Söyleşi Selma Güder

Konuğum; Enfeksiyon hastalıkları Uzmanı UZM. Dr. bir bilim insanı Tuğba Kızılok Erdoğan. Amacı bilimsel verilerin ışında şifa veren el olmak!

Tuğba Kızılok Erdoğan kimdir?

1981 Eskişehir Çifteler doğumluyum. Babamın vergi dairesindeki görevinden dolayı, şehrimizin çeşitli ilçelerinde bulundum. İlkokulu Çifteler ’de,  ortaokulun bir kısmını Sivrihisar’da okudum, sonra Eskişehir’e taşındık. Yunus Emre Lisesi mezunuyum.

Neden Tıp Fakültesi ve neden Enfeksiyon Hastalıkları desem?

Çok küçük yaşlardan itibaren tek hayalim doktor olmaktı. O zamanlarda,  AIDS hastalığı yeni çıkmıştı,  haberler duyuyorduk, korkuyorduk. “Çaresi olmayan ölümcül bir hastalık” deniliyordu. Ben de çocuk aklımla; anneme ve babama, “doktor olacağım, AIDS’in çaresini bulacağım” derdim. Doktor olmak hedefime yönelik çalıştım, çabaladım. 1999-2000 döneminde Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesini kazandım.  2006’da mezun oldum. Aynı yıl; çok çok severek ve isteyerek, Enfeksiyon hastalıklarını kazandım. Uzmanlığımı da Osmangazi’de tamamladım.

Yıl 2011 ve Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Tuğba Kızılok. İlk görev yeriniz neresi idi?

Evet, otuz yaşındayım ve ilk defa Eskişehir dışına bir yere gidiyorum. Görev yerim Trabzon Araklı Devlet Hastanesi. Bir süre burada çalıştım. Yaşadıklarım ve gördüklerimden dolayı, devlet hizmet yükümlülüğüm bitince,  istifa edip, özel sektöre geçtim. Özel sektörde ilk görev yerim; Karadeniz Ereğli Anadolu Hastanesi. Sonrasında, aynı ilçede Karadeniz Ereğli Echomar Hastanesi’nde çalıştım. Beş yıl, Karadeniz Ereğli’de görev yaptım.

Neden ESKİŞEHİR?

Eskişehir; gerek buralı olduğumdan, gerekse yaşamaktan mutluluk duyduğum, kendimi rahat ve güvende hissettiğim bir şehir. Kayseri gelini olmama rağmen,  eşim de sağ olsun destek oldu ve Eskişehir’e gelmeye karar verdik. Özel Gürlife Hastanesi’nde çalışmaya başladım.

Mesleğinizde, çaresizliğe düştüğünüz zamanlarınız oldu mu? Bizimle paylaşır mısınız?

Meslek hayatım boyunca çok zor vakalar ile karşı karşıya kaldım. Örneğin; diyabetik ayaklar görüyorsunuz. Konseyden, amputasyon kararı çıkmış, hasta ayağını kaybedecek.  Onkoloji hastası görüyorsunuz. Kemoterapi, radyoterapiden felç olmuş, yataklara düşmüş, üstüne enfeksiyon çıkmış. Yoğun bakım hastaları görüyordum, en çok da onlara üzülürdüm. O kadar çok sayıda dirençli enfeksiyon var ki, verebilecek ilaç da yok, antibiyotik de yok. Orada o kadar çaresiz hissettim ki; bir hekim, bir bilim kadını olarak oturup dua mı edeceğim hastalarıma diye düşünürken, yaptığım kapsamlı araştırmalar ve okuduğum çalışmalar sonrasında; ilk olarak ozon tedavisi ile tanıştım ve eğitimini aldım.

Çaresiz kalmayı sevmiyorum. Bir hastaya bir şey söylerken, mesela; “ayağın kesilecek” demek, o kadar zor ki! Ozon tedavisi eğitimi almaya başladığımda, baktım ki, ek şeyler yapılabilir.

Geleneksel Tıp yöntemlerini Uzmanlık alanınıza entegre edip, yol almanız sonrasında neler gerçekleştirdiniz?

Enfeksiyon hastalıkları uzmanı bir doktorum. Alternatifçi olmak hiç istemedim. Zaten Geleneksel tıp da, alternatif bir tıp değil.  Son dönemdeki söylemleri rahatsız edici buluyorum. Tıp biliminin bir alternatifi olmaz. Tıp, Tıp’tır. Doğru yerde, doğru zamanda tüm tedavi yöntemlerini birlikte kullanmak lazım!

