Söyleşi: Şenay Yıldırım

Kaynak: Manşet Gazetesi

 AK Parti Eskişehir Milletvekili Prof. Dr. Nabi Avcı, “Maalesef bazı arkadaşlar Eskişehir’le ilgilenmeyi Köprübaşı’nda boy göstermekten, düğün dernek fotoğraf çektirmekten ibaret zannediyorlar. İnsanları kendi samimiyetsiz PR çalışmalarınıza alet ederseniz insanlar bunu hemen hissederler. Hani bir söz vardır: “Düğün evinin tefçisi, ölü evinin yasçısı” derler. İşi o hale sokmamak gerekir. Eskişehir için yapıp ettiklerimize baktığımız zaman, Eskişehir’de sokaklarda gezmediğimiz ama Ankara’da şehrimizin temel sorunları için çözümler üretmek üzere çalıştığımız görülür” diye konuştu. 

Milletvekilliğinizin ilk döneminde Eskişehir’de daha aktif çalıştığınızı düşünüyorum, ikinci döneminizde kentten biraz uzak durmayı mı tercih ettiniz, bunun bir nedeni var mı?

Şimdi doğrusu benim açımdan birinci, ikinci ve üçüncü dönem arasında bir fark yok. Yani Eskişehir’le ilgilenme açısından bir fark yok. Maalesef bazı arkadaşlar Eskişehir’le ilgilenmeyi Köprübaşı’nda boy göstermekten, düğün dernek fotoğraf çektirmekten ibaret zannediyorlar. Eskişehir’le ilgilenmek sadece birtakım medyatik ziyaretler yapmak, cadde, sokaklarda görünmekten ibaret değil. Tabii siyasetçi sokaktaki vatandaşla da hemhal olacak; tabii ki iyi gününde, kötü gününde onun yanında olmaya çalışacak. Ama bunun da bir ölçüsü var. Her şeyin yeri var, zamanı var. Bu ilişkileri, yerli yersiz vatandaşı taciz edecek hale sokarsanız; insanları kendi samimiyetsiz PR çalışmalarınıza alet ederseniz insanlar bunu hemen hissederler. Hani bir söz vardır: “Düğün evinin tefçisi, ölü evinin yasçısı” derler. İşi o hale sokmamak gerekir. Onun dışında, birinci dönem – ikinci dönem ayrımı yaparken herhalde şunu da kastediyorsunuz: 2011 yılında milletvekili seçildiğim zaman herhangi bir bakanlık görevim yoktu. Daha sonra biliyorsunuz Eğitim Komisyonluğu Başkanlığı yaptım. O dönemde TBMM’deki Millî Eğitim Kültür ve Gençlik Spor Komisyonu çok yoğun bir programla çalışıyordu. Buna rağmen Eskişehir’le irtibatımızı sürekli diri tuttuk. Komisyon çalışmalarından fırsat bulabildiğimiz her imkânda Eskişehir’deydik. Nitekim bir söz vardır. İnsanın kendisi için bu sözü söylemesi uygun olmayabilir ama sorduğunuz için söylemek mecburiyetindeyim: “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz.” Şimdi Eskişehir için yapıp ettiklerimize baktığımız zaman, Eskişehir’de sokaklarda gezmediğimiz ama Ankara’da şehrimizin temel sorunları için çözümler üretmek üzere çalıştığımız görülür.   

