Türk Eğitim-Sen Şube Başkanı Haydar Urfalı 2020-2021 Eğitim-Öğretim Yılı değerlendirmesinde şunları söyledi; "2020-2021 Eğitim-Öğretim yılı salgının yarattığı tahribatla sona erdi. Ne yazık ki bu eğitim-öğretim yılında çocuklarımız sağlıklı bir şekilde yüz yüze eğitim alamadı. Okullar bir açılıp bir kapanırken, eğitim-öğretim faaliyetleri ağırlıklı olarak çevrim içi yürütüldü. Öğretmenlerimiz ise yine fedakarlıklarıyla, azimli ve özverili çalışmalarıyla, uzaktan eğitim sürecine hızlı şekilde uyum sağlamalarıyla takdir kazandı.

              Bilindiği gibi bu dönemde yoğun bir aşılama çalışması sürdürülüyor. Eylül ayına kadar toplumumuzda ciddi bir aşılanma oranına ulaşılacağını düşünüyoruz. Bu minvalde önümüzdeki eğitim-öğretim yılından umutluyuz. Beklentimiz; geleceğimizi emanet edeceğimiz çocuklarımızın öğretmenleri ile birlikte yeniden okullarında yerlerini alması, okul bahçelerinin çocuk sesleri ile dolup, taşması, öğrenme kayıplarının telafi edilerek, aynı zamanda yeni dönemde sağlıklı bir eğitim-öğretim faaliyetlerinin sürdürülmesidir.

              Çocuklarımızı dijital bağımlılıktan kurtaralım.

              Bu eğitim-öğretim yılının en büyük sorunu hiç şüphesiz ki, yüz yüze eğitim yapılamamasıdır. Öğretmenler fedakarca görev yapsa da, öğrencilerde öğrenme kaybı oluşmaması için büyük çaba sarf etse de, ne yazık ki online eğitim yüz yüze eğitimin yerine geçmemektedir. Çocuklar bu dönemde akranlarıyla sosyalleşememiş ve buna bağlı olarak sosyal ortamı online alanlarda yaratmış ve dolayısıyla dijital bağımlılık artmıştır. Çocuklarımızda dikkat ve motivasyon, ders disiplini azalmış, online derslere katılımda da düşüş gerçekleşmiştir. Bu süreçte ders notları ile ilgili esnek yaklaşımlar öğrencilerin derse ilgisini kaybetmesine yol açmıştır. Elbette olağanüstü bu süreçte koşulların olağan olmasını beklemek hayalperestlik olur.

Eğitim-öğretim yılı sona ererken ve iki ay sürecek yaz tatili çocuklarımızı beklerken, ebeveynlerin çocuklarının bu yaz dönemini dolu dolu ve verimli geçirmesini sağlamaları önemlidir. Çocuklarımızın dijital dünyadan uzak tutularak, kültürle, sanatla, sporla vakit geçirecekleri ve bol bol temiz hava alarak özgürce oynayabilecekleri ortam yaratmaları ve bu anlamda hazırlanmış olan okullarımızın imkânlarından faydalanmaları çocuklarımızın hem beden hem ruh sağlığı açısından çok önemlidir.

              Tüm eşitsizlikleri ortadan kaldırmadıkça ne LGS’de ne YKS’de öğrencilerin başarılı olmasını sağlayamayız.

              LGS sonuçları açıklandı. Ancak sonuçlar ne yazık ki başarı oranının düşük olduğunu ortaya koydu. Gerek testlerdeki doğru cevap sayısı ortalaması gerekse öğrencilerin yüzde 62,17’sinin 200-299 puan aralığında yer alması, sadece yüzde 5,61’inin 400-500 puan aralığında bulunması ülkemizdeki eğitim sisteminin, okullardaki imkanlardan kaynaklı nitelik farkının, müfredatın yeniden ele alınması gerektiğini ortaya koymaktadır. Öte yandan elbette salgın nedeniyle öğrencilerin yüz yüze eğitimden mahrum kalması sınav sonucuna yansımıştır. Yine bu yıl sınava katılım oranı yüzde 83 düzeyinde olması da dikkat çekicidir. Buna yüz yüze eğitim alamadığı için yeterli düzeyde hazırlanamadığını düşünen adayların sınava girmemesi ve bazı il milli eğitim müdürlüklerinin ilin başarısını düşürmemesi için hedefi olmayan öğrencilerin LGS’ye katılmaması yönündeki telkinlerinin de etkili olduğunu düşünüyoruz.