Ozon ile başladığım eğitimim sırasında çok güzel bir dönüşüm yaşadım. Yeni bir ufuk açıldı. Hastada;  bir enfeksiyon oluyor. Birisi hiç sıkıntısız geçirirken, diğeri yoğun bakıma alınıyor. İncelediğinizde,  ikisi de aynı şartlara sahip. Yaşı aynı, ek hastalıkları aynı. Verilen sağlık hizmetinin kişiye özel olması gerektiğini düşündüm. Hastalık değil, hasta vardı. Hastalık; buz dağının görünen kısmıydı ve altta yatan neden önemli idi. Bu dönüşüm sonrası, fonksiyonel tıp veya geleneksel tıp alanında kendimi daha da geliştirdim.

Biraz da radikal bir insanım. Hastane bünyesinde çalışırken, covid döneminde daha da ortaya çıktı bu. Hastalara aslında verilecek bir ilaç yoktu. Kendi düzenim ve mantığım ile daha izole, daha konforlu bir ortamda, hastalarımla sohbet edip, çay-kahve ikram ederek,  nasıl takip ederim şeklinde düşünürken,  muayenehane açmaya karar verdim. Çocukluk hayallerimden biri idi. O yıllarda muayenehaneler fazla idi.  Aslında; Pandemi döneminde çok ciddi bir karar aldım. Eskişehir’de enfeksiyon hastalıkları uzmanı olarak, muayenehanesi olan ve muayenehanesinde ozon gibi geleneksel tıp tedavi yöntemlerini uygulayan tek doktorum.

Bütüncül yaklaşımın önemi nedir?

Hasta geliyor, şikâyetini anlatıyor. Sadece; mevcut hastalığına yönelik davranmamak lazım.  Bütüncül yaklaşım çok önemlidir.  Hastayı;  saçından ayak tırnağına kadar her şeyi ile ele alıp, dinlemek gerekir. Belki; özel hayatındaki bir sıkıntı, raydan çıkma bile kişiyi hastalandırıyor olabilir. Sohbet ederken,  hastanın yaşantısı ve hastalığı ile ilgili ipuçları yakalıyorum. Uyku ve yemek düzeninden, kullandığı vitamin desteklerine, ek hastalıklarına, ameliyatlarına kadar hastayı takip şeklim öncelikle tanımaya dayalı. Sonrasında; hangi tedaviyi nerede kullanacağım kısmı önem taşıyor. Bazen sadece basit beslenme önerileri ile bazen de farklı tedaviler kullanmamız gerekiyor. Ozon mu, kupa-hacamat tedavisi mi? Bazen tıbbi sülük ile araya girmek gerekiyor. Kimi zaman da Mezoterapi. Kozmetik olarak bilinse de,  cilt yolu ile yapılan tedavi şeklidir. Deri vücudumuzun en büyük organıdır. Mezoterapide deriyi kullanarak ağrı kesici, dolaşım düzenleyici, IBS tedavisi,  cilt güzelleşmesi, saç dökülmesi gibi durumlarda olumlu sonuçlar alınmaktadır. Hangi tedaviyi, hangi hastaya nasıl kullanacaksınız? Eksik olan vitamin, mineral var mı? Nasıl yerine koyacaksınız? Hastaya uygun olarak karar verilip, bütüncül yaklaşımla ele alınması önemlidir.

Neden ozon?  

Ozon tedavisini kullanamayacağım bir hastalık ya da hastalık dışı durum yok. Hastaya göre uygun dozda ve doğru seansta yaparsanız, hastalığa doğru şekilde entegre olunursa, sonuçlar çok iyi olacaktır. Bunu, ozon terapistinin belirlemesi gerekir. Ozon şöyle bir şey değil. Hasta geldi, değerlendirdi. 10 seans. Baştan bu 10 seansı belirleyip, devam edeceğiniz bir tedavi değil ozon.  Her seansta hastanın başında oluyorsunuz. Konuşursunuz, hastanın geri bildirim ve şikâyetlerine göre doz değişir. Ya da seans aralıkları değişir. Bu; tamamen hasta ile aranızda ya da sizin değerlendirmenizde olan bir şey.

