Her yolun bir yolcusu var, yolun taşlı tozlusu var,

Sevdanın, derdin, kederin, yollara düşmüş izi var.

Kimi yorganı sırtında, kimi yüreği ağzında,

Kimi bir sevdaya düşmüş, kimi servet yolunda.

Yollar hasretleri bağlar, yollar gurbetlere uzar,

Yollar karanlık yollar, aydınlık yollar da var.

Asu Maralman’dan “Yollar” şarkısının sözleri ile  “Merhaba”. Eskişehir’den start verip,  Samsun, Çorum, Yozgat, Kayseri, İstanbul, Bursa üzerinden YunusEmre’nin diyarına gideceğiz hep birlikte.  Kâh yaya, kâh otobüs, kâh uçak ile…Evliya Çelebimisali. İç Anadolu, Karadeniz ve Marmara Bölgeleri arasında, yaya olur mu bu devirde? Demeyin, “Eller aya biz yaya” o kadar alıştık ki, bu lafa!  Biraz soluklanın burada, lakin yolumuz uzun ve zorlu bu defa!

On gün kadar önce;  “sarı saçlım mavi gözlüm” ‘ün,  19 Mayıs 1919’da Bandırma vapuru ile geldiği yer olan Samsun’a,  yolculuğumuz başlıyor. Eskişehir’den 650 km. kadar, git git bitmez diye söylenmeyin, yolun ucunda ÇakallıMenemeni varsa, kulaklar uzaya uzaya bitiyor valla. Selçuklulardanbugüne, Karadeniz ticaret kervan yolunun önemli yerleşimlerinden biri olan ve yakınında bulunan ormandan inençakal sürüleri sebebiyle, beldeye  “Çakallı” ismi verilmiş. Meşhur menemen; domatesin kabuklarını soyup, püre gibi ezip(çekirdeği olmayacak), çok az yeşilbiber(birazcık acı), kaşar peyniri rendesi ile yumurtanın akı konulmaksızın yapılıyor. Mısır unu, peynir ve tereyağı karışımının oranlarına göre; adı mıhlama ya da kuymak olarak değişen yemeği,  ayrıca Bafra pidesinin de tadına bakın derim! Samsun ilimizin Atakumilçesinde bulunan On dokuz mayıs Üniversitesi, Karadeniz’e ve ilçeye hâkim bir yamaçta!Üniversite öğrencilerinin ve öğretim üyelerinin yerleşim yeri olarak da tercih ettikleri Atakum; Karadeniz bölgesinde nüfus artış hızının en yüksek olduğu ilçe. Denize paralel uzanan geniş kumsalları, bisiklet ve yürüyüş yolları, renkli- hareketli mekânları ile keyifli dakikalar geçirmeye hazır ve nazır olarak, halkın hizmetine sunulmuş. Hele hele köpekleri ile gezinti yapan insanların, ihtiyaç anında kullanmaları için,  eldiven-poşet kutularını görünce; aynı Amerika’nın sahil kenti Miami dedim! Aradaki kilometrelerce mesafe bir yana; din, dil, kültür, ekonomi,  vb. farklılık diğer yana,   Atakum eldiven-poşet kutuları bakımından aynen Miami. 

İnsan, hayatın anlamı, sırrı da BİZ ’de saklı!  Bu defa; kalış sürem kısa olduğundan;  Ayben ablam ve Meliha ile tadı damağımızda kalan,  mum ışığının renk kattığı ortamdaki sohbet, hafızalarımızda kalacak dakikalardandı. Atakum’da yaşayan, gönlümün her daim yakın olduğu arkadaşlarımın hepsi ile buluşamasam da, bir parçam orada daima. Bilen biliyor, daha fazla anlatamam!  Samsun’a her gittiğimde, “kahve bahane muhabbeti şahane” dediğim can dostum Şule’ye uğramadan olur mu? Olmaz! Kısa zamanda o kadar farklı konular konuşulur mu? Ayrisciğim ve Gül’ü görmeden de dönüş yapılmaz  tabii ki! Daldan dala, telden tele derken,  sohbet kitaba geldi. “Dolabın üzerindeki kitaplar yeni geldi, istediğini al” dedi,  dostum.  Bir sürü kitap arasından, seçtim birisini(Kapağında;  çocukluğumuzda dinlediğimiz masalları hatırlatan bir resim olan o kitap, bakın ileriki satırlarda nasıl dile gelecek).