2013 Ocak ayında, üç buçuk yıl süren Millî Eğitim Bakanlığı dönemimiz başladı. Bakanlık dönemimiz de çok hareketli ve yoğun bir gündeme denk geldi. O yoğun süreç içerisinde bile Eskişehir’le bağımız hiç kopmadı. Dershanelerin kapatılması ve dönüştürülmesi sürecinde yaşananları hatırlarsanız, dershanelerin dönüştürülmesi konusunda istişare toplantılarını ilk olarak Eskişehir’den başlattık. Gerek Millî Eğitim Bakanlığı döneminde, gerekse Kültür ve Turizm Bakanlığı döneminde şehrimizin sorunlarıyla çok yakından ilgilendik. Çözümler üretmeye çalıştık ve ürettik de çok şükür. Daha sonra Kültür ve Turizm Bakanlığı dönemimizde şehrimize, ilçelerimize, Çifteler’e, Seyitgazi’ye, Sivrihisar’a, Mihalgazi’ye, Sarıcakaya’ya, Han’a, Mihallıçık’a, Mahmudiye’ye, Günyüzü’ne, Alpu’ya, İnönü’ye, Beylikova’ya kazandırdığımız eserler, götürdüğümüz hizmetler ortada... Merkeze gelirsek, işte Eskişehir İl Halk Kütüphanesi örneklerden bir tanesi. Eskişehir’de görünmedik diyenler için görsünler diye söylüyorum. Eskişehir İl Halk Kütüphanesi yani eski kütüphanemiz 800 m2 idi. Sekizyüz... Çalışmaları tamamlanan ve inşallah önümüzdeki ay içerisinde açılacak olan yeni kütüphanemiz ise tam 8000 m2. Sekiz bin metre kare... Yani biz Eskişehir İl Halk Kütüphanesi’ni yıktık yerine 10 Eskişehir İl Halk Kütüphanesi büyüklüğünde yeni bir kütüphane yaptık. “Nabi Avcı’yı Eskişehir’de pek göremiyoruz” diyenler, oraya geldiklerinde görebilirler. Karşı tarafa baktıkları zaman da eski stadyum yerine yaptığımız Eskişehir Millet Bahçesi’ni görürler. Bizim nerede olduğumuzu çok merak edenler, gece-gündüz demeden Millet Bahçesi’nde çalışan arkadaşlarımıza, mühendislerimize, mimarlarımıza, işçilerimize sorsunlar. Yeni stadyumumuzda, protokol tribünlerinde pek sık göremiyoruz diyenler de, çim sahaya ve tribünlere baktıkları zaman görebilirler. Allah muhtaç etmesin, ama Eskişehir Şehir Hastanesi’ne gittiklerinde, Yunus emre Hastanesi’ne gittiklerinde veya sabah sporu için Dede Korkut Parkı’na gittiklerinde, Esminyatürk’ü gezerken, Bilim Sanat Kültür Merkezi’nde, ilçelere gittikleri zaman, görenler görüyor. Seyitgazi’deki Şücaeddin Veli Külliyesi’ni ziyaret ettiklerinde bize ya rastlarlar ya rastlamazlar ama yaptıklarımızı görebilirler. Onları da göremeyenler, oradaki Mehmet Dede’ye sorsunlar. Hani biraz önce “Âyinesi işdir kişinin lâfa bakılmaz” dedik ya, onun devamı da şöyledir: “Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde.”

Tabii bunları söylerken, münhasıran şahsımı kastederek söylemiyorum.

Bütün bu eserlerin ve hizmetlerin Eskişehir’e kazandırılmasını sağlayan Sayın Cumhurbaşkanımızı, Başbakanlarımızı, ilgili Bakan arkadaşlarımı, Bakan Yardımcılarımızı, özellikle şimdi Konya Milletvekili olan Orhan Erdem Bey’i, Müsteşar arkadaşlarım Yusuf Tekin’i, Ömer Arısoy’u, birlikte koşturduğumuz milletvekillerimizi, özellikle değerli milletvekili arkadaşım Prof. Dr. Emine Nur Özkan Günay’ı, Valilerimizi, il başkanlarımızı, kaymakamlarımızı, Belediye Başkanlarımızı Türk Dünyası Vakfı Mütevelli Heyetini ve Vakıf çalışanlarını, Oda Başkanlarımızı, rektörlerimizi, özellikle Anadolu Üniversitesi eski Rektörü Prof. Dr. Naci Gündoğan ile Osmangazi Üniversitesi eski rektörü Prof. Dr. Fazıl Tekin Hocamızı, İl Millî Eğitim Müdürlerimizi, Okul Müdür ve yönetimlerini, sevgili öğretmenlerimizi, İl Kültür ve Turizm Müdürümüzü, İl Sağlık Müdürümüzü, Başhekim ve hekimlerimizi, sağlık çalışanlarını, STK ve sendikalarımızı, Eskişehir medyasını, yakın çalışma arkadaşlarımı, Başbakan Başmüşaviri Fatih Dut’u, Danışman arkadaşlarım Murat Nedirli’yi, Onur Ak’ı, Emrah İnan’ı içine alan büyük resmi kastediyorum. Eskişehir’de son yirmi yıl içinde yapılan güzel işlere, kazandırılan eserlere, getirilen hizmetlere baktığınız zaman işte bu isimlerini saydığım ve sayamadığım kişilerin oluşturduğu büyük resmi görürsünüz. Bu büyük resim görüldüğü zaman da, falancayı veya filancayı neden daha çok sokakta görmüyoruz diye boş yere dertlenilmez...