Ozon tedavisini herhangi bir rahatsızlığımız olmadan alabilir miyiz?

Evet, normal zamanda da alabilirsiniz. Kendim de, düzenli ozon tedavisi alan bir insanım. Neden? Ozon ile hücreye doğru sinyaller gönderirsek eğer, ilk gönderdiğimiz sinyal doğru çalışması yönünde. Hücreye daha fazla oksijen giriyor, sonucunda daha fazla enerji üretiyor. İçindeki atık maddeleri daha hızlı atmaya başlıyor. Daha doğru çalışıyor.  Oksijenizasyonu arttırdınız, dolaşımı hızlandırdınız. Diğer yaptığı şey; savunma hücrelerimizi devreye sokup, bağışıklığımızı arttırması. Anti-aging etkisi var. Cildi güzelleştirme, cildin oksijenizayonunu ve parlaklığını arttırma, saç dökülmesine karşı... Yani tüm vücudu normal aksına getirdiğinizde, normal çalışmaya başlıyor.

Her yaştan insana Ozon tedavisi uygulanabilir mi?

Yeni doğandan, doksan dokuz, yüz yaşına kadar herkese ozon uygulanabilir. Sadece; uygulama şekli değişir. Ozon yapamayacağımız tek durum;  Glukoz 6 fosfat dehidrogenaz enziminin eksik olması. Yani favizm denilen, yaygın ifadesi ile bakla allerjisi olarak bilinen durum. Onun dışında hasta bazında karar veriyoruz.

Ozonun uygulama şekilleri nelerdir? Neye göre değişiklik gösterir?

Ozonun en sık uygulama şekli kan yolu iledir. Özel bir şişesi var. Şişeye 100cc kadar kan alıyoruz. Ozonu, uygun gördüğümüz dozda ve uygun gördüğümüz hacimde, eşit hacimle alıyoruz. Aynı seansta hastaya geri veriyoruz. Seansın sonunda da, aşı olarak bilinen minör bir uygulama yapıyoruz. Bu uygulamada; kanınızı,  1cc kadar ozonluyoruz ve bağışıklık sistemini dengeye sokmak için kas içine veriyoruz.

Rektal(bağırsak içi)  uygulama da tercih ettiğimiz uygulama yollarından biri.  Damar yolu bulunamayan ve kullanılamayan hastalar, ülseratif kolit, crohn hastalığı gibi direkt bağırsak hastalığı olan hastalar, küçük çocuklar. Bağırsak mukozasına uygun hacimde verdiğimiz takdirde, kan yolu uygulamasındaki gibi,  aynı etkiyi sağlıyoruz. Rektal uygulama ile sistemik uygulama kardeş aslında. Bunun dışında; ozonu lokal uygulama olarak, örneğin diz içine, omuz içine yani eklem içine de uygulayabiliyorsunuz.

Cilt uygulamaları da oluyor. Minik minik, cilde ya da saç dökülmesine karşı saça… En çok en güzel sonucu yaralarda alıyoruz. Özellikle; diyabetik ayaklarda yara tedavisi çok önemlidir. Amputasyona giden birçok hasta var.  Yara tedavisinde; o bölgeyi özel ozon torbaları ile ozonluyoruz.  Yara tedavisinde ozon dışında, dönem dönem larva tedavisi yani sülük gibi kombine tedaviler de mevcut. Bu durumdaki hastalarda ise; ozon torbalama yapılıyor. Özel ozon torbalarımız ile kapalı bir alana ozon gazını veriyoruz, çekiyoruz. Ozon yağı ile pansuman yapıyoruz. Bu yöntemin her gün yapılması zorunlu.

Yemek borusu iltihaplı hastalarım var. Uygun dozda ozonlu suyu içirerek kullanıyorum, o alanın iyileştirilmesi gerekiyor.  

Ozonun keşfinden sonra ilk kullanım şekli nedir?

Ozonun ilk çıkış şekli dezenfektandır. Ortam dezenfeksiyonunda uygun şekilde kullanılabilir. Ozonlu su yaparak çevre temizliğinde yararlanılabilir. Ozonlu suyun stabilitesi maksimum 2-4 saat, ömrü çok kısa. Bu süre, buzdolabında biraz uzatılabilir. Yara tedavisinde etkinliği sağlamak için, o anda ozonlu su yapıp, hemen kullanıyoruz. Ozon yağı daha uzun süreli ozonu muhafaza edebildiğinden dolayı, o tür hastalarda evde yara, yanık tedavisinde, bize gelene kadar, evlerinde kullanmaları üzere ozon yağı veriyoruz.

