Rüyalar, insan zihninin en eski bilmecelerinden biri. Uykunun ortasında aniden başlayan, bazen anlamlı bazen tamamen absürt sahneler... Uyandığında gerçeklik duygusunu bir an için kaybedersin. Herkes rüya görür, ama herkes hatırlamaz. Hatırlayanlar da çoğu zaman ne anlama geldiğini çözemez. Oysa bazı rüyalar öyle derinden etkiler ki, gün boyu etkisinden çıkamazsın.
Bir sabah gözünü açarsın, kafanın içinde tuhaf bir görüntüyle uyanmışsındır. Belki bir kişi, belki bir kelime, belki de tanımadığın bir mekândır rüyanda gördüğün. O an düşünmeye başlarsın: “Acaba bu bir mesaj mıydı? Yoksa kafamın içindeki karmaşanın yansıması mı?” İşte tam bu ikilemde başlar rüyaların gizemi.
Bilim, rüyaların büyük oranda bilinçaltının ürünü olduğunu söyler. Gün içinde bastırdığımız duygular, konuşmaya cesaret edemediğimiz düşünceler, bir bakış, bir ses, bir haber... Tüm bunlar bilinçaltında depolanır ve gece uykuda sahneye çıkar. Rüya görmenin, beynin bilgileri işlemesiyle ilgili olduğunu söyler nörologlar. Ama bu açıklama, bazı rüyaların verdiği hissi açıklamakta yetersiz kalır.
Rüyaların sembolik dili vardır. Su görmek, kaybolmak, uçmak, düşmek... Bunlar her kültürde farklı anlamlara gelir. Bazen bir sembol senin için başka, başkası için tamamen farklı bir şey ifade eder. Çünkü rüyalar kişiseldir. Evrenin sana özel gönderdiği, başkalarının anlayamayacağı mesajlardır belki de.
Tarihte rüyalara büyük önem verilmiştir. Eski medeniyetlerde rüyalarla gelecek okunur, kararlar alınırdı. Krallar rüyalarını danışmanlarına anlatır, halk rüyalarla yönlendirilirdi. Hatta bazı medeniyetlerde rüya görmek, ilahi bir bağlantı olarak kabul edilirdi.
Modern hayatta ise rüyaları çoğu zaman küçümsüyoruz. Sabah kalktığımızda bir anlığına aklımıza gelen o tuhaf görüntüleri, işe geç kalmamak için hızlıca unutuyoruz. Oysa o görüntüler belki de iç sesimizin bize fısıldamaya çalıştığı şeylerdir. Belki de farkında olmadığımız bir korkuyu, bir arzuyu anlatıyordur. Belki de sadece dikkat etmemiz gereken bir konuya odaklanmamız gerektiğini hatırlatıyordur.
Bazı rüyalar, bir dua gibidir. Uyanırsın ve kalbin huzurludur. Anlamını bilmesen de sanki biri sana iyi olacağını söylemiştir. İşte o anlar insanı değiştirir. Belki de bu yüzden geçmişte büyük âlimler rüyaları sadece bilimsel değil, manevi olarak da yorumlamışlardır. Bir ayetin anlamını düşündüğünde, rüyanın sana onu niye hatırlattığını sorguladığında, kendi içinde yeni kapılar açılır.
Örneğin meryem suresi'nde geçen teslimiyet, bazı rüyalarda hissedilen o iç huzurunu çok iyi yansıtır. Belki doğrudan bağlantı kuramazsın ama rüyandaki sessizlik, yalnızlık veya içsel rahatlama, seni bu tür derin duygularla yüzleştirir.
Rüyaların gücü, kelimelerle anlatılamayacak bir sezgidir. Gecenin sessizliğinde gelen bu mesajları anlamaya çalışmak, kişinin kendine yaptığı en değerli yolculuktur. Rüyaların dilini çözmek zorunda değilsin, ama onlara kulak vermek hayatına farklı bir yön kazandırabilir.
Rüyalar Gerçeklerden Daha Fazla Ne Söyler?