Salgın süreci sizce ülke genelinde nasıl yönetildi, Eskişehir bu konuda iyi bir sınav verdi mi?

Biraz önce salgın süreciyle ilgili Avrupa Güvenlik ve İş Birliği Teşkilâtı bünyesinde yapılan “on-line” medya konferansına katıldım ve orada da söyledim. Türkiye gerçekten bu salgın sürecini bütün dünyaya örnek teşkil edecek bir basiret ve organizasyon kabiliyetiyle yönetti. 10 Ocak 2020 tarihinde Koronavirüs Bilim Kurulu kuruldu. Sadece Sağlık Bakanlığı ve sağlık bürokrasisi değil; salgınla mücadele için kurulan bu kurula çok farklı alanlardan bilim insanları toplandılar ve onların yönlendirmeleri dikkate alınarak bu süreç yönetildi. Örneğin kara sınırları herkesten evvel kapatıldı. Uçuş destinasyonları pandeminin durumuna göre kısıtlandı. Hassas grupların evde kalması sağlandı. Gerçekten bütün dünyaya örnek olacak bir başarı grafiği çizildi. Tabi bütün bunlar yapılırken sadece Hükümet, Sağlık Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, yerel yönetimler, valilikler, üniversiteler ve bilim kurulu olarak görmemek lazım. Vatandaşın ve medyanın da aktif katkısı sağlanarak bunlar yapıldı. Katıldığım bütün uluslararası toplantılarda göğsümü gere gere şunu söylüyorum: “Türkiye sadece kendi vatandaşlarına sağlık hizmeti vermedi. Vatandaşlarımıza yönelik tıbbî hizmette hiçbir sıkıntı yaşanmadığı gibi Türkiye’deki 4 milyona yakın sığınmacının da sağlık sıkıntıları giderilerek ciddi programlar uygulandı. Türkiye 100’ün üzerinde ülkeye tıbbî destek sağladı. Türkiye’nin bir dünya devleti olduğunu herkes gördü. Bunların içinde ABD, İngiltere, İtalya gibi devletler var. Biraz önce katıldığım toplantıda, adını da vereyim İtalyan Parlamenter Edimando yaptığımız destekler dolayısıyla Türkiye’ye bir kez daha teşekkürlerini iletti. 

Pandemi süreci Türkiye’de de, Eskişehir’de de çok iyi yönetildi. Eskişehir’deki yönetimdeki gayretlerinden ötürü bütün sağlık çalışanlarımıza çok teşekkür ediyorum. Tabii bütün Türkiye’deki sağlık çalışanlarımıza teşekkür ediyorum ama Eskişehir’i vurgulamak adına bunu söylüyorum. Başta İl Sağlık Müdürümüz Prof. Dr. Uğur Bilge’ye, hastane yöneticilerimize, başhekiminden ambulans şoförüne kadar her düzeydeki sağlık çalışanlarımıza fedakâr çalışmalarından ötürü çok teşekkür ediyorum. Bu arada Tasigo Oteli’ni sağlık çalışanlarımıza tahsis ettiği için Erol Tabanca ile İbis Oteli’ni sağlık çalışanlarımıza tahsis ettiği için Hamdi Akın’a çok teşekkür ediyorum. 