              Peki LGS’de başarı oranını artırmak için önerimiz nedir? Her bölgede, ilde, ilçede, semtte, mahallede okullar arası eğitim farklılıklarını ortadan kaldırmak çok önemlidir. Aynı mahallenin bir okulunda öğretmen açığı varken, diğer okulda öğretmen açığı yoksa ya da bir okulda spor salonu, bilgisayar odası, atölye, kütüphane varken, diğer okulda yoksa, bir okulda sınıflar kalabalıkken, diğer okulda sınıf mevcudu 20 ise, bu eğitimde eşitsizliği kaçınılmaz kılmaktadır. Yapılması gereken mesleki ve teknik eğitimi teşvik etmek, bu okulları özendirecek tedbirler geliştirmek, lise sayısını ve dolayısıyla kontenjanları artırmak, okulları gerekli alt yapı ve teknik imkânlarla donatıp, eğitimin en önemli enstrümanının yani öğretmenin okullarda eksiksiz sayıda yer almasını sağlamaktır. Sınav sonuçlarında da görüldüğü üzere ailelerin sosyo-ekonomik durumu iyileştikçe çocukların başarı oranı artıyor, dezavantajlı durumdaki çocuklarımızın ise şansı azalıyor, o halde eğitimde fırsat eşitliğini tam anlamıyla sağlayarak sosyo-ekonomik durumu yeterli olmayan ailelerin çocuklarını destekleyebiliriz. Tüm bu hususlar hayata geçirildiğinde LGS’de başarılı olamayan öğrencilerimiz kendi mahallesindeki okullara diğer okullarla eşit imkânlara sahip olduğunu bilerek gönül rahatlığıyla yerleşecektir.

              Öte yandan şu uyarıda da bulunmak istiyoruz. Hatırlanacağı üzere geçmiş yıllarda LGS tercihlerinin ardından bazı Anadolu liselerinde kontenjanın iki katı hatta daha fazla öğrenci kayıtları olmuş bu nedenle okullar ikili öğretime geçmiştir. Bazı liselerde de öğrenci alımı kontenjanların çok altında kalmıştır. Bu yıl da benzer sorunların yaşanmaması için MEB mutlaka tedbir almalıdır.

              Öğrencilerin tüm hayatının tek bir merkezi sınava göre tayin edilmesi doğru değildir.

              YKS de tıpkı LGS gibi salgının yarattığı olumsuz tahribatın gölgesinde yapıldı. Çocuklarımız bu sınavlara zor psikolojik koşullar altında hazırlandı. Buna rağmen sınavlarda, özellikle YKS’de soruların zorluk derecesinin arttığına dair görüşler öne çıktı. Çocuklarımız okullarda sağlıklı bir şekilde yüz yüze eğitim alamamışken, sınavın zorluk düzeyinin artması çocuklarımızın moral ve motivasyonlarını bozdu. Bunun ardından da üniversite sınavının kaldırılması tartışmaları alevlendi. Öncelikle Türk Eğitim-Sen olarak üniversite sınavlarının kaldırılması gerektiğini yıllardan beri ifade ediyoruz. Çünkü çocuklarımızın kaderinin ve tüm meslek hayatının birkaç saatlik tek bir sınava bağlı olması hem onlar için stresli ve yorucu hem de motivasyonlarını düşürücü bir durumdur. Bu noktada üniversiteye girerken ölçme değerlendirme yapılmasın demiyoruz. Elbette eğitimin her aşamasında kademeler arası geçişte sağlıklı bir ölçme değerlendirme yapılmalıdır. Ancak öğrencilerin tüm hayatının tek bir merkezi sınava göre tayin edilmesi doğru değildir. Tek bir merkezi sınavı kaldırmak için de belli şartların olgunlaşmış olması gerekir.

