Sinerji Hareketi Dernek Başkanı Soner Çam açılış konuşmasında, derneğin amacını anlattı. “

Sinerji Hareketi Derneği etkileşimin ortak gücüne inanarak yola çıkmıştır.

 Sinerji Hareketi Derneği; Türk kültürü üzerine araştırma yapan düşünce, sanat ve bilim insanın bir araya gelerek kurdukları bir aydın hareketi olup çalışmaları bilimsel bir disiplin altında yapmayı ve sunmayı amaç edinmektedir.

Sinerji Hareketi Derneği; her türlü siyasi kaygıdan uzak, yaptığı çalışmaları kamuoyu ile paylaşırken yol gösterici ve yönlendirici değil, paylaşımcılığı ve katılımcılığı esas alır.

SİNERJİ HAREKETİ DERNEĞİ’İN AMAÇLARI:

1-Türk Milletinin sosyal, ekonomik ve kültürel değerler mirasının korunması, yaşatılması ve atalardan devralınan bu mirasın gelecek nesillere ulaştırılması amacıyla ulus kimliği içinde çalışmalar yürütmek, ülkemizin teknik, bilimsel, ekonomik, sosyal ve kültürel konularında inceleme ve araştırma yapmak.

2- Bireysel kimliği milli kimlikle birleştirerek bunu her türlü teknik, bilimsel ekonomik, sosyal ve kültürel konularında  yapılan inceleme ve araştırmalar ile donatıp üretken hale getirmek.

3-İnternet haberciliğini ve yayıncılığını geliştirecek çalışmalar yapmak, sosyo-ekonomik, sosyo-kültürel yönlerini araştırmak, yapılan araştırmaları desteklemek, bilgi ve belgeleri kitap ve dergi yayımlayarak, sempozyum, panel, çalıştay, tv programları düzenleyerek bilim dünyasına ve kamuoyuna tanıtmak.

4- Yerelden ulusala, ulusaldan evrensele ulaşmak sivil toplum faaliyetlerinin etkinleştirilmesi ve geliştirilmesini sağlamak.

5- Yapacağı çalışmalarda Türk kültürünü esas almak. Türk kültürünün evrensel değerlerini ortaya çıkarmak,

6- İnsani  ve kültürel değerlerin yükseltilmesinde, birlik ve bütünlüğün korunmasında düşünce birlikteliğinde kamuoyu oluşturmak, insani ve toplumsal değerleri oluşturacak etkileşimler  ortaya çıkarmak, düşünce düzeyinde güç birliği ve duruş sergilemek.”

Prof. Dr. Gülümser Heper ise konuşmasında, “Türk Kadınının Tarihsel Gelişimi Savaş, Savunma ve Üretim İlişkilerindeki Rolü Türk kadınının eğitim, üretim ve toplumsal kimlik yönünden gelişimi, yaşadığımız yüzyılda tekamülünü tamamlamamıştır. Bunun en önemli delili toplumsal alanda halen cinsiyet yönüyle değerlendirilmesi ve tabii ki kanayan yaramız olan kadına şiddet olgusunun hız kesmeden devam etmesidir. İşte bu aşamada sorunun nedenlerini irdelemek, olgunun tarihsel bir zemini olup olmadığını tartışmak zorundayız. Bu tartışma bizlere kadın sorununun neden ve niçinlerini göstermekle kalmayacak, çözüm için bizlere bir görüş de sağlayacaktır.

Ulaşılan kaynaklar tarihte Türk kadınının rolünün günümüzdeki rolünden ve çağdaşı diğer milletlerden ve inançlardan olan kadınlardan çok daha ileride olduğunu göstermektedir. Türk mitolojisindeki Umay Ana karakteri kadına ruhani güçleri yüksek, sağaltıcı ve yine devlet algısıyla eşitlenmiş bir rol biçmektedir. Türkçede Umay olarak bilinen efsanevi Huma kuşunda simgelenen Türk kadını, bolluğun, bereketin, huzurun ve devletin simgesidir. “Başına devlet kuşu konmak” ifadesinin altında yatan derin mana kadını devlet ile eşitlemektedir. Yazılı Türk kaynaklarından olan Bilge Kağan yazıtında Türk Milleti’nin yok olmamasındaki iki temel cinsiyetten birisi İl-Bilge Hatun’dur. Tüm Türk Devletlerinde devlete ait yazılı ve sözlü kararlarda kağanla eşit statüde değerlendirilmesi Türk kadınının pozisyonunun ne derece yukarıda olduğunun ispatıdır. Hakeza Manas Destanı’nda kadın fiziksel özellikleriyle de savaşçı, özgür ve vatanseverdir. Konargöçer yaşamın kısmen yerli yaşama dönüştüğü ve üretim ilişkileriyle savaşçı rolün başat önem kazandığı Anadolu Selçuklu Devleti’nde ise kadın her iki rolüyle de ön plandaki rolün korumuştur. Selçuklu Devleti’nin temel dört sosyal sınıfından birisi olan Bacıyan-ı Rum teşkilatında ise üretim ilişkilerinde çarşıda, pazarda her daim ön planda olup, piyasa koşullarında ürettiği malın fiyatını belirleyecek kadar sosyal yaşamda söz sahibidir. Kocası savaşa gittiğinde savunma yapacak kadar silahlı mücadeleye hâkim, kocası öldüğünde saldırı yapacak kadar donanımlıdır. Kısacası Türk kadını Anadolu Selçuklusunda erkeğin temel iki rolü olan üretim ve savaş kabiliyetinde onun kadar mahir ve başarılıdır. Üstüne anne kimliğinin getirdiği rolüyle toplumun devamında asli unsurdur. Ahi kültüründe o işine aşına eşine sahip olan üstün bir kimliktir.