Salgında dünyadaki ölüm oranlarına baktığınızda, bütün ülkelerin olduğu tabloda Türkiye’yi aradığınızda kolayca bulamıyorsunuz çünkü Türkiye Almanya ile birlikte en alt sırada. Yani en düşük ölüm oranı Almanya ile Türkiye’de. Buna karşılık İngiltere birinci sırada.

Eskişehir’de belediyelerin yardım kampanyalarının durdurulması ve sonrasında belediyelere müfettiş gönderilmesini siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Son olarak yine 11 belediye bir bildiri yayınlayarak ekonomik destek istediklerini açıkladı, merkezi hükümet CHP’li belediyelere farklı mı yaklaşıyor?

Bu öteden beri gündeme gelir. Merkezi hükümet, CHP’li belediyelere veya muhalefet partisinden olan belediyelere farklı mı yaklaşır? Hayır. Bunu ben birinci elden bildiğim için rahatlıkla söyleyebilirim. Recep Tayyip Erdoğan belediye başkanlığından gelen bir siyasetçi. 27 Mart 1994’te İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduktan sonra, o dönem merkezî hükümet tarafından bir takım projelerinin nasıl engellendiğini birebir yaşamış bir siyasetçi. O zamanki projeleri de biliyorum, nasıl engellendiklerini de... Cumhurbaşkanımız gerek İçişleri Bakanlığı’na gerek İller Bankası’na, gerekse belediyelerle işi olan diğer bakanlıklara verdiği talimat “hiçbir ayrım yapılmayacak” talimatıdır. Dolayısıyla genelde böyle sistematik bir ayrımcılık yapıldığı iddiası doğru değil. Onun dışında pekâlâ birtakım projeler geliştirilmiş ama onaylanmamış da olabilir. Projelerin fizibıl olup olmamasına bakılır. Tepebaşı ve Odunpazarı Belediyeleri AK Parti’deyken biz de Eskişehir’de birçok projemizi fizibıl olmadığı için yapamadık. Yapılmak istenen iş ekonomik olarak rasyonel mi, zamanlı mı ona bakılır. Eskişehir özelinden konuşuyorsak, kişisel olarak kendimi de biliyorum Prof. Dr. Emine Nur Günay hanımefendi ve daha önce çalıştığımız milletvekilli arkadaşlarımızın tutumlarını da biliyorum. Büyükşehir, Tepebaşı ve Odunpazarı belediyelerinin bize ilettikleri sorunları, merkezî hükümet nezdinde AK Partili belediyeler için nasıl takip ediyorsak aynı şekilde titizlikle takip ediyoruz. Bugüne kadar hep böyleydi, bunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. CHP’li belediyeler oldukları için bu örnekleri veriyorum. Herhangi bir projelerinin bizim tarafımızdan engellenmesi şöyle dursun, bize ulaştıkları zaman çözümü için elimizden geleni yaptık.

Danışmalığım döneminde 2002-2011 yılları arasında da birçok sorunu çözmede yardımcı olduk. Yılmaz Büyükerşen hâlâ Büyükşehir Belediye Başkanı. Meselâ tramvay projesi ilk gündeme geldiği zaman Devlet Planlama Teşkilatı’nda tıkandıkları konularda beni aradıkları zaman nasıl yardımcı olduğumuzu Yılmaz Bey çok iyi bilir. Tepebaşı ve Odunpazarı Belediyesi’nin de benzer hikâyeleri vardır. Ön yargılı bir tavrımız hiç olmadı bundan sonra da olmaz.

Belediyelerin yardım toplama konusunda prensip olarak her türlü sosyal yardım yapılmasının doğru olduğunu düşünüyorum. Kurallara uygun olarak, israfa yol açmadan ve bunu farklı kısa vadeli politik yatırım aracı görmemek koşuyla tabii. Bunu sadece CHP’li belediyeler için söylemiyorum. Bütün yerel yönetimler için söylüyorum. Halkla birebir, yüz yüze, gündelik hayatta sürekli iç içe olan yerel yönetimlerin bu tür sosyal hizmetlerde bulunması bence doğrudur, gereklidir.

