Silivri’de bir gün (2)
Mustafa Balbay ile sıcak bir sohbetin içersine girdik. Daha çok o anlatıyordu.
Bilindiği üzere uzun süre hücrelerde kaldıktan sonra, şimdilerde Tuncay Özkan ile aynı odayı paylaşıyorlar.
Oda dediysem, cezaevi odası işte.
Davada sanıkların gösterdikleri tanıkların dinlenmediğini okuduk, biliyoruz. En son da gazeteci ve şu anda milletvekili olan Şamil Tayyar ile eski MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun’un önce kabul edilmesine rağmen tanık olarak dinlenmelerinden vazgeçilmiş.
Şöyle diyor Mustafa Balbay.
“Konuyla ilgili bir çok haber ve kitap yazan Şamil Tayyar, “Benim dediğim Ergenekon bu değil” diyor. İlk Ergenekon şeması için Şenkal Atasagun “şaçma-sapan bir şey” demişti.
Önce dinlenme kararı alınmıştı, şimdi vazgeçildi. Bunlar bizim için önemli tanıklardı.”
“UZUN HUKUKSUZLUK SORUNU”
Balbay bir önemli konunun altını çizdi ilk kez bu görüşmede. Hani her yerde konuşuluyor ya, “uzun tutukluluk sorunu” diye. Hayır böyle bir şey yok, “uzun hukuksuzluk sorunu var” dedi.
Şöyle devam etti.
“Bir tek ölmek üzere olan sanık vicdanı kaldı. Bir kişinin tahliye kararı, gece yarısı hakimler yataklarından kaldırılarak alınıyorsa, o ülkede işler karanlıkta yapılıyor demektir. Bütün bu yapıyı iktidar kurdu. Adnan Menderes’i yargılayan yargıçlar, Menderes’in terfi ettirdiği yargıçlardan seçildi. CHP İzmir Milletvekili olarak Başbakan’ı uyarmak istiyorum. Tarih tekerrür edecek. Yargıyla bu kadar oynuyorlar. Yargının tarihinden bir kesit sundum. Ateşle oynamak gibi bir şey bu. Artık bu davayı anlatmakta zorluk çekiyorlar, içeride de dışarıda da anlatılamıyor. Bugün olmazsa yarın kaldıramayacaktır bu ülke bu durumu.”
Bilindiği gibi Silivri Cezaevi adeta bir kitap yayınevi gibi, çok sayıda kitap çıkarıldı. Halen de harıl harıl kitap yazılıyor.
Balbay da bunlardan biri. Dimdik ayaktayım diyor. 
Yine bilindiği gibi, bilgisayar yok, daktilo yok, yazılarını ve kitaplarını hep elle yazıyorlar. İşaret parmakları nasır tutmuş, bizzat gördüm, elledim.
“Ben yazı yazacağım, beynim yazı yaz diyor. Sağ elimin işaret parmağı ‘bırak yatalım’ diyor.” Böyle anlatıyor işaret parmağının durumunu Balbay. Haftada sadece 4 saat bilgisayar hakları varmış, onu da yenilerde 7 saate çıkarmışlar. Gelişmeleri takip ediyorlar, kendileri hakkında yazıp-çizilenleri izleyebiliyorlarmış ama kısıtlı tabi.
TİYATRO OYUNU GELİYOR
Balbay yazı ve kitapların yanı sıra bir de tiyatro oyunu yazmış, içeride kaldığı sürede. Oyunun ismi konusunda birkaç alternatif var. Henüz ismini koymamış daha. Her yerde açık yargılama, açık yargılama var deniliyor. Evet her tarafı açık bir yargılanma ile karşı karşıyayız diyor ve ekliyor. Oyunun adı “Açık Yargılama” olabilir.
Bir isim alternatifi de “Dava 30 Şubat’a ertelendi”
“HUKUK PAZARLIĞA TABİDİR”
Duruşmalarda ilginç diyalogların yaşandığını da belirtiyor Balbay, Örneğin bir duruşmada hakim sormuş kendisine. “Gazeteciyim dediniz, siyasete girmeyeceğim dediniz, neden milletvekili oldunuz.” 
Hani lokantalarda fiyat listeleri vardır. Yiyeceğiniz yemeklerin fiyatları yazılıdır, ama altında “Balık pazarlığa tabidir” diye yazar.
Hukuk da öyle oldu. Hukuk pazarlığa tabi oldu diye anlatıyor.
Muhalefet partilerinin bu konuda bir hedef ortaklığı kurmaları gerektiğini söylüyor Balbay.
Ne zaman çıkabilirsiniz, umudunuz nedir diye sorduk kendisine.
“Buradan ne zaman çıkacağımı bilmiyorum, ama nasıl çıkacağımı biliyorum.
Ya ölüm çıkacak, ya da ölümsüz çıkacağım. Hükümetin 2 B arazileri varsa. Bizim de 2 B’miz var. Beyin ve beden sağlığı, bu nedenle ikisine de çok dikkat ediyorum, artık bunu görev sayıyorum.”
Balbay’ı dinlerken nasıl kendinden emin, nasıl güçlü, nasıl dimdik ayakta olduğunu görüyorum. İyi giyinmiş, tertemiz, bakımlı.
Bir saat sanki bir dakikaymış gibi gelip geçmiş, Balbay, bu arada Mikail’e dönerek 10 dakika kala beni uyar diyor. Çünkü hiç birimizin kolunda saat yok, telefonlar olmadığı için oradaki saatler de yok. Yalnız salonda bir saat varmış ama onu da son anlara doğru gördük.
Sohbetin de sonlarına geldik yavaş yavaş. Mikail nezaket gösterdi “Son 10 dakika” diye uyarmadı. Ama gözümüz de saatteydi.
Neleri en çok özlediğini sorduk.
Aile hasreti bir yana dedi, onu çok özlüyorum. “Bir de toprağın, ağaçların olduğu, önümde duvar olmadığı bir alanda sürekli, hiç geriye dönmeden koşmayı özledim. Badem ağacının yaprağından sabah suyu içmeyi, dost sohbetlerini ve bir salona bir şeyler anlatmayı özledim.”
Özlemleri buydu Balbay’ın.
İnsanı istekler, örneğin TBMM’yi özledim demedi. Çünkü bize konuşmasının bir arasında “Ben önce gazeteciliğe aidim” demişti.
Evet o önce gazeteciydi. Ve gazeteci olduğu için oradaydı. 4 yılı aşkın bir süredir orada yatıyordu, suçunun ne olduğunu bilmeden.
Süre doldu, yine uzunca süren bir vedalaşmanın ardından alkışlarla uğurladık onu hücreye benzer odasına.
18 ŞUBAT ÇAĞRISI
18 Şubat Pazartesi günü Ergenekon duruşması var. 
Halkı bekliyorlar yine, ayrıca hayalinin en az 200 avukat, 100’ün üzerinde gazeteci, 40 milletvekili gelmesi olduğunu söylüyor ve Tuncay Özkan başta olmak üzere bir çağrıları var.
Şöyle diyorlar.
“18 Şubat’a çağrı
Hukuku halkla aramak artık başlıca pusulamız oldu.
13 Aralık büyük Silivri buluşması bu yolda milat oldu.
Tüm yurtseverleri 18 Şubat Pazartesi günü bir kez daha Silivri’de buluşmaya çağırıyoruz.
Hep birlikte çok güçlüyüz.
Hiçbirimiz hepimiz kadar güçlü değiliz.
Tuncay Özkan – Mustafa Balbay”
(Yarın Tuncay Özkan ile devam edecek)