Ertesi gün; Samsun otogarındayım. Yolculuk Kayseri’ye… Fındık arıyorum, Bedriye ablama götüreceğim, derin aramalardan sonra buldum, Tekkeköy’ün dediler. Aldım. İnşallah iyi çıkar. Bir de; meşhur Bafra kaymaklı lokumu bakayım.  Terminalde üç dükkân, üçünde de yok! İzmit pişmaniyesi var, Afyon lokumu var, Kastamonu tereyağlı çekme helva var, Konya şekeri var, Bursa döneri var.  Milli pazar sanki. Dükkân sahiplerine söyledim valla! Neden yerli malınızı satmıyorsunuz? Cevap yok…

Aracımız; Karadeniz türküleri eşliğinde hareket etti. Haydegidelum; maceraya hoş geldiniz!

Yedi numarada ben. Yanımda; siyah giysiler içinde başörtüsü dâhil, 65’lerinde bir teyze. Yerde iki kocaman beyaz poşet.  “Teyze ver yukarıya koyalım” dedim. “Tamam” dedi. Neyse ayaklarımızın altından kaldırdık! Merzifon’da inecekmiş. Evli olan oğlunu ziyarete gelmiş. Üç kızı, damatları, torunları, eşi ile kendisi de Merzifon’da yaşamakta. Beyi kargocu. İsim vermeyeyim, reklam falan demesinlerJ

Beş ve altı numaralı koltuklarda; iki güzel kız öğrenci. Hele cam kenarındaki,taş bebek!  İki tane sürücü var. Biri orta yaşlı, diğeri daha orta yaşlı.  Bir de müşterilerle diyalogu sağlayan host. Adı Erdi. Araç Şanlı Urfa’ya gidiyor. Bir gün önce; Bursa, iki gün önce Ayvalık, sonrasında da Adana. Adanalı yak Allah’ın adamı yak dedi, sürücülerden biri sözünü bitirirken. Diğeri ise;  çocuklarının burnunda tüttüğünü, ancak ekmek parası için yollarda olduğunu uzun uzun anlattı. “Yollar gurbetlere uzar”. Dört saat aracı kullandıktan sonra, uyumaya giden orta yaşlı sürücüyü, mola yerinde tanıyamadım. Neden mi? Kostümünü tamamen değiştirmiş, ayakkabı dâhil. Zor dostum zor…

Neyse ki; her iki sürücü de dikkatli ve hız sınırları içindeler… Dağlar bayırlar, o uzun yollar, hepsi hikâye… Meşhur kitabımı açtım, okuyorum. Nereden meşhur demeyin, menemen mi bu? Diğer bölümde belki de Kayseri Yağlaması! Bekleyin…

Yola bakıyorum arada, bir de taş bebeğe ve saate. Saate neden? Çünkü tam 32 dakika, koyu makyajı ile bindiği otobüste, pembe çantasından çıkardığı boyaları yüzüne sürdü. Bir çocuğun resim kâğıdı üzerinde, kalemlerini minik elleri arasına alıp, zevkle boyadığı gibi. Bu arada; önemli bir bilgi; taş bebeğin burnu beyaz renkli bantlı! Uzun süreli makyajdan rahatsız olan yanındaki başörtülüöğrenci kız,  arka koltuğa geçiş yaptı.

Kavak’tayız. Terminalde;  “otobüs peronuna park etmek yasaktır. Aksi takdirde cezai işlem uygulanacaktır” yazısı var, buna rağmen üç tane özel araç park etmişL Yurdum insanı!  Cezalar çiğnenmek için midir? Çiklet gibi…

Erdi; muradına erememiş belli, servise başladı. Bizim Taş bebek sadece su istedi. Erdi de su yok.  Servisi hemen bıraktı. Anında su buldu geldi.  Teyze ile sohbet açıldıkça koyulaştı. Elimde kitabı görünce; “ göreve mi gidiyon, Gayseri’ye” dedi. Dedim “Hayır, hikâye kitabı okuyorum”. O arada baktım, bizim taş bebeğin sürmeli gözleri arada bana kayıyor. Hayır, olsun inşallah! Teyze de “şimdiki kızlar böyle işte” diyerek,  boya küpü olarak isim taktığı kıza baka baka konuşmaya başladı. 