Türk Dünyası Vakfı sizin desteklerinizle Eskişehir’e Millet Bahçesi, Dede Korkut Parkı gibi birçok değer kazandırdı, vakfın gelecek hedeflerinde ne var?

Biliyorsunuz 2011 seçimlerinde Cumhurbaşkanımızın Eskişehir’e iki öncelikli seçim vaadi vardı.  Birincisi 2013 yılında Eskişehir’in Türk Dünyası Kültür Başkenti ilan edileceğiydi. İkincisi de Eskişehir’e bir Teknik Üniversite kazandırılacağıydı.

Çok şükür bu vaatler Eskişehir’imizde gerçekleşti. 2013 yılında Eskişehir Türk Dünyası Kültür Başkenti ilan edildi. Hatırlarsanız o zaman kanunla bir Ajans kuruldu. Bu Ajansı biz Avrupa Kültür Başkentleri uygulamasını göz önüne alarak o model üzerinden tasarımladık. Yasayı arkadaşlarımızla beraber hazırladığımız için bunları rahatlıkla söylüyorum. Bunları da, parti ayrımı gözetmeksizin bütün Eskişehir Milletvekillerinin katkısıyla yapmaya çalıştık. Bir yıl süreyle kurulan ajansın yönetim modelini de siyasî partilerin dışında oluşturduk. Şöyle izah edeyim: Ajans Yönetim Kurulunun başında Vali olacak dedik. Bir siyasî figür değil. Bildiğiniz gibi valiler illerde devletin temsilcisidir. Kanunla valinin başkanlığında bir Yönetim Kurulu oluşturduk.

Yönetim Kurulu şu şekilde oluşturuldu; Eskişehir’de o zaman iki tane üniversite vardı. Anadolu ve Osmangazi Üniversitemizin rektörleri, Sanayi Odası, Ticaret Odası, Esnaf ve Sanatkârlar Odası Başkanları, İl Genel Meclisi Başkanı, Büyükşehir Belediye Başkanı -ki o zaman da belediye başkanı CHP’li belediye başkanıydı- ilçe başkanlarını temsilen de ilçe başkanlarının kendi aralarından seçeceği bir ilçe belediye başkanı. Biz milletvekilleri veya siyasî parti temsilcileri o yönetime girmedik. Ajans bir yıl görev yapmak üzere yasa çıkarılmıştı fakat başlatılan işlerin süreci biraz uzadı. Bir yılda bitmedi çoğu ama o yıl içinde çok güzel işler yapıldı. Şu an çoğu kişi hatırlamıyor ama Eskişehir’den, Türk Vizyon diye bütün dünyada 300 milyon izleyiciye ulaşan canlı müzik festivali yayını yapıldı. 10 binin üzerinde lise öğrencisi, öğretmenlerinin nezaretinde Türk Dünyası Ajansı organizasyonu altında ata topraklarına gittiler. Kazakistan, Kırgızistan, Azerbaycan, Türkmenistan, Kırım, Batı Trakya, Selanik, Bosna Hersek, Kıbrıs ve birçok yere geziler düzenlendi. Eskişehir aynı zamanda bir göçmen şehri biliyorsunuz. Oralardan gelen hemşehrilerimizin çocukları da böylece büyük dedelerinin yaşadığı topraklarını görme fırsatını buldular. O dönemde bütün bu organizasyonlarda Yönetim Kurulu Başkanı da olan o zamanki Eskişehir Valisi Güngör Azim Tuna’nın çok büyük gayretleri oldu. Ona da ayrıca buradan bu vesileyle teşekkür ederim. Ama faaliyetler 1 yılda bitmedi. Bunun üzerine biz yine bir kanun teklifiyle ajansın faaliyet süresini 6 ay uzattık. O süre bittikten sonra da diğer kalan işleri tamamlamak üzere bir Vakıf kurduk. Vakıf Genel Kurulunu da yine az önce söylediğim bütün aktörlerin katılımıyla oluşturduk. Yani Türk Dünyası Vakfı’nın kurucu genel kurulunda, Ajans aşamasındaki gibi, şehrin siyasî parti gözetmeksizin bütün aktörleri yer aldı. 

