Avukat Pınar Çelik Arpacı, Avukat Betül Duman, Avukat Neriman Ersin, Avukat Heval Yıldız Karasu, Avukat Funda Güney, Avukat Ceren Koçak ve Avukat Fatma Girgin boşandığı eşi tarafından satırla öldürülen Ayşe Tuba Arslan’ın ölümü ile sonuçlanan adli süreçlerin incelenmesi ve değerlendirmesine ilişkin hazırladıkları raporu kamuoyuna açıkladılar.
Raporu okuyan Avukat Betül Duman ve Avukat Neriman Ersin, Ayşe Tuba Arslan, 11 Ekim 2019 tarihinde, Eskişehir’in en işlek yerlerinden biri olan Atatürk Bulvarı’nda, boşandığı eşi Yalçın Özalpay’ın satırlı saldırısına uğradığını ve Arslan’ın , kırk dört günlük yaşam mücadelesi sonucunda 24 Kasım 2019 tarihinde hayatını kaybettiğini anımsatarak Arslan’ın onlarca kez kolluk birimlerine, savcılığa ve mahkemelere buşvuruda yapıldığını vurguladılar.
Raporunun amacının, Ayşe Tuba Arslan’ın adli makamlara başvurularının, bu başvurular neticesinde görevliler tarafından yapılan işlemlerin, varsa ihmal ve yanlış uygulamaların ortaya konulması, bu olaydan sonraki vakalarda aynı ihmal ve yanlış uygulamaların yaşanmaması için çözüm odaklı öneriler sunulması olduğunu ifade eden Avukatlar Duman ve Ersin şunları söyledi:
“Raporda, Ayşe Tuba Arslan’ın taraf olduğu dosyalar incelenmiş, ilgili bölümlerde bu dosyaların özetlerine ve değerlendirmelerine yer verilmiştir.
Rapor, sürecin kronolojik özeti, Ayşe Tuba Arslan ile Yalçın Özalpay arasındaki boşanma davası, ceza dava dosyaları, takipsizlikle sonuçlanan soruşturma dosyaları, uzlaştırmaya sevk edilen soruşturma dosyaları, 6284 s. Kanundan doğan önleyici tedbir dosyası, sonuç ve öneriler olmak üzere toplamda sekiz bölümden oluşmaktadır.
Tüm rapor kapsamında ayrıntılı olarak tüm süreçleri objektif ve açık şekilde incelemeye çalıştık. Raporun sonucunda elde ettiğimiz bilgiler ışığında, Ayşe Tuba Arslan’ın can güvenliği bakımından tehlikede olduğu konusunda adli makamlarca bilgi sahibi olunduğu, Ayşe Tuba Arslan’ın onlarca başvurusunun bulunmasına rağmen gerekli ve yeterli önlemlerin alınmadığı görülmektedir.
Ayşe Tuba Arslan, 6284 s. yasa kapsamında defalarca kolluğa ve Aile Mahkemesine başvuru yapmış, gerek kolluk amiri gerekse aile mahkemesi tarafından matbu önleyici tedbir kararları verilmiştir. Bu başvurular konusunda kurumlar görevlerini etkin şekilde yerine getirmemiştir.
Örneğin bu kararların tebliği 6284 s. Kanundaki tedbirlerin, acil-can güvenliği konulu iş olması, ruhuna aykırı olarak ivedi şekilde yapılmamış, ŞÖNİM tarafından bu tedbirlerin uygulanıp uygulanmadığı takip edilmemiş, kolluk bu kararların infazı için gerekeni yapmamıştır.
Yine Aile Mahkemesi, etkili çözümleri seçmemiş, matbu kararların dışındaki, şiddeti önleme amaçlı GPS donanımı, elektronik kelepçe uygulaması gibi yollara başvurmamıştır. Bir sene gibi bir sürede yirmi üç kere adli makamlara başvuran, açık açık can güvenliğim yok beni koruyun diyen bir kadın için dahi bu koruma mekanizmalarının uygulanmadığı göz önüne
alındığında; Türkiye genelinde bu mekanizmaların neredeyse hiç işletilmediği açıkça ortadadır.