Rüyaların başka bir yönü de sezgiyle ilgilidir. Hiç yaşamadığın ama rüyanda defalarca gördüğün bir yerin karşına çıkması... Yıllar önce konuşmadığın biriyle rüyanda buluşup ardından ondan haber alman... Bu tesadüf mü? Yoksa bilinçaltının ötesinde bir şey mi var?
Bazı insanlar rüyalarını not alır. Günlük gibi, tarih tarih yazılır bu rüyalar. Aradan zaman geçtikçe bazı tekrarlar fark edilir. Sürekli aynı yerde yürümek, aynı kişiyi görmek ya da aynı hissi yaşamak... Bu tekrarlar sana bir şey anlatmaya çalışıyor olabilir mi? Belki de zihnin, ruhunun çözmeye çalıştığı bir denklem vardır ve rüyalar bunun formülleridir.
Uykunun ortasında gördüğün bir görüntü, seni gündüzleri aldığın kararlardan daha fazla etkileyebilir. Çünkü rüyalar, gerçeklikle olan ilişkini başka bir düzleme taşır. Mantıkla değil sezgiyle algılarsın. Bu yüzden sabah gözünü açtığında hissettiğin o garip duygu, gün boyunca seninle kalır. Belki nedeni yoktur ama etkisi vardır.
Modern psikoloji, özellikle Jung ve Freud’un çalışmaları, rüyaları bilinçdışı ile bağdaştırır. Jung rüyaları, ruhun sana bir şeyler söyleme biçimi olarak tanımlar. İçsel bir rehberlik, bir işaret... Rüyaların dili çoğu zaman mecazlarla doludur. Bu yüzden rüyaları anlamaya çalışırken düz mantıkla değil, sezgisel bir okuma yapman gerekir.
Bazı rüyalar, hiç konuşmadığın biriyle yüzleşmendir. Belki yıllar önce kalbini kıran biri gelir rüyana, ama bu kez konuşursunuz. Belki de söyleyemediğin bir şeyi söyleyebilme fırsatını bulursun. Uyanınca o kişiyle gerçekten konuşmamış olsan da içindeki yük hafifler. Rüyalar bu yönüyle terapi gibidir.
Uykuda gördüğün şeyler bazen sana cesaret verir. “Ben yapamam” dediğin bir şeyi rüyanda kolayca yaptığını gördüğünde, bilinçaltın sana bir mesaj verir: “İstediğinde yapabilirsin.” Bu tür rüyalar, harekete geçmen için bir itici güç olabilir. O anlarda içsel sesini dinlemelisin.
Elbette her rüya böyle derin anlamlar taşımaz. Bazıları sadece bir gün önce izlediğin film ya da yediğin ağır yemeğin sonucudur. Ama asıl mesele, hangisinin ne olduğunu ayırt edebilmekte. İşte o yüzden rüyaları yazmak, anlamlandırmaya çalışmak önemlidir. Çünkü bazı cevaplar sadece sende saklıdır.
Bazen içinden anlamadığın bir hisle uyanırsın. O zaman küçük bir dua edersin, belki birkaç satır bir şey okursun. Tam da bu anlarda elinin altında bir kur’an-ı kerim meali varsa ve rastgele bir sayfa açarsan, okuduğun birkaç cümle sana yol gösterebilir. Belki cevabı tam vermez ama yönünü gösterir.
Rüyaların ilahi yönüyle ilgilenen insanlar, onları sadece “ne anlatıyor” değil “neye çağırıyor” diye okurlar. Rüya bir davettir. Kendine dönmeye, geçmişle yüzleşmeye, geleceğe hazırlanmaya çağırır. Bu çağrıyı duyabilmek için sessiz kalmak, hissetmek ve kabul etmek gerekir.
Sonuç olarak, rüyalar hala gizemini koruyor. Bilimsel açıklamalar yeterli olsa da bazı rüyaların bıraktığı o derin hisler, daha farklı bir boyutta değerlendirilmeyi hak ediyor. Belki de önemli olan, rüyayı anlamak değil; rüyadan sonra kendine sorduğun sorulardır. “Neden bunu gördüm?” değil, “Bu bana ne hissettirdi?” sorusu, seni asıl cevaba götürür.




