Eskişehir Şehirlerarası otobüs terminalinde kafeteryada oturuyorum. Sıradan yolcuların yanı sıra bir tarafta ‘’en büyük asker bizim asker’’ nidalarıyla davul zurna eşliğinde uğurlanan gençlerimiz. Diğer tarafta kayıt dönemi nedeniyle şehrimize gelen binlerce öğrenci gencimiz.Otogar hınca hınç dolu. Bu nedenle Büyükşehir Belediyesi, Odunpazarı Belediyesi veTepebaşı Belediyesi kurmuş olduğu stantlarla şehrimize okumaya gelen öğrencileri karşılayarak, onlara rehberlik edip, yardımcı olarak ev sahipliği yapıyor. Gerçekten de takdir edilecek bir uygulama hele ki şehre ilk defa gelen ne yapacağını, nereye gideceğini bilemeyen ya da aradığı adresi bulamayanlar için güvenli bir adres belediyelerin stantları.
Buraya kadar her şey güzel görünüyor derken bir grup çekiyor dikkatimi… Bu grup bana çocukken izlediğim karıncaları anımsatıyor. Aynı koloniye ait olan karıncalar bir güzergâhta sıra halinde gidip geliyor. Güzergâhlarına bir iki damla su damlatıyorum. Güzergâhları bozulmasına rağmen panik olarak bir araya toplanmak yerine sırayı bozmadan kulaktan kulağa oynarmışçasına birbirleriyle iletişim kurarak su damlasının olduğu yerin az ilerisinden devam ediyorlardı. Bu grupta asla bir araya gelmiyordu. İkişerli geziyorlardı, A noktasında gezen ikili B noktasındakilerle görüşüyor, B noktasındakiler A noktasındakilerden ayrılınca C noktasındakilerle… İzlediğim uzun süre boyunca aynı karıncalar gibi aslında aynı koloniye ait olan az gibi görünüp hayli kalabalık olan bu grup asla bir aya gelmiyordu.
Kulaktan kulağa oynar gibi iletişim kuruyorlardı. Kalabalığın içerisinde erkekleri takip etmek zordu. Türbanlı oluşlarından dolayı grubun bayanlarını takip etmeye koyuldum. Grup kendi içerisinde ikili gruplara ayrılmıştı. Kimisi otobüs peronlarında, kimisi yolcu bekleme banklarında, kimisi kafede oturanların yakasına yapışıyordu. Otobüs yaklaştığı anda henüz yolcular inmeden otobüsün kapısına yapışıyorlardı adeta otobüsten inen özellikle genç bayanlara yaklaşarak bir şeyler söylüyorlardı. Kafede hemen önümdeki masada oturan anne kızın yanına geldiler. Onlar ayrıldıktan sonra yanlarına gittim. Kendilerinden özür dileyerek türbanlı bayanların ne dediklerini sordum. Kayıt için gelip gelmediklerini sormuşlar. Hayır, cevabı alınca bir açıklama yapmamışlar. Karşı banklarda oturan iki kişiye yöneldim az öncede onların yanına giden aynı koloniden iki türbanlı bayan onlarla hayli uzun konuşmuşlardı. Oradan bir sonuca ulaşabileceğimi düşündüm. Yanılmamıştım da ağabeyiyle gelmişti Malatya’dan kayıt işlemleri için… Türbanlı bayanlar evet, cevabını alır almaz. Kapının önünde araçlarının olduğunu, Hiç bir ücret talep etmeden şehri gezdireceklerini, kayıt ve yurt işlemlerinde yardımcı olacaklarını, yurtlarının şehirde ki en güvenli, temiz, konforlu ve uygun fiyatlı yurt olduğunu ve işleri bitince de tekrar terminale bırakacaklarını belirtmişler. Ağabey bir akrabalarının burada yaşadığını onun az sonra gelip onları alacağını belirtmiş. Onlarda telefon numarası bırakarak mutlaka bizimle iletişime geçin diyerek ayrılmışlar… Belediye stantlarında görevli arkadaşlarla yaptığım sohbetler de zabıtanın ceza kestiğini, kesilen cezanın onları yıldırmadığını, bunun dışında da bir şey olmadığını belirttiler. Bütün her şey gün yüzüne çıkmıştı. Ne yazık ki yanında aileden büyükleri olduğu halde onlara inanıp onlarla beraber otogardan çıkanlar azımsanamayacak kadar çoktu. Gençlik önemliydi; ‘’Bunlar ne ara mantargibi türedi.’’ Lafını sıkça duyuyordum etraftan… Bizim içimizde, aramızdaydılar, gözlerimizin önünde, gözlerimizin içerisine baka baka çoğalıyorlardı… Biz uyurken;
Cemaatin ablaları abileri öğrenci avındaydı…