerini, o şefkat dolu bakışlarını yanına alarak… Gönlümüze, hanemize. “Hoş Geldin Anam”…

*Dörtkonak Köyünde yer isimleri