Vakfın mütevelli heyet başkanıyım. Faaliyetlerimiz devam ediyor. Dediğiniz gibi Dede Korkut Parkı Türk Dünyası başkentliğinden kazandığımız önemli eserlerden biri. İnşallah bu yaz içinde açılacak Eskişehir Millet Bahçesi de bunlardan sadece biri. Ek olarak Yeni Stadyum da Türk Dünyası Ajansı’nın girişimiyle başlatılmış ve Vakfın üstün gayretleriyle tamamlanmıştır. Bir kere daha anlatmakta fayda var. Bakın başka yerlerde bu stadyumlar şöyle yapılıyordu: Diğer vilayetlerde bizde olduğu gibi stadyum şehrin ortasında kalmış oluyordu. Bu alanlar TOKİ’ye veriliyordu. Ardından TOKİ bu alanları yapılaşmaya açıp sonra oradan kazandığı parayla şehre yeni stadyum yapıyordu. Biz öyle yapmadık. Dedik ki Türk Dünyası Ajansı ve devamında Türk Dünyası Vakfı bu yeri yapılaşmaya açmayacak. Bunları söylediğimde o dönemde bazı yerel gazeteler ‘Biz de inandık’ diye manşet atmıştı. Çünkü bu kadar kıymetli bir alanın ranta açılmayacak olmasını akılları almıyordu. İşte şimdi görüyorlar. İnşallah Eskişehir Millet Bahçesi’ni gezerken de görecekler. Yapılaşmaya açmadık çok şükür. Onu da başardık. Stadyumu da TOKİ’yle yaptığımız anlaşmayla parasını ödeyerek yaptık. O zamanki Anadolu Üniversitesi Rektörü Naci Gündoğan’a da teşekkür ediyorum. Çünkü Türk Dünyası Ajansı’nı kurarken biz bir madde koymuştuk. “Anadolu Üniversitesi’nin her yıl Maliye Bakanlığı tarafından bloke edilen hesabı bu yıl için Türk Dünyası Ajansı tarafından kullanılır.” İşte o parayla da biz bu mevcut yeni stadyumu yaptık. Bunlara ek olarak Odunpazarı’ndaki Millet Kıraathanesi yine Türkiye’de ve Dünya’da ilk defa Engellilere Özel Camii Projesi’ni biz geliştirdik. Dolayısıyla Türk Dünyası Başkentliği Eskişehir’e çok şey kazandırdı.

Millet Bahçesi tamamlanmak üzere, kentin nefes almasını sağlayacak önemli bir proje, bu proje; TÜLOMSAŞ, eski Hava Hastanesi, DSİ, okullar bölgesi arazileri dahil edilerek -tabi tarihi yapılar da korunarak- Central Park gibi dünya çapında bir projeye dönüştürülebilir mi? Böyle bir düşünce olanaklı mıdır ve gündeminize geldi mi?

Biz başından beri bunu hep konuştuk. Hayallerimizden biri de buydu. Çünkü ben ortaokulu Vişnelik’te -şimdi Olgunlaşma Enstitüsü olan o zamanlar Eskişehir Maarif Koleji’ydi orada- okudum. Kolejde okurken karşımızda Motor Sanat Okulu, yanımızda Ticaret Lisesi, biraz ilerde Olgunlaşma Enstitüsü vardı. Orası okullar bölgesiydi yani. Millet Bahçesi Projesi’ni geliştirirken hep gönlümüzün bir tarafında, okullar bölgesini bu işin içine katmak vardı. Alanı tamamen yayalara açık, araç trafiğine kapalı, entegre yeşil bölge haline getirmeyi düşündük. Hatta Hava Hastanesi’nin bahçesini de işin içine katma planımız vardı. Ama bunlar maalesef şehrin bütün aktörlerinin katkısıyla gerçekleştirilebilecek projeler. Hava Hastanesi yönetiminin, Büyükşehir Belediyesi’nin, Odunpazarı Belediyesi’nin ortak katkısıyla yapılacak büyük projeler bunlar. İlerde olur inşallah. Çok şükür Millet Bahçesi’ni Eskişehir’e kazandırdık. 