Geldik Havza’ya. Otogara girerken, Yaşar Doğu bizi karşıladı. Birer olimpiyat ve dünya ile üç Avrupa şampiyonluğu kazanan, Türk güreşinin babası. “Mekânın cennet olsun Baba”. Havza’dan çıkıyoruz. Taş bebek, tekrar makyaja başladı. Bu defa 26 dakika. Teyze’de panik başladı. Neden mi? Kızı, zikire gidecekmiş, toruna da o bakacak.” İnşallah yetişirim” diyor. Zikir bir anda nereden çıktı demeyin, Havza otogar çıkışında çıktı, teyzenin ağzından. Bana yaklaşarak kulağıma fısıldadı. “Biz Süleymancıyız,  benim dört çocukta bunun için çalışıyor. Oğlum Samsun’daki yurtta,  kızlarım ev sohbetlerinde,  hiç para almadan yapıyorlar.  Dış ülkelerde de,  Türkiye’de de en yaygını biziz”

BİZ  kimiz?

Merzifon’a geldik. Teyze hazır asker. Ben de! Neden mi? Çantalar hemen verilmeli. Benim teyze; otobüs perona yanaşmadan fırladı. Koridorda, iki elinde iki çanta, kefeli teraziler gibi durup beklerken, “Allah’a emanet ol kızım” dedi ve yanaklarımdan bir anda öptü, fırtına hızıyla da uçtu gitti.

Taş bebek;  teyzenin gitmesini bekliyormuş gibi, araç hareket eder etmez, bakışlarımızın da kesiştiği anda; koyu renkli makyajlı gözleri ile içtenlikle dedi ki: “Muhteşem bir kitap okuyorsunuz, aynı kitabı ben de okumuştum, hayatıma anlam katan bir kitaptır” dedi ve eli burnunda,  konuşmaya devam etti.  “Ben estetik yaptırdım, trafik kazası geçirmiştim. Bir kez ameliyat oldum. Ancak; burnumu beğenmedim. Bu ikincisi. Samsun’da oldum şimdi de Çorum’a gidiyorum” dedi güzel enerjisi ve mimikleri ile. O kadar hızlı ve sürekli konuşuyor ki ne diyeceğimi bir anda bilemedim! Ağzımdan “geçmiş olsun” çıktı sadece. Adı Aybüke imiş, henüz on dokuzunda,  Sivaslı. Çorum’da Hitit Üniversitesi’nde ana sınıfı öğretmenliği birinci sınıfta okuyor, işaret dili eğitimi de alıyor. Ailesi ikinci ameliyatı olduğunu bilmiyor, laf aramızda!

Derken; “mesleğiniz ne? Nereye gidiyorsunuz?”  soruları ile Aybüke ile tanış olduk. Yol biraz uzun olsa, kanka olacaktık! Dakikalar sonra, Çorum’a geldik, Aybüke ile vedalaştık. Burnundan dolayı sarılamadık. Ancak; elektronik mesajlarda ve web sitelerinde yer alan emojiler gibi, el ve yüz hareketlerini, en derin hisleri ile öyle güzel ifade etti ki! Yolun açık olsun Aybüke.

Çorum otogarından çıktıktan on dakika sonra,  Erdi’den bir anons geliyor!  “Sayın Yolcular; az sonra Coşkun dinlenme tesislerinde otuz dakika, yiyecek ve ihtiyaç molamız olacak”.

Ne dersiniz; bizlerde bugünlük bu kadar desek, bir sonraki buluşmamızda kaldığımız yerden yolumuza devam etsek…

Mola bitiminde;  Erdi ’den çay-kahve servisine hazır olun!

Hayat yolculuğunuz gönlünüzce geçsin…