Şöyle ki;

  • Mesleki ve teknik eğitimi güçlendirmek, öğrencilerin okullarını bitirince iş sahibi olmalarını sağlamak, yani onlara istihdam garantisi vermek, bu alana yatırım yapmak, nitelikli hale getirerek başarılı öğrencilerin mesleki okulları tercih etmesini sağlamak çok önemlidir. Ayrıca meslek liselerinin binaları, ekipmanları, alt yapısı bölgenin ve sektörlerin ihtiyacını karşılayacak düzeyde olmalıdır.
  • Mesleki teknik eğitimin özendirilmesinin yanı sıra ikinci öncelikli husus eğitimin her kademesinde öğrencilerin sağlıklı yönlendirilmesinin sağlanmasıdır. Öğrenciler bilinçsiz ya da hedeflerinden uzak şekilde sadece üniversite okuyarak diploma sahibi olmak için motive edilmemeli, doğru bir stratejiyle yeteneğine, ilgisine, hedeflerine uygun şekilde yükseköğrenime yönlendirilmelidir.
  • Son olarak kademeler arası geçişte sağlıklı ölçme değerlendirme yapılmalıdır. Bu değerlendirmeler, hem akademik yeterlilikleri ölçecek hem de öğrencinin ilgi ve yeteneklerini keşfedecek ve destekleyecek nitelikte olmalıdır.

              Ücretli öğretmenlik uygulamasını kaldırın!

              Eğitimin en önemli sorunlarından bir diğeri öğretmen açığıdır. Türk Eğitim-Sen’in bu konudaki çarpıcı araştırması önümüzdeki yıla da projeksiyon tutmaktadır. Türk Eğitim-Sen’in 81 İl Valiliğinden aldığı resmi rakamlara göre ülkemizde öğretmen açığı 109 bin 616, ücretli öğretmen sayısı da 69 bin 326’dır. Bu rakamlar pandemi koşullarında ortaya çıkan rakamlardır. Şayet okullar açık olsaydı, normal şartlarda eğitim-öğretim yapılsaydı, hem ücretli öğretmen sayısı hem de öğretmen açığı çok daha fazla olacaktı. Geldiğimiz noktada ücretli öğretmenlik adeta asal istihdam modeli haline getirilmiştir. Bu modelden kökten kurtulmamız şartken, her geçen yıl artarak sürdürülmesi eğitimin sağlıklı işleyişini baltalamaktadır. Bu insanlar güvenceden yoksun şekilde karın tokluğuna çalıştırıldığı gibi açık öğretim mezunları ya da meslek yüksekokulu mezunları dahi ücretli öğretmen olarak görev yapabilmektedir. Eğitimde yapılan en büyük yanlışlardan birisi ücretli öğretmen görevlendirmesidir.

              Eş durumu mağduru öğretmenler il/ilçe emri istiyor.

              Türk Eğitim-Sen sadece ücretli öğretmenliğin değil, sözleşmeli öğretmenliğin de yanlış bir istihdam modeli olduğunu düşünmektedir. Sözleşmeli öğretmenler kadrolu öğretmenlerle aynı haklara sahip değildir. Özellikle sözleşmeli öğretmenlerimiz tayin noktasında ciddi sorunlar yaşamaktadır. 3 yıl sözleşmelilik süresi dolmadan tayin hakkı isteyememekte, bu da onların aile bütünlüklerini zedelemektedir. Çocuklarından, eşlerinden ayrı yaşamak zorunda bırakılan, onlara hasret kalan öğretmenlerimiz 3 yıl boyunca çile çeker gibi aile hasreti çekmektedir. Üstelik süresi dolduğunda tayin hakkına sahip olsalar dahi istedikleri yerde kontenjan doluysa yine süresiz şekilde beklemek zorunda kalmaktadır. Tayin sorunu aynı il içinde aralarında kilometrelerce mesafe bulunan ilçelerde yaşamak zorunda bırakılan öğretmenlerimizi de vurmaktadır. Örneğin Mersin merkez ile Bozyazı ilçesi arası 197 kilometredir. Kahramanmaraş’ın Ekinözü ilçesi ile Pazarcık ilçesi arası 170 kilometredir. Öğretmenler bu kadar mesafeyi aynı gün kat edemeyeceklerine göre ayrı ev açarak, ayrı yaşamak zorunda bırakılmaktadır. Bu kapsamda il içi tayinlerde 50 kilometre sınırı, il/ilçe emri ya da becayiş hakkı getirilmesi öğretmenlerin tayin sorunlarının çözülmesine önemli bir katkı sağlayacaktır.