Yine Ayşe Tuba Arslan hakkında verilen önleyici tedbir kararlarının infazı ile ilgili Eskişehir ŞÖNİM’e bir başvuru yaptığımızda, ŞÖNİM’de koruma kararlarının ve bunların infazına ilişkin şahsi bir dosya tutulmadığı, bu takibin tek dosya üzerinde yürütülmediğini öğrendik.
Nitekim Ayşe Tuba Arslan’ın 1. Aile Mahkemesindeki 2018/512 D. İş dosyasında da ŞÖNİM’e gönderilen bildirim evrakı dışında ŞÖNİM’e dair hiçbir evrak bulunmamaktadır.
Bu durum ŞÖNİM’in kadına yönelik şiddetin önlenmesinde çok önemli bir yeri olmasına rağmen görevini gereği gibi yerine getirmediğini göstermektedir. Uygulamadaki bu aksaklık ve ihmal Ayşe Tuba Arslan’ın hayatına mal olmuştur.
Raporun III. Bölümündeki ceza dava dosyaları değerlendirmesinde; Ayşe Tuba Arslan ile sanık Yalçın Özalpay arasında birçok ceza davasının olduğu, bu davaların para cezası, beraat, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararlarıyla sonuçlandığı görülmektedir.
Yargılamaların çok uzun sürdüğü, ceza davalarında hâkimin sadece önündeki olay üzerinden inceleme yaptığı, Ayşe Tuba Arslan’ın her başvurusunda diğer dosyalardan da bahsetmesine rağmen, sanığın Ayşe Tuba Arslan’a yönelik sistematik şiddetinin görmezden gelindiği, dikkate alınmadığı görülmektedir.
Yine raporun ceza davalarına ilişkin değerlendirmelerin birçoğunda; bu davaların Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığına bildirildiği ancak Bakanlık avukatlarınca dosya takibi sağlanamadığını görülmüştür.
Ayşe Tuba Arslan’ın başvurularından on tanesi kovuşturmaya yer olmadığına dair karar ile kapatılmıştır. Raporun IV. Bölümünde de belirtildiği üzere Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığı’nca söz konusu dosyaları incelememize ve örnek almamıza izin verilmemiştir.
Ancak dava aşamasına taşınan dosyalar içerisinde yer alan iki adet ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar ve on adet başvurunun kovuşturmaya yer olmadığı kararı ile sonlandırılması, savcılık makamınca soruşturmanın yeterli özenle yürütülmediği kanaatini uyandırmaktadır.
Raporun VI. bölümünde ayrıntılı olarak incelendiği üzere Ayşe Tuba Arslan’ın şikâyeti üzerine açılan soruşturma dosyaları uzlaşmaya sevk edilmiştir. Uzlaşmaya sevk edilen dosyalara konu suçlar, kişilerin sükûn ve huzurunu bozma, hakaret, tehdit, mala zarar verme, sesli yazılı veya görüntülü bir ileti ile hakaret suçları olup psikolojik şiddet kategorisindeki suçlardır. Türkiye’nin tarafı ve ilk imzacısı olduğu İstanbul Sözleşmesi hükümleri gereğince sözleşme kapsamında yer alan her türlü şiddet olayıyla ilgili olarak, arabuluculuk ve uzlaştırma da dâhil olmak üzere, zorunlu anlaşmazlık giderme alternatif süreçleri açıkça yasaklanmıştır. Bu anlamda Ayşe Tuba’nın başvurularının İstanbul Sözleşmesi kapsamında olduğu açık olmasına rağmen dosyaların uzlaştırma bürosuna sevki sözleşmenin açık ihlali niteliğindedir.