Eskişehirimizin bir övüncü olarak şunu da hatırlatmakta fayda var: Türkiye’nin her yerinde Millet Bahçeleri yapılıyor. İşte bu ‘Millet Bahçesi’ kavramı Eskişehir’den çıktı. Eski stadyum yerine şehir parkı, kent parkı gibi şeyler konuşulurken Millet Bahçesi kavramı gündeme geldi. O zamanki Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarı rahmetli Haluk Dursun kardeşim, “Türk bahçe kültürü ve devamı olan millet bahçesi zaten kültürümüzde olan şey buraya park, meydan falan demeyelim; inşallah Millet Bahçesi yapalım hocam” demişti. Ben de doğrusu bu projeyi çok benimsemiştim. Daha sonra bunu Cumhurbaşkanımıza arz ettiğim zaman bu projeyi kendisi de çok beğendi ve bu projenin bütün Türkiye’ye yaygınlaştırılmasını uygun buldu. Bu yüzden bazı belediye başkanı arkadaşlarımız - hem de AK Partili belediye başkanı arkadaşlarımız- bize kızıyor olabilirler. Çünkü onlar daha önce planlamalarını yapmışlardı. Eski stadyumlarının yerine belediyelerine gelir getirecek bir takım projeler düşünüyorlardı. Şimdi o projelerin yerine Millet Bahçesi olunca belediyeler ciddi bir gelir kaybına uğradı. Ama gelir bir şekilde gelir gider; bunlar kalır.

Koronavirüsle mücadele kapsamında okulların kapatılmasıyla gündemimizde yer alan EBA sisteminin kurucusu olarak, şu anda sistemin uygulanma şeklini nasıl buluyorsunuz?

Bilmeyenler için bir kez daha hatırlatalım EBA sistemi Eğitim Bilişim Ağı demek. Aslında bizden önce başlatıldı. Benim Milli Eğitim Bakanı olmamdan önce başlatılmış bir projedir. Biz, 24 Ocak 2013’te göreve geldiğimizde, Yenilik ve Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğü’nde üzerinde çalışılan bir projeydi. Çok güzel bir projeydi biz de arkadaşlarımızla birlikte geliştirdik.  EBA sistemi 2014 senesinden itibaren dünyanın en büyük eğitim portalı haline gelmişti. Hatta 2015 yılında da Eskişehir’de ikinci etap açılışını yapmıştık ve Eskişehir’den başlattığımız hamleyle; öğretmenleri, velileri, bütün eğitim çalışanlarını ve öğrencileri içine alan çok entegre bir proje haline getirmiştik. Ne kadar doğru bir iş yaptığımızı bu pandemi sürecinde gördük. Türkiye bu süreçte eğitimini aksatmadan sürdürebilen nadir ülkelerden olduysa eğer arkadaşlarımızın olağanüstü gayretleriyle oluşturulan dünyanın bu en büyük eğitim bilişim ağı portalı sayesinde olmuştur. Bazı şeyler var ki yapılırken, bu kadar şeye ne gerek var denilebilir. Şehir hastanelerinde de buna benzer söylemler oldu biliyorsunuz. Bu kadar büyük yatırımlara ihtiyaç var mı diyenler vardı. “Klasik eğitimin suyu mu çıktı da böyle şeylerle uğraşıyorsunuz” diyenler de oluyordu. Salgın sürecinde çocuklar evde tecrit edilince yaptığımız işin ne kadar doğru ve yerinde olduğunu; özellikle öğretmenlerimizin bu süreçteki tecrübelerinin ne kadar işe yaradığını hep birlikte gördük. Bu sistem daha geliştirilebilir mi, evet geliştirilebilir ve geliştirilmelidir. Eğitim bilişim teknolojileri en hızlı gelişen teknolojilerdir. Dededen kalma yöntemlerle artık eğitimi sürdürmek zorunda değiliz. Yani en ücra köydeki bir çocuğa bile bu imkânlarla ulaşma şansımız var. Ama bu klasik eğitimin bazı çok önemli bileşenlerini ortadan kaldırmamamızı gerektirmez. Eğitim aynı zamanda yüz yüze işleyen bir süreçtir. Eğitimin öğretim boyutunun büyük bir yükünü internet ortamına aktarabiliriz. Öte yandan, çocukların mutlaka sosyalleşmesi lazım. Öğretim değilse bile eğitim bakımından o yüz yüze ilişkiye çocukların, gençlerin çok ihtiyaçları var. İnternet üzerinden yapılan çalışma eğitim değil öğretimdir. Bilgi aktarmadır. Ama eğitim sadece öğretimden ibaret değildir. Onun için bu uygulamalar yüz yüze eğitimin değerini azaltmaz. Tam tersine akıllıca kullanılırsa onun daha etkili ve rahat yapılmasını sağlar.