              Eğitimin tek çıkar yolu: Kadrolu istihdam

              Öğretmen odalarında ücretli, sözleşmeli, kadrolu şeklinde bölük pörçük edilmiş bir öğretmen istihdam yöntemini istemiyoruz. Aynı işi yapan öğretmenlerin aynı statüde istihdam edilmesi hem hakkaniyet açısından hem de eğitimin geleceği açısından çok önemlidir. Bu düşüncelerle ücretli ve sözleşmeli öğretmenliğin ivedilikle kaldırılmasını, tüm öğretmenlerin sadece kadrolu olarak istihdam edilmesini, mülakatın kaldırılarak, öğretmenlerin KPSS puan üstünlüğüne atanmasını istiyoruz.

              Yeni eğitim-öğretim yılında okullar öğretmensiz, çocuklar telafi eğitimden yoksun kalmasın, ek 60 bin atama yapılsın!

              Öğretmen atama sayısının yetersizliği bu eğitim-öğretim yılının en öncelikli sorunlarındandır. Şayet önlem alınmazsa yeni eğitim-öğretim yılında bu sorun daha da katlanacaktır. Bilindiği gibi 2021 yılı için 20 bin kontenjan belirlenmişti. Sendikamızın yaptığı araştırmaya göre ülkemizde norm kadro açığı 109 bin 616’dır. Ki bu açık, yüz yüze eğitim yapılmamasına rağmen oluşan bir açıktır. Öte yandan öğretmen açığı yukarıda da belirttiğimiz üzere hiç de sağlıklı ve verimli olmayan bir yöntemle yani ücretli öğretmenler eliyle giderilmeye çalışılmaktadır.

              Ayrıca 2019-2020 eğitim öğretim yılı sonunda emekli olan ve 2021 Temmuz’da emekli olacak öğretmenlerimizin sayısı 40 bin civarında olacaktır. İşte tüm tabloya baktığımızda öğretmen fazlalığının olmadığı gibi, 20 bin atama sayısının da emekli öğretmenlerin yerini dahi doldurmayacağını görüyoruz. Bizim ülkemizin genç mezunlar açısından inanılmaz bir potansiyeli bulunmaktadır. Pırıl pırıl gençlerimiz eğitim fakültelerinden mezun olup devlet kapısında mesleklerini yapmayı beklemektedir. Pandemi dönemi kayıplarını gidermek ancak ve ancak öğretmenlerle mümkündür. Telafi eğitimlerinin başladığı, öğrencilerimizin öğrenme kayıplarının giderilmesinin hedeflendiği bu dönemde ek atama kaçınılmazdır. Türk Eğitim-Sen’in belirlenen 20 bin atama dışında yeni eğitim-öğretim yılı başlayana dek ek 60 bin atama yapılmasına dair net bir duruşu vardır. Bu konuda MEB’den ek atama müjdesi bekliyoruz.

              Öte yandan;