Sülük ile tedavi hangi hastalıklarda kullanılabilir?   

Çocukluk yıllarımdan hatırlıyorum,  babaannem gelene gidene kupa, bardak yapardı. O zamanlar anlamıyordum. Yıllar içinde,  toplumda da duyar oldum.   Bu konuda yoğun araştırma yaptım, yayınlar okudum. Kupa tedavisinde cildi kullanıyorsunuz. Cilde verdiğiniz uygulamalarla vücut “ben kendime geleyim” diyor. Yaranın iyileşmesini hızlandırıyor, yenilenmeyi tetikliyor. Tüm bu tedavi yöntemlerini kullanırken amacım; bilimsel verilerin ışığında şifa veren el olmak!

Bu uygulamalarda;  Almanya oldukça ileride, özellikle tıbbi sülük konusunda çok sayıda yayınları var.  Sülük arı gibi, arı da şifa veren bir canlıdır. Sülüğün ağzında bir laboratuvar var. Kendi yaşamı için kanımızı emerken, laboratuvarını kullanıyor.  Salgıladığı enzimler 132’den fazla ve bu enzimler sayesinde; çok iyi kan sulandırıcı, dolaşım düzenleyici, ağrı kesici, sinir harabiyetini giderici etkilere sahip. Mesela; ani işitme ve ani görme kayıpları, dolaşım bozuklukları sülük tedavisinin uygulandığı durumlar.  Plastik cerrahide uzuv kayıplarında yeniden organı diktiklerinde çevresine sülük tedavisi kullanılıyor. Bu plastik cerrahi servislerinde de yapılmaktadır.

Neden Mezoterapi?

Mezoterapi her alanda kullanılıyor. İleri yaştaki hastalarımda; şiddetli ağrılar oluyor,  böbrek fonksiyonları bozuk,  ilaç yan etkisi var. Ağızdan ağrı kesici versem böbrek gidecek, mide gidecek. Ağrı olan yere cilt yoluyla çok düşük dozlarda, yan etkisi olmayan ağrı kesiciyi veriyorum. Ameliyatsız, tüm yüz gençleştirme denilen konu da bu ürünlerle yapılabiliyor. Yara izi, saç dökülmesi için de kullanılıyor. Ancak;  kozmetik tarafı daha çok duyulmuş durumda. Hastayı doğru bilgilendirmek ve bilimsel verilerin ışığında en uygun tedavi yöntemini uygulamak gerekiyor.  

Neden glutatyon?

Bazen hastalara bakıyorsunuz, antioksidan kapasitesi çok düşük, karaciğer iyi çalışmıyor. Aslında glutatyon vücudumuzda var olan çok iyi bir antioksidan. Fakat sağlıksız beslenme ve sağlıksız yaşam sonucu, mevcut antioksidanları bitebiliyor.  Dışarıdan vitamin, mineral destekleri vermemiz lazım. Ağızdan verilen kimi zaman yetersiz geliyor. Toksini arttırmak için glutatyon verilmesi gerekebiliyor.  Özellikle; Parkinson, Demans, Alzheimer hastaları ile yapılan çalışmalarda glutatyonun çok eksik olduğunu görmekteyiz. Yerine konulduğu takdirde olumlu sonuçlar almaktayız. Aslında; ana mekanizma hücrede bitiyor. Hücre; fabrika gibi çalışıyor. Oksijen alıyor, enerji üretiyor, protein üretiyor, atıkları atıyor.  Ancak; biz vücudumuzu hor kullandığımız için, normal yaşam düzenini bozuyoruz ve eksiklikler ortaya çıkıyor bu defa. Son 10 yıldır pek çok kişinin bir otoimmun hastalığı ya da romatizmal bir hastalığı vardır. Hepsinin ana nedeni; çağımızın hastalığı; sağlıksız beslenme ve sağlıksız yaşam!  

Neden C Vitamini?

