Merve Taver

 Dışarıda deli dalgalar/ gelip duvarları yalar/ seni bu sesler oyalar/ aldırma gönül aldırma dizelerinin yazıldığı, bir dönem “Anadolu’nun Alkatraz’ı” olarak anılan tarihi Sinop Cezaevi şimdilerde Çanakkale’den sonra dark turizmiyle binlerce turiste ev sahipliği yapıyor.

Eskişehir’e 640 km uzaklıktaki Sinop, ziyaretçilerine hem doğa turizmini hem de dark turizmini (Karanlık turizm, tarihsel olarak ölüm ve trajedi ile ilişkilendirilen yerlere seyahat içeren turizm olarak tanımlanmıştır) yaşatıyor. Kaderimizin yazıldığı Çanakkale’den sonra Dark turizminin ikinci durağı olan Sinop Cezaevi yoğun ilgi görüyor. Şarkılara, şiirlere, filmlere  konu olan acılarla dolu “Anadolu’nun Alkatraz’ı” Sinop Cezaevi şimdilerde mahkumları değil misafirlerini ağırlıyor. 

Yeni akım dark turizmi

Dünyada da yeni bir akım olan dark turizminin Türkiye’de ki ikinci adresi olan tarihi sinop cezaevi, her yıl 300 bine yakın turiste ev sahipliği yapıyor. Üç tarafı denizlerle kaplı, tarihi kale duvarları içinde yer alan devasa büyüklüğü ve ürpertici mimarisi ile dikkat çeken cezaevi, 4000 yıl önce Gaskalılar tarafından inşa edilmiş. Ardından Grek, Pontus, Roma, Bizans ve Osmanlılar tarafından korunmuş, kullanılmış. 

İçkale olarak anılan kısım 1214 yılında Sinop’u işgal eden Selçuklu Sultanı İzzetin Keykavus tarafından, ana kalenin kuzeyden güneye dik bir surla kesilmesi ile meydana gelmiş. Enine ikinci bir bölüm ile ikiye ayrılan iç kalenin güney kısmı 9500 metrekarelik bir alana sahiptir. Hapishane de tam olarak burada bulunmaktadır. Görüntüsüyle bile insanın tüylerinin ürperten cezaevinin burçları, denize bakan kısmı 22 metre ve yan surların yüksekliği 18 metredir. 3 metre kalınlığındaki surlar üzerindeki yollarla, muhafızların iç kaleyi bir baştan bir başa gezebilmesine  imkan sağlanmış. Kaçısı imkansız gözüyle bakılan “Anadolu’nun Alkatraz’ı” Sinop Cezaevi’nden bir kişi firar edebilmeyi başarmış. Hikayesi yazının devamında yer alıyor. 

Nem kurbanı mahkumlar 

İç kalenin resmi olarak hapishaneye dönüştürülmesi 1887 yılında gerçekleşmiş. O dönemde Sinop Mutasarrıfı Veysel Paşa yeni binalara ek olarak hamam da inşa ettirmiş. 1939 yılında çocuk hapishanesi olarak kullanılmak üzere yeni bir bina daha yapılmış.1500’lü yıllarda ise zifiri karanlık burçların zindan olarak kullanıldığı ve birçok ayaklanma olaylarının yaşandığı da bilinmektedir. Görüntüsüyle korku salan cezaevi aynı zamanda Karadeniz’in yoğun nemi ile de baş etmektedir. Yüksek nem sebebiyle kibritin bile yanmadığı hapishanede birçok mahkum kötü koşullar sebebiyle cezasını tamamlamadan  hayatını kaybetmiştir.