  • Yönetici atamalarında mülakat mutlaka kaldırılmalı, tüm yöneticiler yönetici atama sınavından aldığı puana göre atanmalıdır. 2014 yılından beri garabet bir uygulamanın hüküm sürdüğü yönetici atamalarında “hak”, “hukuk”, “liyakat”, “ehliyet” kavramları yeniden hayat bulmalıdır. Milli Eğitim Bakanı Sayın Ziya Selçuk göreve geldiği günden bugüne kadar yönetici atamalarında puan üstünlüğüne göre hareket etmektedir, sözlü sınav puanları da yazılı sınav puanına mütenasip şekilde verilmektedir. Bu konuda Bakan Selçuk’a iyi niyetli yaklaşımından dolayı teşekkür ediyoruz. Ancak irade değiştiğinde uygulamanın da değişebileceği gerçeği göz önüne alınmalı ve yönetici atama mevzuatı mülakatı kaldıracak ve yazılı sınav puanını esas alacak şekilde değiştirilmelidir. Yönetici atamalarında sözlü sınav kaldırılmalı, tüm yöneticiler sadece yazılı sınav sonuçlarına göre atanmalıdır.
  • Proje okullarının da Milli Eğitim Bakanlığı Yönetici Atama ve Öğretmen Atama Yönetmeliği’ne bağlı olması öncelediğimiz konular arasındadır. Çünkü bu okullara hem yönetici hem de öğretmen atamaları adeta herhangi bir kritere bağlı olarak yapılmamaktadır. Türkiye’nin en başarılı çocuklarının okuduğu bu okullarda hüküm süren keyfiyete son vermek Milli Eğitim Bakanlığı’nın görevidir. Siyasi il, ilçe başkanlarının bile müdahil olduğu proje okullarında yandaşlık anlayışı ile mücadele etmek bizim görevimiz olmalıdır. Proje okulları ne Papua Yeni Gine’nin okullarıdır ne de Tanzanya’nın. Üstelik bu okullara yapılan keyfi atamalar neticesinde okullar kötü yönetilmekte, başarıları gölgelenmektedir. Bu okullara yönetici atamaları MEB Yönetici Atama Yönetmeliği’ne bağlı olarak gerçekleştirilmelidir.
  • Bilindiği gibi Öğrenci Andı ile ilgili gerekçeli karar açıklandı. Sendikamızın taraf olduğu davada gerekçeli karar incelendiğinde, andın anayasaya uygun olduğu, eğitim-öğretim materyali olarak kullanıldığı, 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu'nun amaçları ile örtüştüğü ifade edilmiş, andın okutulup okutulmamasının MEB'in tasarrufu olduğunu bildirilmişti. Biz de bu kararın ardından MEB’e çağrıda bulunarak, Öğrenci Andı’nı yeniden çocuklarımıza armağan etmesini istemiştik. Hatta şu çağrıda da bulunuyoruz: MEB, gerekçeli kararın satır aralarını iyi okumalı, andın kaldırıldığı yıllardaki konjonktürün değiştiğini, yani açılım saçmalığının artık sona erdiğini göz önüne almalı ve yeniden Öğrenci Andı’nın okutulmasını sağlamalıdır. Ancak bu şekilde çocuklarımız andın amaçlarını anlayabilir ve muhtevasını özümseyebilir. Önümüzdeki eğitim-öğretim yılında çocuklarımıza verilecek en büyük hediye Öğrenci Andı’nın okullarda yeniden okutulması olacaktır.
  • Yardımcı Hizmetler Sınıfına yüklenen angarya işler çalışanların moral ve motivasyonunu olumsuz etkilemektedir. Görev tanımı olmadan çalıştırılan bu personele kalorifer yakma, bahçe temizliği, güvenlik vb. birçok iş verilmektedir. Bu noktada yapılması gereken yardımcı hizmetler sınıfının görev tanımının yapılmasıdır. Ardından talebimiz; yardımcı hizmetler sınıfının bir defaya mahsus olmak üzere öğrenim durumlarına uygun bir şekilde genel idari hizmetler kadrosuna alınmasıdır. Üstelik şunu da belirtelim ki; bu dönemde yardımcı personel açığı had safhaya ulaşmıştır. Kendi personel sayısının yetersizliği nedeniyle dışarıdan hizmet alan MEB özellikle covid riski nedeniyle yeni eğitim-öğretim yılında yardımcı personel sayısını artırması şarttır. Bakınız; okullarımızda görevli İŞKUR personellerinin 20 Haziran’da işlerine son verildi. Taşerondan kadroya geçirilen personel de 15 Haziran-14 Ağustos tarihleri arasında zorunlu izne çıkarıldı. Okullar kendi ihtiyaçlarını okul aile birliği eliyle gidermeye çalışırken, hiçbir ek gelirleri yokken okullarımızın temizlik ve güvenlik hizmetleri nasıl yürütülecek? Bu soruna çözüm bulunması ve yeni eğitim-öğretim yılına hijyen önlemleri açısından tam donanımlı başlanabilmesi için kadrolu yardımcı hizmetli personel alımı şarttır."