ETİ Şehir ve Göç Müzesi ne zaman açılacak bir bilginiz var mı?

30 Haziran 2020 tarihi itibariyle tamamlanması planlanan ETİ Şehir ve Göç Müzesi pandemi salgını nedeniyle sekteye uğradı maalesef. Tefrişat ve dijital görüntüleme çalışmaları devam ediyor.

“Enformatik Cehalet” isimli bir kitabınız var, salgın döneminde artan internet kullanımı ve özellikle sosyal medyanın çok daha fazla hayatımızda yer almasını nasıl değerlendiriyorsunuz? İnternetle birlikte sizin de söylediğiniz şekliyle; “Cehaletten zır cehalete” mi geçildi?

Bu iki taraflı bir sorun. Enformatik Cehalet bundan 30 yıl önce yazılmıştı. Şimdi yeni düzenlemeleriyle yeni baskısı da çıktı. Orada da söylediğimiz gibi internet ve sosyal medya maalesef ciddi bir yüzeyselleşmeye kaynaklık ediyor. Bunun ayrıntılarına girmeyeyim ama Enformatik Cehaleti yazdığımız tarihte internet yoktu, televizyon bu kadar yaygın değildi, uydu haberleşmeleri bile yeni yeni başlıyordu. O tarihte biz özellikle hafif basın ve magazin gazetelerinin yaydığı cehaletten söz ederken, maalesef bunun üzerine internet ve sosyal medya da bindi. Cehaletten değil artık zır cehaletten söz eder hale geldik. Ama öte yandan Eğitim Bilişim Ağı sayesinde pandemi sürecinde internet üzerinden öğretim yapıldı ve işe yaradı. Demek ki internetin bazı sorunlara çözüm bakımından faydası da oluyor. Bunu da kitapta söylüyoruz zaten. Neyi, nerede, nasıl ve ne kadar kullandığınıza da bağlı. Şimdi görevi bitmiş olan TBMM’de kurulan bir komisyonun başkanıydım. Komisyonun adı da, kısaltarak söyleyeyim: Bilişim Teknolojileri Bağımlılığıyla Mücadele Komisyonu’ydu. Orada özellikle 3 yaşın altındaki çocuklara tablet, telefon vb. verilmemesini savunuyorduk. Yetişkinler için de bu tür sosyal medya alışkanlıklarının ne kadar tehlikeli olduğunu söylüyorduk. Fakat bizim rapor yazıldıktan sonra bu pandemi süreci patladı ve herkes internet bağımlısı haline geldi. Maalesef pandemi sürecinin olumsuz etkilerinden bir tanesi herkesin elindeki cep telefonuna çok daha bağımlı hale gelmesidir. Bunun zararları ve yol açtığı düşünsel tahribatın etkileri de uzun vadede görülecektir. Dolayısıyla “yeni normal”e geçtiğimizde, bu konuda da ciddi bir rehabilitasyon programına ihtiyaç olacaktır.