Sabahattin Ali ve niceleri

Kayıtlara göre Sinop Cezaevi, bir tecrit şehridir. Tecrit edilmek istenen birçok politikacı, şair, yazar ve sanatçı bu hapishaneye sürülmüştür. Bunlardan ilk aklımıza gelen Sabahattin Ali’dir. Atatürk’e hakaret ettiği gerekçesiyle Konya cezaevine gönderilen Ali, cezasının kesinleşmesi ile 1933 yılında Sinop Cezaevi’ne sürgün edilmiş. Bir yıldan az bir süre Sinop Cezaevi’nde kalan Ali, Cumhuriyet’in 10. yılında çıkarılan aftan yararlanmış ve hapishanede kaldığı sürede birden çok eser bırakmıştır. “Aldırma Gönül”, “Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz” gibi en bilinen eserlerini bu hapishanede yazmıştır. Günümüzde kaldığı koğuş, demir parmaklıklarla kapatılmış şekilde misafirlere sergileniyor. Tecrite gönderilen sadece Sabahattin  Ali değildi elbette; Kerim Korcan, Osman Deniz,  Refik Halit Karay, Mustafa Suphi, Ahmet Bedevi Kuran, Refi Cevat, Burhan Felek, Hüseyin Hilmi, Osman Cemal Kaygılı, Zekeriya Sertel kayıtlara geçen isimlerdir. Bir dönem Nazım Hikmet’in ve Necip Fazıl Kısakürek’in de  bu cezaevinde kaldığı söylenir ancak resmi bir kayıt bulunamamıştır. 

1960 yılına kadar kayıt tutulmadığı için cezaevinde kalanların daha sonra yazdıkları şiirler, kitaplar aslında tarihe ışık tutulmasını sağlıyor. Sabahattin Ali’den sonra aklan gelen ünlü isim Kerim Korcan ise 10 yıl süreyle hapishanede kalmış. 1938 harp okulu davası sebebiyle mahkum edilen Korcan, “Linç” ve “İdamlıklar” kitaplarında Sinop Cezaevi mahkumlarını konu almıştır. 

“Eşkıya Dünya’ya Hükümdar Olmaz” şiirinin öyküsü

Rizeli Sandıkçı Şükrü Küçük hepimizin dolaylı olarak da olsa tanıdığı biri. Sabahattin Ali'nin şiirinden dillere düşen "Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz" türküsünün eşkıyası Sandıkçı Şükrü'den başkası değil. Hikayesi de aynı türküye yansıdığı gibidir aslında. Herhangi biridir Sandıkçı Şükrü. Rize'nin Portakallık köyünde bir düğünde değişir hayatı. Köyün ağasının en sadık adamının düğün sırasında kardeşini bıçakladığını öğrenir. Belki bir anlık öfke belki yılların birikimi bilinmez ağayı (ya da ağanın adamını) çekip vurur. Sinop'un geçit vermez kalesine hapsedilir. Fakat bir yolunu bulur hapisten kaçar. Bir kaçak olarak köyüne de dönemez dağa çıkar. Bu sıralar karısına göz koyduğu gerekçesiyle birini daha öldürür. Bundan öteye namı yürür. Ağalarla, beylerle mücadele eder. Yoksula yardım eli uzatır. Böylece aleni biçimde halkın kahramanı olur. Gel zaman git zaman yakalanamaz. Dönemin Trabzon Valisi Kadir Paşa bu isyankar eşkıyanın peşine bir dolu süvari gönderir. Süvarilerin yanına Sandıkçı Şükrü'yü tanıyan kolcu kayıklarının başı Varilcioğlu Sadık'ı da katar. Artık iş birinin eşkıyayı ele vermesine kalır. Haber, Of'un İkizdere Köyü'nden gelir. Sandıkçı Şükrü'nün etrafı kuşatılır. Varilcioğlu Sadık eski tanışıklığın oluşturduğu güvenle Sandıkçı Şükrü'yü teslim olmaya ikna eder. Ne var ki devletin otoritesini iki paralık eden eşkıyanın ölüsü de dirisi de birdir artık. Süvariler önlerinde yürüyen teslim olmuş eşkıyayı sırtından vurur. İbreti alem için de cesedi meydanlarda teşhir edilir. Bir diğer anlatıya göre eşkıya öldürüleceğini bildiğinden son ana kadar teslim olmamıştır. 