Anadolu Selçuklusunda Fatma Bacı kimliğiyle simgeleşen Türk Kadının rolü böyleyken Arap kültüründeki çağdaşı olan kadının rolünü bilmek ve mukayese etmek önemlidir. Bu bize aynı İslam inancına sahip iki ayrı toplumda din olgusunun yorumlama farkının olduğunu ayan beyan ortaya çıkarır. Zira o dönemin Arap kültüründe kadın ne savaşçı kimliğiyle ne de üretim ilişkilerindeki rolüyle tarihte bir iz bırakmıştır. Sosyal bir sınıf olarak görülmediği gibi cinsel kimliği onu Emevi Abbasi saraylarının duvarlarına bedeninin bir arzu unsuru olarak kazınmasına neden olmuş, bu arzu unsur kimliği eğlence törenlerinde raks eden evinde ise korunması gerekli bir eşya statüsüne indirgemiştir. Kadının bu her iki halinin İslam inancının milletlere göre değişen bir yorum dini olduğunun ispatı niteliğindedir. Ne yazık ki Osmanlı’da Arap kültürünün kadına bakışının egemenlik kazanmasıyla birlikte kadın aynı algıya teslim edilmiş ve yüzyıllarca bu kalıbın dışına çıkamamıştır.

Osmanlı’nın son dönemine rastlayan dönemde özellikle Avrupa’da aydınlanma hareketlerinin başlamasıyla Türk kadınının da aydınlanma hareketleri başlamış; Meşrutiyet’in ilanı ile bir kadın sınıfının olduğu terennüm edilmiş ancak yine de kadın Arap kültürünün dini yorumundaki kadının sınırlarının dışına taşamamıştır. İttihat-Terakki’nin kadın hareketlerine olan desteği değerli olmakla birlikte kadını yeniden hak ettiği konuma taşıyan güç Kurtuluş Savaşındaki savaşçı rolüdür. Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk Kurtuluş Savaşındaki kadının rolünü gözlemleyerek onun vatansever özelliklerine atıfta bulunmuş, onu düştüğü alt sınıftan hak ettiği sınıfa çekmeye çalışmış, ona üretim ilişkilerinde yeniden görev vermiştir. Köy Enstitüleri projesiyle de kadın eğitimini üretimle birleştirmiş, kadınımızı yeniden Anadolu Selçuklusundaki kadının toplumsal kimliğine yükseltmeyi hedeflemiştir.

Atatürk’ün ölümüyle birlikte emperyalist ülkelerin hedefindeki ülkemizin sosyal yapısı ve özellikle kadının üretime katılmasıyla sağlanan toplumsal gelişme saldırıya uğramış,  Köy Enstitülerinin kapatılması başarılmıştır. Bu yıkım kadınımız yeniden kaybetmesinin miladı olmuştur.

Kadın hareketlerinin bir türlü istenen seviyeye gelememesinin altında yatan temel iki faktör kadının savaşma ve üretim alanındaki asli rolünü kaybetmesidir. Türk kadınının tarihini inceleyerek yaptığımız bu tespitler sosyolojik olarak bir sorunu ortaya çıkardığı gibi çözülmesi yönünden de içerisinde önemli ipuçları barındırır. Kısacası kadınımız yeniden ve yeniden savaş, savunma ve üretim ilişkileri yönüyle görev üstlenmek zorundadır. Türk kadını kimliği savaş, savunma ve üretim ilişkileri içerisinde değerlendirildiği  kısacası kültürel ve tarihsel misyonuna uygun olduğu sürece korunacak ve yükselecektir” diyerek sözlerini bitirdi.

Konferansın sonunda Dernek Başkanı Soner Çam konuşmacıya teşekkür belgesi ve plaket takdim etti.

Editör: Mustafa YILDIRIM