İstanbul Sözleşmesinin “Zorunlu anlaşmazlık giderme alternatif süreçlerinin veya hüküm vermenin yasaklanması” başlığını taşıyan 48/1 maddesine aykırı olarak yapılan uzlaştırma işlemleri, hem Ayşe Tuba Arslan’ın yeni saldırılara uğramasına zemin hazırlamış hem de uzlaştırma sürecinde geçen zaman Yalçın Özalpay hakkında dava açılma sürecini geciktirmiştir. Açılan davalarda hakkında etkili ve caydırıcı bir ceza verilmeyen Yalçın Özalpay, Ayşe Tuba Arslan’ı öldürmüştür.
Son olarak Ayşe Tuba Arslan’a yönelik bu saldırı ülkemizde ilk kez yaşanmamakla birlikte aynı konuda AİHM kararlarına konu olan birden çok olay yaşanmıştır. Bu kararlardan OPUZ kararı olarak bilinen, Türkiye’nin de tazminata mahkum edildiği, Nahide OPUZ kararı, Ayşe Tuba’nın öldürülmesi olayıyla benzer olması bakımından dikkat çekicidir.
Ayşe Tuba Arslan, ölmeden önce defalarca polis merkezine şiddet ve tehdit gördüğüne dair başvuruda bulunmuş, dört kere koruma kararı almıştır. Sanık Yalçın ile aralarında birçok soruşturma dosyası bulunmaktadır. Ayşe Tuba Arslan lehine verilen önleyici tedbir kararları defalarca ihlal edilmiş, bu ihlallerin ikisi Aile Mahkemesi tarafından tebligatın yapılmadığı gerekçesi ile ceza verilmesine yer olmadığı kararı ile sonuçlanmıştır. Ayşe Tuba Arslan’ın yirmi üç kez başvuruda bulunması, can güvenliğinin olmadığını defalarca dile getirmesi, tedbir kararının defalarca ihlal edilmesi, tedbir kararını ihlal eden kişiye gerekli yaptırımın uygulanmaması, Adli makamların, tıpkı Nahide Opuz davasında olduğu gibi Yalçın Özalpay’ın ölüm tehditleri karşısında tamamen pasif kaldığını ve Ayşe Tuğba Arslan’ı saldırganın merhametine bıraktıklarını göstermektedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Opuz kararında, başvurucunun birçok kez yetkili makamlara başvurması ile yerel makamların fail tarafından öldürücü bir saldırı gerçekleştireceğini öngörebilecek durumda olduğu tespit edilmektedir. Mahkeme, yetkili makamların başka türlü davranması halinde, neticeyi değiştirme veya zararı hafifletme yönünde gerçek bir ihtimal içerebilecek olan makul tedbirlerin alınmamasının Devlet sorumluluğuna başvurulması için yeterli bulmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Nahide Opuz davasında yükümlülüklerini yerine getirmediğinden yaptırıma tabi tutulmuştur. Aynı zamanda Türkiye, ‘kadını korumadığı için’ Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde ceza alan ilk ülke olmuştur.
Ayşe Tuba Arslan’ın öldürülmesinin ardından Adalet ve İçişleri Bakanlıklarınca yayınlanan genelgeler olumlu olsa da asıl önemli olan husus, uygulayıcıların toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda hak temelli bir bakış açısı ve bilgi birikimine sahip hale getirilmesidir. Zira kadına yönelik şiddet vakalarında; failler lehine verilen haksız tahrik ve iyi hal indirimleri, kadına yönelik şiddet dosyalarının uzlaşmaya sevki, aile mahkemelerince yetersiz tedbir kararlarına hükmedilmesi, savcılık ve kolluk tarafından yürütülen özensiz soruşturmalar ve bitmek bilmeyen ceza yargılamaları, ŞÖNİM’lerin işlevsizleştirilmesi, bir mevzuat sorunu değil, uygulama ve hepsinden önemlisi bir anlayış sorunudur.”