 Bir firar hikayesi

Adı Emin Aladağ, dönemin gazeteleri "azılı bir katil" diyor kendisi için. Kastamonu Tosya nüfusuna kayıtlı bir idam mahkumu. Zamanın karanlık işler çeviren karanlık insanlarıyla derin mevzuları bulunmakta. Yani en azından gazete arşivleri böyle diyor. Daha önce Sultanahmet Cezaevi'nden kaçmışlığı var. Sinop zindanına sürgün geliyor. Geldiği andan itibaren sakin ve efendi tavırlarıyla hiç dikkat çekmiyor. İlk zamanlar vaktinin çoğunu gazete okuyarak geçiriyor. Mapus damında oyalanacak şey az olduğundan boncuk işiyle uğraşmaya başlıyor.Tığ, boncuk, bobin ne isterse veriliyor. Bobini çürük çıktığından tamir için balmumuna ihtiyacı olduğunda da kimse karşı çıkmıyor.

Bu arada hücre penceresinin önünde tayınından artanı kediciklerle paylaşıyor. Gazeteydi, bobindi, kediydi derken bir yıl geçip gidiyor. Bir sabah gardiyanlar Emin Aladağ'ın yerinde yeller estiğini fark ediyor. 

Ardından yapılan araştırmada Aladağ'ın taa en baştan Sinop yollarına düştüğünde ayakkabısının içine kıl testere sakladığı anlaşılıyor. Bir yıl boyunca kıl testereyle büyük bir azimle hücre demirlerini kesiyor. Kesik kısımlar anlaşılmasın diye ekmek içi ve gazete kağıdıyla her gün demirleri bir güzel kaplıyor. Testerenin yaratacağı gıcırtıyı da balmumu sayesinde engelliyor. Ve pencere dibinde beslediği, her ayak sesinden irkilen kediler sayesinde de bir kere bile iş üstünde  yakalanmıyor. Pencereden inerken yatak, yorgan, çarşafı beline bağlayıp 15 metrelik bir "ip" oluşturmayı başarıyor. Koca kale duvarını sağlam bir çift şimşir kaşıkla aşıyor. Duvardaki oyuklara kaşıkları yerleştirerek en üste kadar çıkıyor. Sonrası deniz...

Filmlere taş çıkaracak bu kaçış hikayesi yine ancak  filmlerde görülecek bir şekilde nihayetleniyor. Kaçışının dördüncü gününde Erfelek'e ulaşan Aladağ, açlık sorunuyla karşılaşıyor. Erfelek'te köprü inşaatında çalışan işçilerden ekmek istiyor. İşte artık orada nasıl oluyorsa ister kaderin cilvesi ister adaletten kaçılmaz diyelim. Bir polis memuru Aladağ'ı görüp teşhis ediyor. Kaçtığı Sinop Cezaevi’ne geri gönderiliyor. Kaynalara göre ilerleyen yıllarda çıkan bir afla da özgürlüğüne kavuşuyor. 

Mavi ve yeşil iç içe 

Sinop, dark turizmi ile öne çıksada diğer yanda eşsiz doğa güzellikleri ile de dikkat çekiyor. Hamsilos Tabiat Parkı içerisinde yer alan Hamsilos Koyu ( yöre halkına göre hamsaroz), muhteşem bir görsel sunuyor. Yeşilin ve mavinin iç içe geçtiği koy, aynı zamanda fiyort oluşumunu andırması ile de turistlerin ilgisini çekiyor. Aslında bir iç deniz örneği olan Hamsilos Koyu, Antik Çağ’da balıkçıların doğal limanı görevini üstlenmiş. Karadeniz’in hırçın dalgalarından kaçan denizcilerin sığınağı olan Hamsilos Koyu, günümüzde turistlere kucak açıyor. Orman içerisinde yer alan kamp alanı ile de tercih sebebi olan Hamsilos Koyu, yeme-içme, tuvalet ve temiz su imkanlarıyla kampçıların tüm ihtiyaçlarına cevap veriyor. Hüznün ve huzurun, yeşilin ve mavinin bir arada yaşandığı Sinop’u yeni keşifler için rotanıza ekleyebilirsiniz. Son olarak Sinop mantısı yemeden dönmeyin. Keyifli geziler...

Editör: TE Bilişim