C Vitamini;  birçok enzimin, hormonun salgılanmasını sağlayan, vücudumuzda üretilmeyen, dışarıdan alınması gereken bir co-faktör(yani yardımcı). Ağızdan belirli bir seviyeye kadar alabilirsiniz.  Bugün deli gibi kolajen satışı var. C vitamini verince kolajen sentezini tetikliyorsunuz. C vitamininin uygulanması; ozon mantığı gibi. Hastaya göre, uygun dozu ayarladığınızda; çok iyi bir antioksidan, cilt yenileyici, kolajen sentezleyici. Mesela; covidte çok yüksek doz C vitamini ile hastayı takip ederek, enfeksiyon ile mücadele ediyoruz. Onkoloji hastalarında C vitamini kullanarak, tümör hücrelerini küçültüp büyümesini engelleyip,  yok edip, metastaz yapmasını engelliyoruz. Burada aslında, kemoterapideki ajan gibi kullanıyoruz.

Çin’de ilk Covid-19 vakalarını duyduğunuzda pandemi olacağını öngördünüz mü?

Biz Enfeksiyon hastalıkları uzmanları olarak; Pandemilerin olabileceğini, hatta dünya döngüsünde olması gerektiğini biliyoruz ve buna uygun eğitim alıyoruz. Ancak; bu kadarını hayal edememiştim. Bir anda bütün dünyayı etkisi altına almanın ötesinde psikolojik boyutu, enfeksiyon boyutu, korunma boyutu, aşı boyutu…

Virüsler; mikroorganizma grubunun bir parçası. Bakteriler, virüsler, mantarlar, parazitler.  Virüslerin kendi genetik materyalleri var. DNA ya da RNA’ları. Ancak; kendi proteinlerini salgılayıp, kendi yaşamlarını sürdüremiyorlar. Bunun için bir konakçıya ihtiyaçları var. Hayvan ya da insan. Bizi konakçı olarak bulduğunda hücre içine kendi genetik materyalini veriyor ve kendi yaşamını devam ettirecek proteinleri salgılıyor. Bu şekilde çoğalıyorlar. Covid’in de bir konakçıya ihtiyacı vardı. Coronavirus hayvanlarda hastalık yaparken,  insana geçti. Öyle bir mutasyona uğradı ki, insandan insana geçti. Virüslerin kendilerini değiştirme özellikleri var. Kaçma özellikleri var. Çünkü yaşamlarını devam ettirmeye çalışıyorlar. Siz, virüs yaşamını devam ettirmeye çalışırken, ona müdahale ediyorsunuz, oradan kaçış yolu buluyor. Bu kullandığımız dezenfektan olabilir, kullandığımız ilaçlar, vitamin, mineral, her şey onun mutasyonunu tetikliyor olabilir. Ne kadar uzun süre var olursa, o kadar çok mutasyon görülecektir. İngiliz,  Hindistan gibi mutasyonlara şaşırmıyorum. Birçok enfeksiyoncunun ve benim beklediğim şu idi. Daha önce Sars ’ta da gördük bu durumu. Öyle bir mutasyona uğrayacak ki, yok edecek kendisini. Ama bu olmadı. Tam tersi kendisine yaşam alanı bulup, devam etti.

Coronavirus ile mücadelede;  Maske, Mesafe ve Hijyen çok önemli. Bu üçlünün dışında yapmamız gereken  şeyler var mı?

Tüm enfeksiyonlar, özellikle de Covid gibi viral enfeksiyonlar için söylüyorum. Tamamen vücudun bağışıklık sistemi ile alakalı. Benim bağışıklık sistemim virüsü yok edebiliyor. İlacı var mıdır? Evet. Hepatit, HIV gibi viral enfeksiyonlarda ilaç tedavisi ile nokta atışı yapmaya çalışıyoruz.  Ama burada bağışıklık sistemi çökerse, istediğiniz ilacı verin, hiçbir şey olmaz. Yine aynı yere geldik. Yapmamız gereken; “Sağlıklı beslenme, sağlıklı yaşam”  “Bağışıklık sistemini güçlendirme!”

