Merhaba Sevgili Okurlar;
Antik düşünce tarihinin en önemli filozoflarından biri olan Sokratesi tanımayanınız yoktur eminim. Atina’nın çalışkan ve cesur bir vatandaşıydı. O yaşamı boyunca öğrencilerine dürüstlüğü ve ahlakı öğretmeyi kendine düstur edinmiş bir filozoftu. Onun hayatında Üzücü olan ise Sokrates kendini ahlak filozofu olarak tanımlanırken, toplumun ahlakını bozmakla suçlanmış olmasıdır. Atina halk mahkemesinin hakkında idam kararı verdikten sonra “Seni haksız olarak idama mahkûm ettiler” diye serzenişte bulunan eşine “Sus! Haklı olarak mahkum etselerdi daha mı iyi olurdu” şeklinde tepki gösterdiği de anlaşılmaktadır. (Arslan, İlkçağ, C.II/87) [1]
Aslında bende bu sözden hareketle birkaç kelam etmek istiyorum. Hepimiz farkında olsak da olmasak da haksız yere suçlamalara maruz kalıyoruz bazen. Günlük hayatımızda da öyle değilmidir?
En basit örnekleriyle; Evin büyük çocuğu olursunuz sen ablasın, abisin diyerek olduğunuzdan daha fazlasını beklerler aslında. Evin küçük çocuğu olursunuz “sus konuşma sen küçüksün derler ve hakkı yenen siz olursunuz.
Sınıfın çalışkan talebesi olursunuz kimse sizi sevmez. Gıpta edilmekle kıskanılmak arasında çok ince bir çizgidir bu. Derslerinize çalışmazsınız sınıfın en tembeli olursunuz yine kimse sizi sevmez. Suçlusunuzdur.
İş hayatına atılırsınız, İşinizi iyi şekilde yapmak için çabalarsınız, siz çalıştıkça işler hep size yüklenir,bir müddet sonra altında ezilirsiniz. Madalyonu ters çevirirsiniz işinizde kaytarırsınız, savsaklarsınız bu sefer de suçlu olan siz, acıyı çeken yine siz olursunuz. Çünkü sonuçları diğer seçenekten daha ağır olur.
Sizce suçlu olmayan kimdir? Çok çalışan mı? Hiç Çalışmayan mı? Yoksa orta yolu tutturup giden mi?
Sevgili Okurlar;
Seni haksız yere idama mahkum ettiler sözüne verdiği tepkiyle Sokrates aslında bunu bize çok güzel bir şekilde özetliyor. suçlu olarak idam edilmektense haksız yere mahkûm olmayı tercih ediyor. Buradan da anlaşılıyor ki doğru olmak bizim her zaman şiarımız olmalı. Olumsuzluklara kulak asmamalıyız. Hadis-i Şerifte de buyrulduğu üzere “İki günü birbirine eşit olan bizden değildir” diyen efendimizi bir an olsun bile akıldan çıkarmamalıyız. Doğruluğu, dürüstlüğü, adaleti gözetmeye devam etmeliyiz. Yaptığımız işimizde ödülü patrondan değil hesap gününün sahibi Allahtan alacağımızı unutmamalıyız. Yani ne önde olmak, ne arkada olmak, en doğrusu ortada devam etmektir. Bunun tarifi de aslında görevimiz olduğu için işimizi yapmak üstümüze vazife olmayan şeylere karışmamaktır. O zaman suçlu ve suçsuz olanı aramaya da gerek kalmayacaktır. Öyle ki; doğruyu, düzgünü tam manasıyla tespit edebilecek, ve o yolda ilerleyebilecek olanların yapması gereken en anlamlı şeydir, orta yolu bulmak… Ne eksik, ne fazla… Ne olmadığın kadar az, ne olamayacağın kadar çok…