İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilişinin tarihi olan 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü, bugün tüm dünyada 71. kez kutlanacağını ifade eden Eğitim İş Şube Başkanı Hüseyin Yurtman günün kutlama değil mücadele  edilmesi gerektiğini söyledi.

Bu bildirgenin, hazırlanışından sadece bir yıl sonra imzalayarak birçok ülkeden daha ilerici bir adım atan ülkemizde ise maalesef epeydir bu tarih bir kutlama değil, tespit günü haline geldiğini belirten Yurtman, “Henüz genç bir Cumhuriyet iken bile insan hakları konusunda bir çok ülkeye öncülük eden Türkiye, çağdaşlığı; insan haklarını; her yaşamın çok kıymetli olduğunu önemsemeyen hükümetler eliyle, imza attığı bildirgedeki birçok maddeyi ıskalar hale gelmiştir.

AKP'nin toplumu kutuplaştıran, özgürlükleri kısıtlayan, adalet ve demokrasinin işleyişini temellerinden sarsan ve değiştiren politikaları da tuz biber olmuş, güzel vatanımızı, ülkelere göre insan hakları durumu listelerinin en sonuna itmiştir” dedi.

Yaşama, barınma, eğitim gibi en temel insani haklar, ülkemizde parayla satılacak metalara ya da siyasi kozlara dönüştürüldüğünü ifade eden Yurtman şunları söyledi:

“ Hukuka güven endeksinde gelişmiş ülkelerin en gerisine itilen ülkemizde, adaletin her bireye ve suça eşit şekilde yaklaşması ilkesi de artık göz ardı edilir olmuştur.

Devlet tarafından ücretsiz ve her yurttaşa eşit, adil biçimde verilmesi gereken eğitim ve sağlık gibi hizmetler, artık orta sınıf için bile lüks haline gelmiştir. Eğitimde yoksul halkın payına ise sermayenin ucuz işçi ihtiyacına servis edilmek, hükümet tarafından desteklenen tarikatların okul ve yurtlarına itilmek düşmüştür.

AKP'nin ısrarla sürdürdüğü mezhepçi politikalar nedeniyle her dine mensup insana devletin eşit yaklaşma ilkesi de çöpe atılmıştır. Öyle ki AKP yandaşı olmadan hak edilen hizmetlere zor ulaşılır hale gelinmiştir.

Evrensel insan haklarının olmazsa olmazı olan ifade ve basın özgürlükleri açısından da ülkemiz dünyanın kara listesine girmiştir. "Tek adam"ın hoşuna gitmeyecek en ufak bir eleştiri, tüm yurttaşlar için haksız yargılamalara maruz kalmak, hedef gösterilmek anlamı taşımaya başlamıştır.

Son 5 yılda Cumhuriyet tarihinde hiçbir hükümet döneminde görülmediği kadar "Cumhurbaşkanı'na hakaret" davaları açılmış, bu suçlama, neredeyse her muhalife yerli yersiz sallanan bir sopa haline gelmiştir. İktidarın ve yandaşlarının hoşuna gitmeyen gerçekleri dile getirdiği için çok sayıda aydının cezalandırılması, hapsedilmesi,  10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü'nü buruk karşılamamıza yol açan en önemli etkenlerdendir.

Satın alarak ya da baskıyla sindirerek medyanın yüzde 80'ine yakınını tekeline alan iktidar, basın özgürlüğü konusunda da ülkemizi geriletmiştir. Toplumda yara açan haberleri aktarmak bir yana dursun, zam haberi bile yapamayan bir medya düzeni, aynı zamanda yurttaşların haber alma hakkına da darbe vurmuştur.

Bir ülkedeki gelişmişlik düzeyinin en başta ölçülerinden olan kadın-erkek eşitliği konusunda da ülkemiz çağın gerisine itilmiştir. Kadınlara seçme ve seçilme hakkının neredeyse tüm Avrupa ülkelerinden daha önce verildiği ülkemizde, kadına şiddet vakaları giderek artmakta ve sistematik hale gelmektedir. Bunu engellemekle yükümlü olan yöneticilerin, aksine bunu körükleyecek söylem ve politikalar izlemesi ise tabloyu daha da acı duruma getirmiştir.

Türkiye, kadın-erkek eşitliğinin geldiği durumdan önce, kadının can güvenliğini konuşmak zorunda kalan bir ülke haline gelmiştir.

Ülkemiz, seçme ve seçilme hakkı konusunda da evrensel insan haklarıyla asla yan yana düşemeyecek uygulamaların görüldüğü bir ülke durumundadır. Son 10 yıldır, yurttaşların çok büyük bir çoğunluğunun verdiği oyun çalınmadığı, değiştirilmediğine emin olduğu neredeyse tek bir seçim bile yapılmamıştır. Seçim sonuçları, şeffaf olması gereken devlet kurumlarından değil, yandaş televizyonlardan bildirilir hale gelmiştir. Bir ele geçirme politikası haline gelen kayyım uygulamaları da, birçok bölgede seçimlerin yapılmış olmasını dahi anlamsızlaştırmıştır.

İnsan hakları konusunda mücadele eden, baskılara rağmen sözünü söyleyen demokratik bir kitle örgütü olan Eğitim-İş olarak vurguluyoruz:

Yaşamın, insanın çok değerli olduğunu, her insanın dini, rengi, ırkı ne olursa olsun, doğmakla beraber kazandığı hakları bulunduğunu ve bunların herhangi bir sebeple gasp edilmesinin insani ve çağa yaraşır olmadığının altını çizen politikalar geliştirilmedikçe, ülkemiz insan hakları konusunda hak ettiği konuma gelemeyecektir.

Bugünün anlamı vesilesiyle, sanki bu kara tabloyu kendileri yaratmamışçasına büyük laflar edecek her yönetici bilsin ki, onlara rağmen bu toplumun ilerici insanları, eninde sonunda bu ülkeyi hak ettiği yere, kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün de dediği gibi "muasır medeniyetler seviyesine" çıkaracaktır.”