Bakteriyel bir enfeksiyonda antibiyotik verirsin, öldürebilirsin. Virüslerde her zaman antiviral ilaç etkin olmayabiliyor.  Covid’de şu an, şu tedavi eder şeklinde bilinen bir şey yok. Bilimsel veriler ışığında, bir takım şeyler yapmaya çalışıyoruz. Yol haritası çizildi. Pek çok vaka takip edilerek,  tedavi protokolü oluşturuldu. Ancak bu;  destek tedavisi aslında. Mesela; yeteri kadar oksijen vermek, bazı kan sulandırıcılar vermek. Covid’de; enfeksiyon hastalıkları uzmanı olarak virüsleri iyi tanıdığımdan, ozon terapistler ile birlikte, ozonu çok iyi entegre edebildik. İyi bir dezenfektan, iyi bir virüs yok edicisi, bağışıklık sistemini iyi regüle edici…

Sitokin fırtınası nedir?

Covid döneminde; en sıkıntılı durum sitokin fırtınası. Vücut öyle bir tetiğini çekiyor ki; benim vücudum kendime yabancı oluyor. Saldırıya geçiyor. Sadece virüse değil, vücudumuza karşı da! Bağışıklık sistemi raydan çıkıyor. Ve normale dönmüyor. Savaşa çıkan askerler gibi. Bugün ölümlere, hasta kayıplarına neden olan en önemli yer. Bu nedenle; bağışıklık sistemimizi güçlü tutmak çok önemli!

Corona sonrası; uykusuzluk, unutkanlık, konsantrasyon bozuklukları,  ciddi saç dökülmeleri, kas ağrıları, nefes darlığı, diz, eklem şişkinlikleri gibi şikayetler çok fazla görülüyor. Oksijenizasyon bozulmuş oluyor. Vücut; virüs ile savaşırken bütün silahlarını kullandığı için, enfeksiyon bitince, tükenmiş bir vücuttan bahsediyoruz. 

Sinovac mı, Biontech mi?

Toplum bağışıklığı belli bir seviyeye gelince, virüs de yaşama şansı bulamayacak. Bağışıklığı nasıl sağlarız? Ya sürü bağışıklığı dediğimiz olay, herkes geçirecek, ya da aşılayacaksınız. Aşıya gelirsek;  Sinovak, Biontech ve Rus aşısı var. Çin aşısı diye ifade edilen Sinovak;  bildiğimiz, geleneksel yöntemlerle yapılmış, bağışıklığı  % 50-60’larda. Geçmişteki aşı deneyimlerimizden; Çin aşının yakın-uzak dönemdeki tüm yan etkilerini biliyoruz.

Biontech; evet gerçekten % 90 üzerinde koruyuculuğu var, direkt nokta atışı yapıyor, çünkü virüsün m-RNA’sını vücuda tanıtıyor. Şu ana dek bu aşıyı olanlarda, aşılamayı durduracak boyutta yan etki görülmedi.  Bir protein ile aşı vücuda tanıtılıyor. “Biontech aşısının uzun dönem yan etkileri ne olur hocam?” diye bana çok soruluyor. Ben de bilmiyorum. Sadece yorum yapabiliyorum. Inflamatuar hastalıkları tetikleyebilir mi? Evet tetikleyebilir. Ama şu an bir savaştan bahsediyoruz. Pandeminin ortasındayız ve bunu kırmak zorundayız. En azından, yakın dönemde görülen ciddi yan etkileri olmadığını biliyoruz. Hastalarıma iki aşıyı da anlatıyorum. Karar sizin diyorum. Biz sağlıkçılar Sinovac ile öncesinde aşılanmıştık. Biontech olmadık. 

Söyleşimizin son sorusunu;   doktor kimliğiniz ile değil de,  bir anne olarak cevaplandırmanızı rica ediyorum.  Covid sürecinde en çok etkilenen grup hangisidir?

Covid sürecinde çok konuşulmasa da,  bir anne olarak, en çok etkilenen tarafın toplum psikolojisi ve özellikle çocuklar olduğunu belirtmek isterim. Gerçekten çocuklar bitti!  Bir yıldan fazla süredir evde tutuyoruz, online’da olmasınlar, sosyal medyada, sanal âlemde olmasınlar diyoruz. Tamamı sanal âlemde!   Anaokulundan üniversite öğrencisine kadar tüm çocuklarımız okullarına gitmeli, bir an önce.

Toplum bilinçli olsun artık!  Bana sorsalardı;  öncelik sağlıkçılardan sonra öğretmenleri aşılamak, sonra çalışanları derdim. Toplumda sirküle olan kişilere bağışıklık sağlamak lazım!

Herkese sağlıklı günler diliyorum.   

   

   

    

     

Editör: TE Bilişim